Yönetmen: Bernhard Wenger
Oyuncular: Albrecht Schuch, Julia Franz Richter, Anton Noori, Salka Weber, Theresa Frostad Eggesbø, Maria Hofstätter, Branko Samarovski
Senaryo: Bernhard Wenger
Müzik: Lukas Lauermann
Özel bir şirkette çalışan Matthias'ın görevi, kiralık rollere girmekten ibaret. Kültürlü erkek arkadaş, mükemmel evlat, örnek baba, artık kim ne talep ederse o role bürünen Matthias, müşterilerin talepleri doğrultusunda işini hakkıyla yapan tam bir profesyonel. Ama hayatını başkaları olarak kazanan bu adam, beraber yaşadığı kız arkadaşı Sophia sayesinde kendisi olmayı unutmaya başladığını fark ediyor ve sorunlar başlıyor. Bir sürü kısa filmin ardından ilk uzun metrajını yazıp yöneten Bernhard Wenger, ara sıra haber olarak önümüze düşen kiralık insan/insanlar meselesinden hareket noktası oluşturarak, yoğun iş temposu veya şehir yaşamının yalnızlaştırdığı insanlara hizmet verirken rolüne kendini fazla kaptırıp kendi hayatının iplerini elinden kaçıran bir adamın dramını kurguluyor. Çin'de bedava noodle yemek için cenaze evlerinden yas tutan veya Japonya'da tek günlük arkadaş olarak kiralanabilecek insanların var olduğu bir dünyada bunun şirketleşmiş bir kurgusunu daha spesifik bir yerden okumaya çalışan Wenger, kiralayana değil kiralanana odaklanıyor. Çin veya Japonya gibi kalabalık ülkelerin ironik biçimde izole hale getirdiği bireylerine ya da başka toplumlarda kendi çabalarıyla arkadaş, eş edinememiş, ebeveyn ve evlat eksikliği çeken insanlara bu boşluklarını doldurma fırsatı sunmak fikir olarak iyi durmakta. Üstelik kiralayanlarla ilgili senaryo alternatifleri daha çok olsa da, kiralananın iç dünyasına bakmak çok daha ilginç olabilir diye düşünmüş.
Gelecek senaryolarında insanların bu yalnızlığına eşlik etmek için robotlar veya yapay zeka yüklü insansı tasarımlar kullanılmasına aşina sayılırız. Ama bu görevi üstlenmiş gerçek bir insan fikri dahilinde yaşanabileceklere dair Wenger'in düşündükleri için Matthias gibi bir örnek çok kullanışlı. Onu canlandıran Albrecht Schuch'un ölçülü performansıyla rolünü ciddiye alan, müşteri memnuniyeti için her role bürünebilen Matthias'ın eve döndükten sonra duygusuz bir robota dönüşmesi, her istenileni sorgusuz sualsiz yapması, sinirlenmemesi, hatta bu durumdan şikayetçi olan partneri Sophia'nın onun bu normal olmayan psikolojisini test etmek için yaptıkları sonrasında gerçek insani tepkiler göstermedeki acemiliği, amaçlanan karakter mesafesini sağlıyor. Bu haliyle Matthias ile özdeşleşmek oldukça zor. Zaten başlangıçta istenen bu olduğu için zaman zaman sinir bozucu olan bu acemilik, filmin çözmesi gereken en önemli sorun olarak iyi çalışıyor. Matthias ev hayatında o kadar sıkıcı ki, onun normal bir insan olduğunu hissedebilmemiz için tıpkı Sophia'nın onu kışkırtmaya çalıştığı şekliyle öfkelenmesine bile razı hale geliyoruz. Oysa bir başka müşterisiyle pratik yaparken rol de olsa öfkelenebildiğini görüyoruz. Onun rol yaparken çok becerikli olan sosyal hali, kendisi olduğu anlarda tökezliyor. Bir yoga etkinliğinde tanıştığı Ina ile ilişkisinde de bu durum daha da yüzeye çıkıyor. Anahtar kelime yalnızlık.
Yaptığı iş, yalnız insanlara sahte de olsa etrafa karşı onların yalnız olmadıklarını göstermek ve hissettirmek. Uçaklara meraklı babasız bir çocuk onun sayesinde sınıf arkadaşlarına, öğretmenlerine, velilere bir pilot babası olduğunu gösterme hissini yaşıyor mesela. İnsanların yalnızlıklarına geçici de olsa derman olduğu halde kendisi yalnız kalınca ne kadar donanımsız olduğunu fark ediyor. Kadınlarla, ayrılmasına sebep olduğu bir müşterisinin kocasıyla, hatta kiraladığı cins köpekle ilişkilerinde sürekli sorunlar yaşıyor. Üstelik bu sorunlara yaklaşımı yaşam tecrübesi eksikliğine ve yalnızlık tecrübesizliğine dayanıyor ki bu da onu çocuksu bir savunmasızlığa sürüklüyor. İnsanlara profesyonel hizmet verirkenki soğukkanlılığı, terk edildiğinde ortağına çocuk gibi sarılmasıyla tezat yaratan bir kişilik kayboluşuyla yer değiştiriyor. İlk filmiyle sade ama yetkin bir yönetmenlik sergileyen Bernhard Wenger, sanki özellikle filmin son 10 dakikasını Ruben Östlund'a çektirmiş gibi bir görüntü verse de, yetişkin bir adamın büyüme hikayesi olarak da incelenebilecek senaryosunu başarıyla hayata geçiriyor. Yalanlar üzerine kurduğu iş hayatının, özel hayatı ve kişiliğine de sıçramış olduğunu geç keşfeden bir adamın kendini arayış ve onarma çabalarını izliyoruz. Tanrısal iradenin vücut bulması için Düşmüş Melek, bir nevi aracılık rolü üstlenmiştir. Düşmüş melek, Melek Tavus olarak adlandırılır ve bir tavus kuşu ile simgelenir. Filme adını veren ve birkaç kez görünen tavus kuşunun filmle bağlantısını da Matthias'ın bu aracılık rolleriyle kurabiliriz belki.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder