21 Ocak 2020 Salı

Joker (2019)


Yönetmen: Todd Phillips
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Zazie Beetz, Frances Conroy, Brett Cullen, Glenn Fleshler, Leigh Gill, Shea Whigham, Bill Camp
Senaryo: Todd Phillips, Scott Silver
Müzik: Hildur Guðnadóttir

Todd Phillips'in, 8 Mile ve The Fighter senaryolarıyla bilinen Scott Silver ile senaryosunu yazdığı, Road Trip, Old School, Starsky & Hutch, üç filmlik Hangover serisi gibi filmlerin yönetmeni Phillips'in yönettiği Joker, bu referanslardan anlaşılabileceği üzere çok üstün bir yazım barındırmayan, genel olarak iyi çekilmiş, Batman'in ezeli düşmanı Joker'in nasıl Joker olduğu fikrinden yola çıkan bir film. Çizgi roman ve buna bağlı olarak çekilen DC filmlerdeki en özel kötü adamlardan biri olan Joker'in böyle bir özgeçmiş toparlanmasına ihtiyacı olduğu düşünülüyordu. Tabii bu "özel" olma hali, Joker'in nevi şahsına münhasır kara komik kötücüllüğü kadar, 2008 tarihli The Dark Knight filmindeki Christopher Nolan tasarımının ve Heath Ledger performansının ikonik etkisinden kaynaklanıyor. Oyunculara serbest hareket alanı yaratan, içlerindeki canavarı ortaya çıkarmaya yarayan nevrotik bir karakter olarak Joker ayrıca bir nimet. Günlük tanıtım işleri için palyaço olarak köhne bir ajans bünyesinde çalışan, annesi Penny ile yaşayan Arthur Fleck'in zaten var olan arızalarının adım adım Joker'e evriliş detayları da, alelade bir DC filminden farklı olarak dram/gerilim/suç üçgeninde ilerliyor.

Sosyal hizmetlerden terapi alan, ne zaman geleceği bilinmeyen kahkaha nöbetleri nedeniyle üzerinde "Güldüğüm için bağışlayın. Ben hastayım. O anki ruh haline uymayan ani, sürekli ve kontrol edilemeyen gülmeye sebep olan bir hastalık. Beyin hasarı veya belli nörolojik hastalıkları olan insanlarda görülüyor" yazan bir kartla dolaşan, sokaktaki çocuklardan, metrodaki beyaz yakalılardan, işyerindeki arkadaşlarından sürekli zorbalık, itilme, aşağılanma gören Arthur, ünlü bir stand up komedyeni ya da Murray Franklin (Robert De Niro) gibi bir şovmen olmayı hayal eden bir adam. Ne var ki elini attığı her şeyde talihsizlik yaşayan, adeta lanetlenmiş gibi tutunamayan Arthur için hayat her geçen gün daha da zorlaşmakta. Tabii yaşadığı Gotham'da da işler yolunda gitmemekte, ekonomik sıkıntılar, gelir adaletsizliği, suç oranlarındaki artış ve grevlerle boğuşan halk, şehrin varlıklı ismi Thomas Wayne'in de gireceği belediye seçimlerine hazırlanmakta. İş arkadaşı Randall'ın verdiği tabancayı çocuk hastanesinde gösteri yaparken cebinden düşürünce işinden kovulan, annesinin kendisinden sakladığı bir sırrı öğrenince iyice zıvanadan çıkan Arthur'un Joker'e dönüşmesi için önünde pek engel kalmıyor. Todd Phillips bu dönüşümü ağır hamlelerle, hatta güzel komşu Sophie yardımıyla duygusal boşluk seçeneğini de göz ardı etmeden kurguluyor. Şovmenlik, şan, şöhret, Sophie, kısaca her şeyin yolunda gittiği bir hayat illüzyonunda kendini var etmeye çalışan, ama ne kadar uğraşsa da başaramayan Arthur, önüne çıkan beklenmedik bir fırsatla o varoluş arayışının rotasını değiştiriyor.


Gördüğü zorbalıklara karşı tepkisi sert olunca bir anda sefalet ve kaos içindeki Gotham'da servet düşmanı bir vigilante olarak gizem yaratan Arthur'un egosu yükseliyor. Öyle ki, artık ezilmişliğini reddederek, kendi tuhaf hayatının şov yıldızı olmayı seçiyor. The Dark Knight'ta Joker'in söylediği gibi öldürmeyen şey onu tuhaflaştırıyor. Yine o filmde Alfred'in Bruce Wayne'e Joker için söylediği "bazıları için para, şöhret önemli değildir, onlar sadece dünyanın yanışını izlemek ister" seviyesine gelişi kendi çapında görkemli finalle seyircinin yorumuna sunuluyor. The Dark Knight, belki Joker'in öncesini anlamamıza pek yardımcı olmuyordu. Ama suç felsefesini, Gotham'ı kaosa sürükleyerek o kaostan beslenme ihtirasını, Batman ve Harvey Dent gibi kahraman profillerini anarşi ile yıkmak isteme dürtülerini çok iyi anlatıyordu. Öncesine giden bir film olarak burada her ne kadar aralarındaki yaş farkı göze batsa da, Joker'in Bruce Wayne'e olan garezinin köklerini de anlamış oluyoruz. Todd Phillips, bugüne kadar çektiği çerez komedilerin tersine, Joker özelinde komiklik/komedyenlik bağlamında farklı bir tür üzerinden sıfır mizahla kariyerine meydan okuma gerçekleştiriyor. Önceki filmlerden farklı olarak dört başı mamur bir Gotham atmosferi yarattığı söylenemez. Daha çok psikolojik gerilime ve Arthur'un dalgalı ruh haline yükleniyor. Tabii doğal olarak o ruh halinin ilk hakimiyeti başkasına ait.

Daha önce Gladiator (2000), Walk The Line (2005), The Master (2012) ile ödül ve adaylıklar kazanan, ödül ve adaylık kazanmasa da kariyerinde To Die For, Reservation Road, Her, You Were Never Really Here gibi nice güçlü performans barındıran Joaquin Phoenix, aktörler için çok iyi boş alanlar yaratabilen Joker rolünü tam da olması gerektiği gibi güçsüzlük, dengesizlik, acı ve hüzün üzerinden kuruyor. Senaryonun yetersizliklerini kapatmaktansa kendi işine bakan, dengesizlik halinin getirdiği deneyselliği kullanıp sıklıkla kendi yorumlarını kattığını hissettiren aktör, Heath Ledger'in postmodern makyajı altından seyirciye ekonomik biçimde sunduğu parlak oyunculuktan farklı olarak Arthur'un gelgitlerine odaklanıyor. Film zaten %100 bu performansın omuzlarında duruyor. Yerden yüksekliği sadece Phoenix'in boyu kadar. Lynne Ramsay filmi You Were Never Really Here filminde tıpkı Arthur gibi annesiyle yaşayan gizemli tetikçi Joe'nun Ramsay/Phoenix işbirliğiyle işlenişine benzer bir derinlik ortaya konabilirdi. Yani ortada 11 dalda Oscar adaylığı alacak bir film yok. Todd Phillips'in Arthur/Joker karakterinin potansiyel zenginliğine ekstra bir katkısı, heyecan verici herhangi bir yönetmenlik becerisi görülmüyor. Phoenix'in yanı sıra, 2019 içerisinde mini dizi Chernobyl ile birlikte Joker'in tema müziklerine imza atan İzlandalı müzisyen Hildur Guðnadóttir'in çok güçlü (hatta filme fazla bile gelen) müzikal vizyonu da çok değerli. Dünya çapında yaptığı hasılat nedeniyle Joker 2'nin duyurusu da yapıldı. Hayranları çok sevinmiştir elbette. Ama tek kalması onu yıllar içinde daha yalın kılabilir, daha özelleştirebilirdi. Şimdi ikincisiyle karşılaştırılması kaçınılmaz bir film olarak kalacak. Phoenix performansı bir yana, filme bakarsak yeterince adil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder