22 Kasım 2014 Cumartesi

The Salvation (2014)


Yönetmen: Kristian Levring
Oyuncular: Mads Mikkelsen, Jeffrey Dean Morgan, Eva Green, Mikael Persbrandt, Eric Cantona, Jonathan Pryce, Douglas Henshall, Alexander Arnold, Nanna Øland Fabricius, Michael Raymond-James, Susan Danford
Senaryo: Anders Thomas Jensen, Kristian Levring
Müzik: Kasper Winding

1864 Savaşı'nda Danimarka yenildikten sonra Jon (Mads Mikkelsen) ve kardeşi Peter (Mikael Persbrandt) Amerika'ya göç edip yerleşmişlerdir. 7 yıl boyunca karısı Marie ve 10 yaşındaki oğlundan ayrı kalan Jon, nihayet onları da yanına alır. Ama tren istasyonunda karşıladığı ailesiyle evlerine gitmek üzere bindiği posta arabasında birlikte yolculuk yaptıkları iki adam Jon'u dışarı atarak ailesini kaçırırlar. Jon, adamların peşlerine takılarak onları öldürür ama ailesi için çok geç kalmıştır. Hayata küsen Jon, toprağını satıp batıya gitmeyi planlarken, öldürdüğü adamlardan birinin, bölgeyi baskıyla himayesinde bulunduran Delarue'nun (Jeffrey Dean Morgan) kardeşi olduğunun öğrenilmesiyle şerif tarafından yakalanır. Belediye başkanından ve şeriften daha güçlü bir konumda olan Delarue, Jon'u işkence ederek öldürmek istemektedir. Ama eski bir asker olan Jon'un pes etmeye niyeti yoktur.

Danimarkalı Kristian Levring'in yine vatandaşı olan Anders Thomas Jensen ile birlikte senaryosunu yazdığı ve kendisinin yönettiği The Salvation, son zamanlarda örneklerine sıkça rastladığımız Avrupa markalı westernlerden biri. Levring, yönetmen olarak daha önce kayda değer bir filme imza atmış sayılmaz. Ancak Elsker dig for evigt (Open Hearts), Brødre (Brothers), Adams æbler (Adam's Apples), Efter Brylluppet (After The Wedding), Mørke (Murk), Hævnen (In A Better World) gibi Danimarka sinemasına uluslararası prestij kazandıran filmlerin senaryosunda imzası bulunan Anders Thomas Jensen'in varlığı filme dayalı beklentileri arttırıyor. Jensen, konu olarak klasik western geleneğinden çıkma "yalnız kovboy, kötüler ordusuna karşı" formülüyle oldukça basit bir intikam hikayesi planlamış. 7 yıldır hasretini çektiği karısı ve oğluyla buluştuğu ilk gün onları vahşice bir saldırıda yitiren Jon'un, mezarcı belediye başkanı Keane ve rahip şerif Mallick'i bile avucunun içinde tutan, kasabayı zulmüyle yıldıran, topraklarına el koyan, hatta gözünü kırpmadan öldüren Delarue ve adamlarıyla mücadelesi, tıpkı Avusturya / Almanya yapımı Das Finstere Tal gibi tasarlanması zor olmayan bir hikaye üzerinden yürüyor.


The Salvation, "western olsun, çamurdan olsun, üzerimize sıçrarsa yıkanırız, sıçramazsa keyfini çıkarırız" diye düşünen benim gibileri memnun edebilecek özelliklere sahip bir film. Fakat 85 dakikalık süresiyle biraz aceleye gelmiş olmasından söz edilebilir. Bu acelecilik, her ne kadar seyirciyi olası fazlalık içeren sahnelerden kurtarıp direk iyi ve kötü arasındaki mücadeleye odaklanmasını kolaylaştırsa da, filmin fazlalık içermeyen sahnelerle vites küçültüp gerilimini, dramını, intikamını daha da sivriltebileceği bir potansiyeli mevcut. Bu senaryo 90'ların başındaki yönetmen Clint Eastwood'un veya çok beğendiğim John Hillcoat'un elinde olsaydı, ağır ama emin adımlarla ilerleyen epik bir western izleyebilirdik. Bu haliyle bazı anlarda hissedilen eksiklikler yüzünden Delarue'ya ve adamlarına duyulan öfke, Jon'un intikam mücadelesi, hele de Jon'un dul bıraktığı dilsiz Madelaine'in vicdanen nerede durduğu ağız tadıyla sindirilemiyor. Görüntü yönetimi açısından da temiz bir iş çıkarılmış olmasına karşın, Güney Afrika'da çekilen filmin girişinde dikkat çeken yapım şirketi Zentropa'nın tekinsizliği yerine daha orta karar bir Hollywood platosu imajı seziliyor.

Mads Mikkelsen, Jeffrey Dean Morgan, Eva Green, Mikael Persbrandt, Eric Cantona, Jonathan Pryce gibi uluslararası bir kadroya sahip The Salvation, bu kadro kalitesini imkanları ve süresi elverdiğince değerlendiriyor denebilir. "Yapışkan sıvı" diye tanımlanan petrolün keşfi arifesinde, 1800'lerdeki arazi mafyasına kişisel nedenlerle karşı durmaya zorlanmış Jon gerçek bir western kahramanı, Delarue ise erken mafya babası olarak ikna olunabilir bir kötü adam şeklinde perdeye yansıyor. Yan karakterler de baskıya boyun eğmiş tipik zulüm mağdurları olarak yerinde konuşlandırılmış. Ama o sözünü ettiğimiz kısa süreye sığdırılmışlık duygusu, filmin havada kalmayan meselelerini bile havada kalmış gibi gösterdiğinden belki tadını damakta bıraktı, belki de intikam arzusuyla yanıp tutuşan western seyircisinin yüreğini soğutmakta yetersiz kaldı. Herşeye rağmen The Salvation iyi bir western. Sadece potansiyelinin altında seyreden bir yapıda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder