5 Kasım 2012 Pazartesi

Sherlock Holmes: A Game Of Shadows (2011)


Yönetmen: Guy Ritchie
Oyuncular: Robert Downey Jr., Jude Law, Jared Harris, Noomi Rapace, Stephen Fry, Paul Anderson, Rachel McAdams, Kelly Reilly, Eddie Marsan
Senaryo: Michele Mulroney, Kieran Mulroney, Arthur Conan Doyle
Müzik: Hans Zimmer

Guy Ritchie, Joel Silver, Robert Downey Jr. özel tasarımı Sherlock Holmes, macerasına kaldığı yerden Sherlock Holmes: A Game Of Shadows ile devam ediyor. Karakter olarak ilk filmle benzerlikler taşıyan A Game Of Shadows, 2009 tarihli yapımın sonlarında gölgesini gördüğümüz Profesör James Moriarty’nin bir dünya savaşı çıkarma ve bu savaştan nemalanma plânlarını engellemek üzerine kurulmuş. Zekice kurgulanmış ufak tefek vakaların adamı Sherlock Holmes, ilk filmde bu özelliğini başarılı biçimde geliştirip bir gişe heyecanı yaratmıştı. Fakat artık iyiden iyiye toplu tüfekli bir aksiyon figürüne dönüşmüş durumda ki, o heyecanı biraz farklı bir alana kanalize etmiş durumda.

Dehası, dövüş ustalığı, karizması, esprileri yerli yerinde duruyor. Ancak Hollywood’un alışıldık “devamı gelecekse daha ihtişamlı olsun” mantığının yarattığı aksiyonel mantıksızlıklar silsilesinin kurbanı olduğu da söylenebilir. Seyirciye “Bond’dan önce Holmes vardı” diye çağrışımda bulunurken Bond formatını (süper güçleri birbirine kızıştırıp dünya çapında bir savaş çıkarmak suretiyle ondan sebeplenmek isteyen dahi ve karizmatik kötü adam, ona engel olup dünyayı kurtaran kahramanımız, kilit rol üstlenen bir Holmes kızı, Fransa, Almanya ve İsviçre’yi kapsayan kısa bir Avrupa turu vs.) benimsemesi de bir meydan okuma olarak görülebilir. Ritchie’nin bu defa çalıştığı senaristler pek fazla tecrübesi bulunmayan, sadece 2009’daki bağımsız komedi Paper Man’i yazıp yöneten Kieran ve Michele Mulroney kardeşler olmuş ki, onların bu filmle Arthur Conan Doyle’un Holmes külliyatına zeval getirmeyecek bir iş çıkarttıklarını söylemek mümkün.


Doyle’un Sherlock Holmes’un kötücül versiyonu olarak tasarladığı Profesör James Moriarty’nin üstün zekasıyla yaratılan deha çatışması, ikilinin karşılıklı sahneleri dışında pek fazla kendini belli etmiyor. Yüzeyde görülen, tüm ilmi ve mali imkânlarıyla büyük bir savaş çıkarmaya çalışırken, bir yandan da bu savaşın gereçlerini bünyesinde toplayarak rant elde etme amacı güden kötü adam ile onu alt etmeye kendini adamış Holmes arasındaki mücadelenin satranç oynadıkları sahneler gibi senaryo ışıltılarıyla bezeli yanları yok değil. Ne var ki, sanki buradaki kahramanımız Iron Man, karşısındaki kötü adam da onunla husumeti olan bir başka uçuk kaçık bilim adamıymış gibi bir hava da sezilmiyor değil. Holmes ve ekibinin ormanda Moriarty’nin adamlarından kaçtıkları sahnedeki görsel/işitsel şıklığa rağmen buna benzer bilim kurgu tadındaki fikirler bir Sherlock Holmes sinematografisine pek gitmiyor bana kalırsa. Balkondaki Holmes – Moriarty kapışması gibi yine orijinal fikir ürünü bir final mücadelesi ise, teknik anlamda yarattığı heyecanı, akıbet konusundaki kolaycı yaklaşımıyla saf dışı edebiliyor.

İlk filmde Robert Downey Jr. ve Jude Law’ın meydana getirdiği enfes kimya aynen sürmekte. İsveç’in Hollywood’a en son armağanı Noomi Rapace ise Madam Simza rolüyle ikiliye oyunculuk yönünden koltuk çıkma gayreti içinde. Soğuk yapısı arasından süzülen oyunculuk kırıntıları nadir de olsa görülebiliyor. Moriarty’yi canlandıran kıdemli İngiliz aktör, Mad Men’in Lane Pryce’ı Jared Harris’i izlemek büyük keyif. Karizması, aksanı ve tekin olmayan elit duruşuyla çok etkileyici bir antagonist profili yaratıyor. Eğer Arthur Conan Doyle, Moriarty’yi Harris’in bünyesinde görseydi belki de yarattığı karakterlerden en fazla onu beğenirdi diye hayal edebiliyor insan. Fransız görüntü yönetmeni Philippe Rousselot’nun ilk filmde de iyi işler çıkaran kalitesi ve Hans Zimmer’ın müzikleri Guy Ritchie’nin yükünü hafifleten unsurlar. Bir zamanların şahane suç filmlerinin yazar/yönetmeni Ritchie’nin bu kadar büyümesi aslında onun o dönemine hâlâ hayran seyirci için tehlike yaratmıyor değil. Çünkü ne kadar büyürse, işler onun kontrolünden o kadar çıkıyormuş gibi duruyor. Neyse ki Transformers yerine Sherlock Holmes filmleri çekiyor da sevenlerinin gönlünde yaktığı ateşi canlı tutmayı başarabiliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder