1 Kasım 2012 Perşembe

Ruby Sparks (2012)


Yönetmen: Jonathan Dayton, Valerie Faris
Oyuncular: Paul Dano, Zoe Kazan, Chris Messina, Annette Bening, Antonio Banderas, Steve Coogan, Elliott Gould, Toni Trucks, Aasif Mandvi
Senaryo: Zoe Kazan
Müzik: Nick Urata

Michael Arndt’a En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ı kazandıran 2006 yapımı Little Miss Sunshine’dan beri film çekmeyen Jonathan Dayton ve Valerie Faris ikilisinin uzun bir aradan sonra yönettiği ilk film olma özelliği taşıyan, bu yüzden de merakla beklenen Ruby Sparks, ilk romanıyla büyük bir başarı elde edip yıldızlaşan Calvin Weir-Fields’ın yeni romanı için ilham beklerken, hayalini kurduğu kız olan Ruby hakkında bir şeyler yazmasından sonra birgün onun kanlı canlı biçimde evinde yaşamaya başladığını görmesi ile gelişen olayları konu alan bir romantik komedi. Senaryo ise filmde Ruby’yi canlandıran, aynı zamanda Paul Dano’nun gerçek hayatta da sevgilisi olan Zoe Kazan’a ait. Konu ve işleniş olarak 2006 tarihli Stranger Than Fiction’ı hatırlatabilecek orijinal ve fantastik bir fikirden yola çıkan film, hatırlattığı bu filmin gücüne erişemese de hoş bir seyirlik yaratmayı başarıyor. Ancak gerek yönetmenlere yönelik beklenti, gerek filmin kadrosu ve gerekse orijinal bir çıkış noktasının uzun metraj olarak hayata geçirilişi “hoş bir seyirlik”ten fazlasına sahip olması gerektiğini düşündürebiliyor.

Yazar Calvin’in her antisosyal genç gibi hayalinde bir sevgili yaratması ve işi bir adım daha ileri götürüp onu Ruby Sparks adı altında detaylandırarak yeni romanına konu etmesinin ardından birgün etiyle kemiğiyle Ruby’yi oturma odasında görmesi, bu cümle içinde çok çekici görünse de, tecrübesiz Zoe Kazan’ın senaryosunda aynı çekiciliği aceleye getirilmiş ve (fantastik yapısına rağmen) çocuksu tavrından dolayı hissedemediğimi belirteyim. Film bir şekilde akıyor. Yalnız bu akış, Calvin’in ağabeyi Harry’ye Ruby olayını anlatmaya çalıştığı sahneler gibi gereksiz hantallaşmaları da yanında taşıyor. Tıpkı Stranger Than Fiction’da yazar Karen Eiffel’ın romanında yarattığı Harold’ın hayatına hükmetmesi gibi Calvin’in kendi kurgusu Ruby’ye her istediğini sadece daktilosuna yazarak yaptırabilmesi, yazarların Tanrı’yı oynamasına yönelik benzer bir yorum getiriyor. Bunu Catcher In The Rye'dan alıntıladığı üzere "kurgunun nadir mucizesi olarak hayal gücü, kâğıt ve mürekkeple bir insan daha yaratıldı" cümlesiyle de destekliyor. Ama yine de Stranger Than Fiction’ın katmanlı özgün yapısı yanında Ruby Sparks’ın sadece CalvinRuby aşkı üzerine oynaması bir süre sonra tahmin edilebilir olay akışı ve sıradan finaliyle fazla sade kalıyor.


Birçoğumuza yabancı olmayan bir aşk hikayesini (hayali sevgili yaratma, onunla gezip tozduğunu, aynı evde yaşadığını hayal etme vs.) fantastik bir dönüşümle gerçek hayata geçiren filmin Stranger Than Fiction gibi bir tabana sahip olma iddiası var mıdır, yok mudur tartışılır. Şu haliyle yok gibi görünüyor. Ama yine şu haliyle ondan fazlasıyla etkilenmiş göründüğü de bir gerçek. Bu fantastik Yazar/Tanrı benzetmesinin sadece gerçek aşk üzerine yansımalarına eğilen Ruby Sparks, Stranger Than Fiction kadar, çeşitli yönlerden (500) Days Of Summer olmaya da çalışıyor ki, ikisini bir arada yürütmek için Zoe Kazan’ın nefesi pek yetmiyor. Seyircinin sadece Ruby Sparks’ı görmesini istiyorsa sadece Ruby Sparks olmaya çalışacağını göstermesi gerekirdi. İlişki profilleri çıkarma, bunları analiz etme yönünden elinde sadece Calvin’in istediği gibi yönlendirebildiği hayali sevgilisinin vücuda gelmiş hali ve bir süre sonra bundan sıkılmaya başlayıp sorgulaması kalacaktır. Bunun nereye gideceğini bilmek için kahin olmaya gerek yok. Başlangıçta (500) Days Of Summer’da da işler öyle gözüküyordu. Ama film, kurgu ustalığına olduğu kadar (acı) gerçekçi karakter/olay dönüşümlerine de sırtını dayamış şekilde hüzün yüklenerek kendini mahzene koymayı başardı.

Ruby Sparks, özellikle sonlara doğru Calvin ve Ruby’nin gerçeklerle yüzleştikleri bölümde yükselen dramatik yapısına herhangi bir sürpriz ekleyemeden (ki öyle bir sürpriz olduğu da şüpheli) yüzlerce romantik komedinin son düzlükte izlediği rotadan şaşmıyor. Çünkü Zoe Kazan risk alarak bu rotadan sapacak kalibreye sahip değil. Bu filmlerin sonunda karakterlerin yeni bir sayfa açıp yollarına devam etmeleri adettendir. Ama Stranger Than Fiction ve (500) Days Of Summer’ın açtığı sayfaların gerisine gizlenmiş burukluk Ruby Sparks’ta yok. Çünkü açılan yeni sayfa ne kadar ümit yüklü olsa da, buruşmuş o eski sayfaların üzerine damlamış gözyaşları ve silgi/kalem izleri hep akılların bir köşesinde kalmalıdır. Yoksa hayalgücü ürünü bir kızın varlığına kolayca inanırız ama tesadüfün iğne deliği şeklinde bir parkta gerçekleşen karşılaşma can sıkıcı olur. Zira bu kolaycı çözümler inandırıcılığını çoktan yitirmiştir.


Sesine, fiziğine, oyunculuğuna bir türlü alışamadığım Paul Dano’nun sevgilisi Zoe Kazan ile birlikte filmi romantik komedi çeperleri içinde sürüklediği söylenebilir. Tecrübeli oyuncuların tadında bırakılmış rollerle filme renk kattığı da bir gerçek. Ama Little Miss Sunshine da dahil olmak üzere yukarıda adı geçen etkilendiği filmlerin gerisinde kalmış bir yapım bana göre. Şahsım için büyük bir sıkıntı olan Paul Dano faktörünü saymazsak (gerçi asosyal bir tipin birden hayalindeki kıza kavuşunca onu bilinçsizce elinde tutmasını en doğal biçimde canlandıracak ergen görünümlü zayıf bir karakteri başka nerden bulurlardı bilinmez), bu geri kalmanın en mühim sebebi Zoe Kazan’ın güzel bir çıkış noktasını Michael Arndt, Zach Helm ya da Scott Neustadter & Michael H. Weber kapsamlılığında işleyemeyişi diye düşünüyorum. Yine de bahsi geçen karşılaştırmaların ardından umduğunu bulamayanlar kadar umduğundan fazlasını bulabilecek seyircilerin de hesaba katılacağı bir film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder