1 Ocak 2010 Cuma

Law Abiding Citizen (2009)


Yönetmen: F. Gary Gray
Oyuncular: Jamie Foxx, Gerard Butler, Colm Meaney, Bruce McGill, Leslie Bibb, Regina Hall, Viola Davis
Senaryo: Kurt Wimmer
Müzik: Brian Tyler

1998 yapımı enfes polisiye/aksiyon The Negotiator ile tanıdığım siyah yönetmen F. Gary Gray, sonraki filmlerinde aynı türde örnekler verdiyse de The Negotiator kadar etkili olamadı. Polis teşkilatının içindeki bir çeteleşme sonucu tuzağa düşürülen siyah arabulucu Danny Roman, sıra dışı bir eylem planlıyor, kendini aklamak için ise sadece beyaz arabulucu Chris Sabian’a güveniyordu. Benzer bir adalet arayışını konu edinen Law Abiding Citizen’da bu kez yasaları temsil eden siyah Nick Rice (Jamie Foxx) ile, arzu ettiği adalet gerçekleşmeyince organize bir isyan planı yapan beyaz Clyde Shelton (Gerard Butler) arasındaki mücadele işleniyor. İki film arasında renkler ve temsil ettikleri değerler değişiyor görünse de The Negotiator kadar sağlam formülere (hatta daha fazlasına) sahip Law Abiding Citizen, uzunca bir süre gayet iyi sürüklediği hikâyesini yaklaşık son yarım saat içinde kelimenin tam anlamıyla berbat ediyor. Bunun en büyük suçlusu, Equilibrium’u yazıp yönetmiş olan Kurt Wimmer’ın senaryosu olsa gerek.

Bu tür Hollywood polisiyelerinde sanki and içilmiş gibi aynı biçimde seyreden giriş, gelişme, sonuç üçgeni, burada da birtakım klişeleriyle kendini belli ediyor. Eşi ve küçük kızı iki hırsız tarafından öldürülen kızgın bir adam ve katilin kısa bir süre hapis yatmasını sağlayacak bir hukuki anlaşma yapmak durumunda kalan evli ve bir kız babası savcı arasında şekillenecek hikâyeyi kabataslak tahmin etmek mümkün. Fakat Law Abiding Citizen’ı ilginç kılan, Amerikan adalet sistemine ve onun temsilcileri yargıçlara, savcılara, avukatlara karşı tek bir adamın sergilediği anarşist mücadelenin yer yer bir Hollywood yapımına bile fazla gelen sivriliği. Gerçi bu sivrilik, özellikle Amerika-Irak hattında seyreden politik aksiyonlarda göstermelik ve demode bir hal almaya başladı. Kurt Wimmer en azından bu kez dış etkenleri hesaba katmadan Amerika’nın kendi içinde çürümeye yüz tutmuş adalet sistemi hakkında bir şeyler söylemeye çalışıyor. Bunu yaparken biraz da Chan-wook Park’ın tasarladığı uzun vadeli intikam plânlarını andıran bir organizasyon üzerine kafa patlattığı, uzun müddet bu plânı sistem eleştirisine ortak etmeyi de başardığı söylenebilir. Hatta eleştiren yanını diri tutmak için sarfettikleri, Clyde’ın bir süre sonra John Doe (Se7en), V (V For Vendetta) veya Hannibal Lecter çağrışımlı süper zeki anti figürlerden beslenen gizemli bir kompozisyon olarak algılanmasına uygun ortam hazırlıyor. Aynı zamanda Mel Gibson’ın Payback ve Conspiracy Theory’deki zeki, gözüpek tek tabanca ekolüne de yakın oynuyor.


Orta sınıfın biraz üzerinde bir eş ve baba olan Clyde’ın hukuk sisteminin yozlaşmasına karşı giriştiği organize mücadele fantezisi, birtakım yasal boşluklardan hem resmî, hem de psikolojik olarak nasıl faydalanılabildiğini gözler önüne seren gerçeklikler sunuyor. Örneğin Clyde’ın çıktığı ilk duruşmada hâkime oynadığı oyun (ya da verdiği ayar!) görülmeye değer. Aynı şekilde Clyde ve Nick’in diyaloglarındaki resmî, vicdanî, insanî sorgular, basit doldur boşaltlar yerine seyircideki merak boşluklarını doldurmaya, sonra da üzerinde düşünmeye sevk eden akıcılığa sahip. Ama Clyde’ın eylem plânı uzatıldıkça bunun bedellerini türlü mantık hatalarıyla ödüyor film.

20’den fazla patente sahip bir mucit olan Clyde’ın, filmin ortalarında ifşa edilen sürpriz statüsü gidişatı daha da canlandırıyor. Lâkin Kurt Wimmer’ın, yaşadığı trajedi sonrası kendini hukuken de eğitmiş bilim adamı Clyde’ı dönüştürmeye çalıştığı şey filmi adım adım klişelere götürüyor. En önemlisi de, Wimmer’ın baştan itibaren bize benimsetmeye çalıştığı ve bunda başarılı olduğu Clyde ile, filmin ortalarından sonra gösterdiği Clyde arasında ciddi çelişkiler var. Wimmer’ın arkasında durduğu ve sıra dışı kahramanıyla bunu sağlamca desteklediği sistem karşıtlığı ve macera aklı, anlaşılmaz biçimde (veya Hollywood sistemi içinde anlaşılır biçimde) yön değiştirmeye başlıyor. Hem kendisini hem de kahramanını haklıyken haksız duruma düşürüyor. Yasalardaki boşluklara ve yeri geldiğinde hukukun tuttuğu tarafların saçmalığına -haklı olarak- o kadar atıp tutacaksın, sonra da bile isteye haklıyı haksıza çevirecek, “yasalar haklının yanındadır ve haklı her daim kazanır” didaktiğine bağlayacaksın. Seyirciye önce taraf tutturacaksın, sonra da “hayır aslında benim kahramanım ve onun temsil ettiği değerler buydu” diyeceksin. Afişlerinden birindeki sloganda yazdığı üzere "parmaklıklar ardındaki bir katili nasıl durdurursunuz" cümlesi midir filmin esas derdi? Bu yazıda adı geçen tüm filmler en başta kendi doğrularını inkâr etmeyip arkasında sonuna kadar durdukları, kendi disiplinleri içinde ters köşelere top atabildikleri için çok iyi filmler. Law Abiding Citizen ise öyle bir film olmamış ne yazık ki.


Şu sıralar epey popüler olan Gerard Butler, rolünün ederi neyse bahşişi ile birlikte ödüyor. Fakat filmde asıl dönüşüme uğraması, kişiliği ve mesleği arasında sıkışması, vicdanıyla yüzleşmesi, Clyde ile empati kurması gereken savcı Nick Rice, hem Wimmer’ın onun için çizdiği yol haritası, hem de Jamie Foxx’un neredeyse baştan sona aynı yüz ifadesiyle ruhsuzlaşan oyunu yüzünden tamamlayıcı olamıyor. Clyde gibi güçlü ve gizemli bir kişiliğin ağırlığını paylaşamıyor. Clyde’ın ailesinin katledildiği fotoğraflara bakıp içinden “seni anlıyorum” demesi yeterli değil. Üstelik Clyde ile o kadar sahnesi varken bu duyguların hiçbirini doğru dürüst aktaramıyor. Doubt’taki kısacık rolüyle gönüllere taht kuran Viola Davis, buradaki kısacık rolüyle çok silik kalıyor. Yan rollerden birinde çok beğendiğim İrlandalı aktör Colm Meaney’i görmek de ayrıca sürpriz oldu. Ayrıca filmdeki en baba repliklerden biri de ona ait: “Hafifletici sebep sadece suçu işlemediyse geçerli olmalı.”

Aksiyona biraz fazla yüklenmiş olsa da Equilibrium gibi iyi bir filme adını yazdırmış Kurt Wimmer’ın yazdığı, The Negotiator’dan başka bir filmini beğenmediğim F. Gary Gray’in yönettiği Law Abiding Citizen, macerası, eleştirisi ve meselesini belli bir süre etkili biçimde götüren (öyle ki filmi izlerken, bağlayacağı sona göre yılın en iyilerinden biri olarak bile gösterebileceğimi düşünmüştüm), ekrana çivileyen bir film. Ama film bitince anladım ki o çivi paslıymış!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder