Yönetmen: Ruben Fleischer
Oyuncular: Woody Harrelson, Jesse Eisenberg, Emma Stone, Abigail Breslin, Bill Murray
Senaryo: Rhett Reese, Paul Wernick
Müzik: David Sardy
Zombieland, zombilerin istila ettiği bir dünyada hayatta kalmanın bir yolunu bulan bir grup insanın öyküsünü beyazperdeye taşıyor. Columbus (Jesse Eisenberg) zombiler karşısında hayatta kalabilmek için kendine özgü kurallar belirlemiş, biraz da korkak bir gençtir. Tallahassee (Woody Harrelson) ise türlü silahlarla zombi avlayan, tek amacı yeryüzündeki son Twinkie kekini yemek olan sert biridir. Yine hayatta kalmak için kendilerince eşsiz yollar bulan Wichita (Emma Stone) ve Little Rock'la (Abigail Breslin) güçlerini birleştirdiklerinde, neyin daha kötü olduğuna karar vermeleri gerekecektir: Birbirlerine muhtaç olmak mı, zombilere teslim olmak mı?
Bu yıl Watchmen’den sonra gördüğüm en harikulade jeneriğe sahip Zombieland, artık türün referans ve klişe yüklü sonradan görme örnekleri arasından çeşitli yönleriyle sivrilmesini bilen bir yol/zombi filmi. Birtakım referans ve klişeler Zombieland’de de mevcut. Zaten bu saatten sonra kilometresini sıfırlamış bir zombie filmi çekmek ne derece mümkündür tartışılır. Film en azından hazıra konmayan, kendine özgü pek çok tespit barındıran bir yapıda. Üstelik bunu yaparken kendinden keyif alıyor adeta. İşin gırgırında olduğu baştan belli. Fakat yine de hiç olmazsa o gırgırın hakkını verme yönünde gayet zeki hamlelerle ve monolog/diyaloglarla şekillenmiş bir mizah anlayışı var. Bir zombie komedisi çekiyorsanız absürdlük olmazsa olmazdır. Absürdlüğünü bile boşa sallamıyor neredeyse.
Gerek zombi salgını sonrası Amerika’nın hayalet şehir tasviri, gerek bu tasvirin sağladığı bazı fantezileri ve şakaları, gerekse bunları sıkıcı olmadan ciddi mesajlara bağlama becerisi Zombieland’in hiç de boş bir film olmadığının kanıtları. Öyle ki birçok zombi filminde bir türlü dile getirilemeyen insanî duyarlılığı dört ana karakteri vasıtasıyla sanki basit bir refleksmiş gibi söyleyip çekiliyor. Evet bu insanlar zombilerden kaçıyorlar ama zombi olmadan önce o insanlardan başka şekillerde yine kaçıyorlardı mesela. Zombiler yokken veya varken insanoğlunun bazı davranışları, beklentileri, saplantıları hiç değişmiyor. Columbus’un zombi tedbirleri (ve sonradan bu kurallara zombilerle ilgisi olmayan başkalarını eklemesi), Tallahassee’nin Twinkie saplantısı (ve bu saplantının aslında kendisinin insan kalabildiğini hatırlamanın bir yolu olduğu vurgusu), dolandırıcı Wichita ve Little Rock kardeşlerin Pasifik Lunaparkı hayali (ve müthiş dolandırma teknikleri), terk edilmiş bir Hollywood’da yapılacaklar, seksi komşu 406, zombi-palyaço ve tabiî yaşayan efsane Bill Murray’nin konuk olduğu harika bölümler, Zombieland’in Shaun Of The Dead’den sonra izlediğim en iyi zombi parodisi olduğu yönünde tereddüt bırakmadı. (Gerçi bu parodilerden de fazla yok!)
İlk uzun metraj yönetmenliğiyle Ruben Fleischer, bugüne dek çıkış yapamamış Rhett Reese ve Paul Wernick ikilisinin matrak senaryosunu aynı matraklıkta filme almış. Dört asıl karakter arasından Tallahassee tiplemesi, Woody Harrelson’ın tecrübesiyle bariz üstünlük sahibi. Genç oyuncular Jesse Eisenberg, Emma Stone ve 10 yaşında Oscar’a aday olduğu sarı minibüsten sarı Hummer’a terfi eden Abigail Breslin de bu tecrübenin altında ezilmemeye çalışıyorlar. Onların filmdeki rollerini oynamalarından önce film zaten onları oynuyor. Lost dizinin 25 bölümünde görüntü yönetmenliği yapmış Michael Bonvillain’ın çekimleri, film boyunca sık sık araya giren şarkılar ve zombilerden kurulu figürasyon da unutulmamalı.
“Diğer insanlar olmadan bizim de zombiden farkımız kalmaz” gibi dışarıdan kulağa biraz sıkıcı gelen mesaj kaygısının altını aile, aşk, dostluk temalarıyla keyif veren biçimde dolduran, yolculuğunu yarım bırakmış bir film. Bu yüzden uzun vadede Zombieland 2’nin geleceği de duyurulmuş. Genelde devam filmlerine sıcak bakmam ama 85 dakika üzerine bir 85 dakika daha olsa bayıla bayıla izlerim diye düşündüğüm bir filmin devamının çekilmesi sevindirici. Tabiî bu ekip yine aynı olursa!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder