Yönetmen: Dennis Iliadis
Oyuncular: Tony Goldwyn, Monica Potter, Sara Paxton, Joshua Cox, Aaron Paul, Riki Lindhome, Spencer Treat Clark, Martha MacIsaac
Senaryo: Adam Alleca, Carl Ellsworth, Wes Craven
Müzik: John Murphy
Collingwood’daki göl evine giden Mari ile arkadaşı Paige, orada psikopat ruhlu hapishane kaçağı Krug ve ekibi tarafından kaçırılırlar. Mari’nin tek umudu, anne - babasına ulaşıp oraya gelmelerini sağlamaktır. Saldırganlar bir sığınak ararken Mari’nin hayatta kalabilmeyi başarabileceği tek yeri seçmişlerdir. İntikam almaya kararlı Mari’nin ailesi, saldırganların hayatını cehenneme çevirecektir.
1972 Wes Craven filminin yeniden çevrimi olan The Last House on the Left, orijinal filmin orijinal konusundan hareket eden, tabi onu günümüz şartlarına uyarlamak adına pek çok değişikliklerle sunan bir film. Zaten 72 tarihli filmin, Craven’ın bir parlak buluş olduğu su götürmez “ava giden avlanır” hikayesini ele alış biçimi değiştirilmezse olmazdı. Teknik ve oyunculuk anlamında tam bir felaket olan o film, yine de içerdiği şiddet yüzünden çekildiği döneme damgasını vurmuş, yasaklanmış, lanetlenmiş ve kültleşmiş bir durumda. Tahammül edilmesi zor bir film olmasını da bana göre içerdiği şiddetten ziyade çoğunlukla bu özelliklerine borçluydu. Ama artık günümüz ile 72 yılı şiddet anlayışının farklılığı da orijinal filmi birçok kez ürkütücü olmak yerine komik duruma düşürebiliyor. Kaldı ki filmin en önemli ürkütücülüğü de o teknik ve oyunculuk eksikliğinin sağladığı amatör çiğlikten ileri geliyor.
İki film arasında “şu şöyleydi, ama bu böyle” diyebileceğimiz, bunların nedenlerini hem zamansız, hem de iki farklı dönemin şartlarından beslenen zamanlı yorumlarla analiz edebileceğimiz örnekler mevcut. The Last House on the Left 2009, içinde bulunduğumuz remake furyası düşünüldüğünde belli yönlerden pek de yerden yere vurulacak bir film değil aslında. Özellikle yönetmen Dennis Iliadis’in filmin bazı anlarında elde ettiği rahatlık, ikinci yönetmenliğini yapan bir sinemacı için gayet pozitif. Daha girişte kötülerin ne kadar kötü olduklarını yüklemeyi başardıktan sonra iş biraz daha hafifliyor. Suya atlayıp kaçmaya çalışan kıza ateş edilen sahnede ve karı kocanın birlikte mutfakta işledikleri cinayette Iliadis gerçekten iyi iş çıkarıyor. Zaten karı kocanın evlerine misafir ettikleri insanlar hakkındaki gerçeği öğrenmelerinden sonra “işte film şimdi başlıyor” diye içimizden geçiriyorsak Iliadis hakkında bu kanıya varabiliriz. Elbette kullanılan klişeler ve orijinal film kadar cesur olamayan yufka yürekli Hollywood elden geçirmeleri, filmin pazarlama güçlüğü çekmemesi yönünde kaygılarla dolu. Senaryo veya yönetim, artık kimlerin fikriyse, seyircinin yüreğinin yeterince soğumadığını düşünmüş olacaklar ki, bir de zorlama ek final koymuşlar. Bu Wes Craven tasarımı üzerine 50 yönetmen 50 film çekebilir. Ama belki hiçbiri o finali koymaz veya onu filme daha mantıklı biçimde yedirmeyi düşünebilir. Yine de orijinal filmin teknik garibanlığından eser taşımayan, özellikle karı koca rolündeki Tony Goldwyn-Monica Potter ikilisinin çok başarılı dönüşümleri yansıtmadaki tecrübelerine tanık olunan bir film.
Collingwood’daki göl evine giden Mari ile arkadaşı Paige, orada psikopat ruhlu hapishane kaçağı Krug ve ekibi tarafından kaçırılırlar. Mari’nin tek umudu, anne - babasına ulaşıp oraya gelmelerini sağlamaktır. Saldırganlar bir sığınak ararken Mari’nin hayatta kalabilmeyi başarabileceği tek yeri seçmişlerdir. İntikam almaya kararlı Mari’nin ailesi, saldırganların hayatını cehenneme çevirecektir.
1972 Wes Craven filminin yeniden çevrimi olan The Last House on the Left, orijinal filmin orijinal konusundan hareket eden, tabi onu günümüz şartlarına uyarlamak adına pek çok değişikliklerle sunan bir film. Zaten 72 tarihli filmin, Craven’ın bir parlak buluş olduğu su götürmez “ava giden avlanır” hikayesini ele alış biçimi değiştirilmezse olmazdı. Teknik ve oyunculuk anlamında tam bir felaket olan o film, yine de içerdiği şiddet yüzünden çekildiği döneme damgasını vurmuş, yasaklanmış, lanetlenmiş ve kültleşmiş bir durumda. Tahammül edilmesi zor bir film olmasını da bana göre içerdiği şiddetten ziyade çoğunlukla bu özelliklerine borçluydu. Ama artık günümüz ile 72 yılı şiddet anlayışının farklılığı da orijinal filmi birçok kez ürkütücü olmak yerine komik duruma düşürebiliyor. Kaldı ki filmin en önemli ürkütücülüğü de o teknik ve oyunculuk eksikliğinin sağladığı amatör çiğlikten ileri geliyor.
İki film arasında “şu şöyleydi, ama bu böyle” diyebileceğimiz, bunların nedenlerini hem zamansız, hem de iki farklı dönemin şartlarından beslenen zamanlı yorumlarla analiz edebileceğimiz örnekler mevcut. The Last House on the Left 2009, içinde bulunduğumuz remake furyası düşünüldüğünde belli yönlerden pek de yerden yere vurulacak bir film değil aslında. Özellikle yönetmen Dennis Iliadis’in filmin bazı anlarında elde ettiği rahatlık, ikinci yönetmenliğini yapan bir sinemacı için gayet pozitif. Daha girişte kötülerin ne kadar kötü olduklarını yüklemeyi başardıktan sonra iş biraz daha hafifliyor. Suya atlayıp kaçmaya çalışan kıza ateş edilen sahnede ve karı kocanın birlikte mutfakta işledikleri cinayette Iliadis gerçekten iyi iş çıkarıyor. Zaten karı kocanın evlerine misafir ettikleri insanlar hakkındaki gerçeği öğrenmelerinden sonra “işte film şimdi başlıyor” diye içimizden geçiriyorsak Iliadis hakkında bu kanıya varabiliriz. Elbette kullanılan klişeler ve orijinal film kadar cesur olamayan yufka yürekli Hollywood elden geçirmeleri, filmin pazarlama güçlüğü çekmemesi yönünde kaygılarla dolu. Senaryo veya yönetim, artık kimlerin fikriyse, seyircinin yüreğinin yeterince soğumadığını düşünmüş olacaklar ki, bir de zorlama ek final koymuşlar. Bu Wes Craven tasarımı üzerine 50 yönetmen 50 film çekebilir. Ama belki hiçbiri o finali koymaz veya onu filme daha mantıklı biçimde yedirmeyi düşünebilir. Yine de orijinal filmin teknik garibanlığından eser taşımayan, özellikle karı koca rolündeki Tony Goldwyn-Monica Potter ikilisinin çok başarılı dönüşümleri yansıtmadaki tecrübelerine tanık olunan bir film.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder