15 Ocak 2009 Perşembe

Tropic Thunder (2008)


Yönetmen: Ben Stiller
Oyuncular: Ben Stiller, Robert Downey Jr., Steve Coogan, Jack Black, Nick Nolte, Matthew McConaughey, Tom Cruise, Jay Baruchel, Brandon T. Jackson, Reggie Lee, Danny R. McBride, Brandon Soo Hoo
Senaryo: Ben Stiller, Justin Theroux, Etan Cohen
Müzik: Theodore Shapiro

Tropic Thunder ilginç bir sahte fragman yöntemiyle filmde karşılaşacağımız film yıldızlarını tanıtarak başlıyor. Bitmek bilmeyen aksiyon serilerine, Eddie Murphy’nin her karakteri farklı makyajlarla kendisinin canlandırdığı filmlerindeki gibi şişkin egolara ve eşcinselliği sıra dışı konumlarda dile getirmeye yönelik tezat senaryolara göndermeler yapan bu fragmanlardan önce de Alpa Chino adındaki rapçinin hip-hop klibinden bozma enerji içeceği reklamını izliyoruz. Bu enteresan girizgah, yıllarını Hollywood sektörünün göbeğinde geçirmiş, her türlü oyuncu profiline ve ilişkisine tanık olduğu su götürmez Ben Stiller’ın oyuncu arkadaşı Justin Theroux ile yazıp kendisinin yönettiği Tropic Thunder’ın rotasını az çok belli ediyor. Stiller içinde doğup büyüdüğü sistemi eleştirmeye soyunuyor. Peki uğruna soyunduğu amacı gerçekleştirebiliyor mu, soyunduğuna değiyor mu?

Stiller’ın hedef aldığı kaprisli meslektaşları ve çıkarcı yapımcılar, kendisinin tecrübe ettiği gözlemleri sayesinde bazı anlarda zekice eleştirilmiş. Öyle ki, ana eksendeki oyuncu-yapımcı eleştirisi yanında menajer, yazar, yönetmen, hatta özel efekt uzmanı bile parça parça bu eleştirilerden payını alıyor. Oyuncu disiplini yönünden akla yatan kişisel tespitleri var. Mesela 5 Oscar almış Kirk Lazarus ile, zihinsel özürlü Simple Jack isimli bir genci canlandırdığı, tek ödül alma potansiyeli olan rolü ile görmezden gelinen Tugg Speedman’ın ormanda ettikleri sohbet sırasında Lazarus’un özürlü rolleriyle alınan ödüllere atıfta bulunduğu “Sean Penn / I Am Sam” teorisi buna en güzel örnek.
 
Menajerleri, sözde vitamin hapları, hizmetçileri, cep telefonları olmadan rol yapamayan oyuncu tipine bakışı ile, karşı yakada iş disiplinini abartmama yanlısı, oyunculuğun akıl hastanesine yatmadan da yapılabileceğini, içten gelen bir duygu ve yetenek işi olduğu savunusu ele alınırken, bunun için seçilen dekorun Apocalypse Now, Platoon gibi yapımlardan esinlenmesi de ilginç. Kendini beğenmiş, mızmız oyuncular için bir nevi “erkek olma” aşaması olarak tasarlandığı düşünülebilir. Yine genele vurursak, bir aksiyon oyuncusu ile 5 Oscar’lı karakter oyuncusunu aynı filmde buluşturup, bunun doğuracağı komik olduğu kadar düşündürücü tespitlere, çatışmalara dokunuşu yönünden başarılı olduğu anlar mevcut. Satır aralarında ok fırlatmak istediği Hollywood klişelerinden (evlat edinme, Panda sempatisi, post Vietnam yazarlar, MTV kitlesini avlamaya yönelik her yüksek bütçeli filme konma zorunluluğu hissedilen rap yıldızları, ödül garantili İngiliz işçiliği vs.) bazılarının hakkını vermek gerek. Bu klişelerin birer klişe olduklarının farkındalığı ile hareket edilmesi, yine bazılarının klişe olarak bırakılmayıp geri dönüşümünün de sağlanmaya çalışılması gayet olumlu.
 
 
Tabi bazıları eleştiriden ziyade sadece skeçlenmiş parçalar şekilde kalıyor. O parçaların bütünleştirilmesi esnasında ilerleyen hikaye süreci, sık sık o eleştirel yapıyı baltalıyor, klişeleştiriyor, sıkıcı ve anlaşılmaz hale getiriyor. Mesela Jack Black’in canlandırdığı komedi yıldızı Jeff Portnoy’un kaprisleri ve uyuşturucu bağımlılığı, bazen aşırı boyutlarda karikatür duruyor ve kendi payına düşen sahneleri slapstick komedi dışında bir yere varamıyor. O konuda becerisi tartışılmayacak oyuncuyu daha iyi örneklerde izlemişliğimiz vardır. Söylemek istediğim, filmin genele yayılan eleştiri dozunu ciddiyetle ayarlayamaması, belki de en olması gereken yerlerde kara mizah yapması beklenirken çocuksu ifadelere, kötü veya aşırı kişisel espirilere sıkça başvurması işi zora sokuyor. Zaten filmin şu “biz bunu film sanıyorduk, meğer gerçekmiş” durumundan yaratılan komedi yapısı üzerine konuşmaya bile değmez. Ama hepsinden öte filmin adeta kendi kendini sınava çektiği, kendi kendine meydan okumaya çalıştığı Simple Jack ve Kirk Lazarus tiplemeleri üzerinde çok konuşturacak ölçüde yorumlara açık.

Tugg Speedman’ın zihinsel özürlü Simple Jack performansı ile birtakım çevrelerden tepki çeken Ben Stiller’ın esas amacı elbette özürlü insanları bilinçsizce ucuz komedi malzemesi olarak sömürmek değil. Bu tip yanlış anlamalar sonrası ayağa kalkıp tepki gösteren çeşitli grup veya kurumların düz mantığından farklı olarak Stiller’ın eleştirmek istediği şey, rolü için akıl hastanesine yatan, hapisaneye giren, alkolik olan, kilo alıp veren, aksanını, tipini değiştiren, bir şekilde o rolü yaşadığına hem kendisini hem de çevresini ikna etmeye çabalayan, sonrasında rolün etkisinden kurtulamamış (veya tam tersi hemen sıyrılıp başka role adapte olmuş) izlenimi vermeye çalışan oyuncu meslektaşları. Metod oyunculuğu konusundaki ikiye bölünmüşlükte tarafını seçmiş olduğu söylenebilir bu yüzden.

Aynı şekilde Kirk Lazarus’un siyah bir karakteri canlandıran bir beyaz olarak kameralar çalışmazken bile üstünden çıkarmadığı rolünün hem fiziksel, hem de mental etkilerini terk etmemesi de eleştiriliyor. Zaten Lazarus'un varlık sebebi bu eleştiri. Kimse Stiller’ı bu eleştirel tercihlerinden ötürü suçlamamalı. Lakin niyet iyi olsa da Stiller’ın eleştirilerinin ne kadarının “eleştiri”, ne kadarının “gişe endişesi” olduğu tartışılır. Ayrıca Simple Jack ve Kirk Lazarus’un çektiği tepkiler “evet, böyle insanlar gerçekten var ve onların beyaz perdeye aktarılması da gayet normal, ama niye bu kadar fazla üzerine gidilmiş” şeklinde daha ılımlı şekilde de tartışılır. Stiller’ın yönetmen olarak oturmuş belli bir tarzı var mı bilmiyorum. Fakat bu filmin tarzı, tam da Speedman’ın kopmuş kellenin sahte olduğunu savunup onu yalamaya kalkmasındaki yaklaşım ile özetlense bile olur bana göre: Gidebildiği kadar uca gitme ve abartabildiği ölçüde komik olma gayreti…


Ses ve görüntü efektleri, kostümler, makyajlar, dublörler, figüranlar derken filmin son derece kalabalık mutfağından Tropic Thunder’ın çok önem verilmiş bir proje olduğunu anlamak mümkün. Bugüne dek hiç böyle görmediğiniz bir Tom Cruise’ün canlandırdığı Les Grossman benzeri yapımcıların bu devasa projeleri nasıl idare ettiklerine, filmleri riske atmamak için neler yapabileceklerine dair dokundurmalar da içeren Tropic Thunder, özenle seçilmiş büyük bir teknik ekibe sahip. Bunlardan belki de en fazla dikkat çekeni ise The Thin Red Line, Braveheart, Almost Famous, Legends Of The Fall, The Last Samurai gibi sanatsal anlamda örnek gösterilen filmlerin görüntü yönetmeni 2 Oscar’lı John Toll. Bir Hollywood komedisine birkaç gömlek büyük gelen John Toll isminden faydalanma şansına herkes sahip olamıyor. Özellikle ormanda geçen sahnelerin, seçilen mekanların, açıların, yeşil ve tonları ağırlıklı görüntü işçiliğinin John Toll eseri olduğunu ancak birisi “bu filmin görüntü yönetmeni John Toll’dur” derse anlayabilirdik. Çünkü onu böyle bir komediye yakıştırmak kolay değil. Tabi kendisi de tercih olarak yukarıda adı geçen filmlerindeki gibi ince bir işçilik sergilemiyor denebilir. Tropic Thunder’ın en önemli kozu belki de bu diye düşünülse de, aslında filme fazla gelen bir başka unsur daha var ki, o da Robert Downey Jr.’ın Kirk Lazarus performansı. Gerçi filme fazla gelen kısmı doğrudan bu performans değil. Lazarus rolünün, filmin ana geçim kaynağı olan eleştirel yanını en etkili biçimde yansıtmaya müsait rol oluşu ve film içinde film duygusu kadar, karakter içinde karakter güçlüğünün altından da başarıyla kalkabilmesi.

İçinde bulunduğumuz yıl pek çok iyi oyunculuktan özellikle iki tanesinin yeri benim için ayrı. Biri The Dark Knight ile uzun süre Tim Burton’ın Jack Nicholson ile yaratmış olduğu Joker efsanesinin adeta zihinlerdeki ezberini bozan Heath Ledger yorumu. Hiç şaka yapmayan, uçuk kaçık kıyafetler giymeyen, tek derdi kaos yaratmak olan ve yıllar önce kadim dostu Robert Smith’den (The Cure) etkilenmesi gereken kapkara bir Joker imajıyla belki Tim Burton’ın da ezberini bozan Heath Ledger duruşu olağanüstüydü. Üstelik Ledger bu duruşu birkaç adım öne taşıyarak bana göre Nicholson’ın yeterince öngöremediği “gerçek kötü” ve “gerçek zeki”yi sadece imaj yönünden değil, soğukkanlı bir dengesizlikle betimlemeyi başarıp sinema tarihinin iz bırakan karakterlerinden biri olmayı başardı. Ölüye saygı, Nicholson gölgesi veya sorunlu dönemden geçen bir çocuğun elinden çıkmış gibi duran tuhaf makyaj gibi bu performansa getirilecek negatif eleştirileri geri püskürtmeye muktedir olan tek şey bu arızalı performansın kendisidir. Tropic Thunder’daki Robert Downey Jr. yorumunun da farklı istasyonlarda, fakat yakın frekanslarda dolaştığını görmek mümkün.

Ağır makyaj altında belki de bir oyuncunun mesleki becerilerini ortaya çıkarma yönünde en büyük handikaplardan birini avantaja çevirmenin en çarpıcı örneklerinden ikisi. Başkasının taklidini yapan bir adamı canlandırıyorum diyor Kirk Lazarus. Bunu söyleyen ise aslında Robert Downey Jr. Bu matruşka misali iç içe geçmişlik, başarılı makyajdan öte, Downey’nin aksanına, vücut diline, mimiklerine de ustaca yansımış. Zaten senaryonun eleştirel boyutları en fazla Lazarus karakterinin bünyesinde anlam kazanıyor. Kirk Lazarus, aktörlük sorumluluğu / kabiliyeti / ukalalığı söz konusu olduğunda kesinlikle ilk akla gelmeyecek, ama geldiği vakit kontrolden çıkıp başka eleştiri malzemelerini de peşinden sürükleyecek muazzam bir fikir kesinlikle.


Mesela filmde sürekli siyah ağzıyla konuşan Lazarus’a bu tavrından ötürü sinir olan gerçek bir siyah olarak Alpa Chino’nun “sen Avustralyalısın, Avustralyalı gibi ol” demesi ve kısacık bir an da olsa yaşanan “people” krizi (siyahlar ve beyazlardan hangisinin kendi üzerine alacaklarını şaşırdıkları, seyirciyi de şaşırttıkları müthiş bir ırkçı alınganlığı anı), Lazarus’u, tabi Downey’yi ışıl ışıl parlatıyor. Sarışın mavi gözlü bir Avustralyalı’nın rolü uğruna yüzde yüz bir siyaha dönüşmesi, bir anda farklı sistemleri sorgulamaya başlayan farklı kişilikleri de beraberinde getiriyor. Aslında bir beyaz olan Lazarus’un siyah alınganlığı yapması, rolü uğruna özürlü, asker, katil, kral, çiftçi, İngiliz, Fransız olmuş oyuncuların, bizim bilmediğimiz (lakin tahmin edebileceğimiz), ama Stiller’ın yakinen gözlemlediği “rolün etkisinden sıyrılamama” göstermeliğine dolaylı da olsa çok donanımlı bir gönderme. Downey de o kadar donanımlı ki, filmin aktörlük mesleğine yapılan en yapıcı atıfların ve o matruşkaların altından hep o çıkıyor.

Tropic Thunder’ı izlemek için herkesin farklı nedenleri olabilir. Fakat izleyenler ister farkında olsun, ister olmasın, o nedenlerin çoğunun altından yine Downey çıkıyor. Tabi her filmi gidebildiği yere kadar yorumlamaya çalışırsınız. Ama Kirk Lazarus performansını yorumlarken, tıpkı Heath “The Joker” Ledger’ı yorumlamaya çalışırken olduğu gibi, nereye kadar gidebileceğinizi bilemediğiniz anlar oluyor. Çünkü her ikisi de filmin kendisiyle olduğu kadar, doğrudan filmin oyuncusu ile alakalı gösteriler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder