10 Ocak 2009 Cumartesi

JCVD (2008)


Yönetmen: Mabrouk El Mechri
Oyuncular: Jean-Claude Van Damme, François Damiens, Zinedine Soualem, Jean-François Wolff, Karim Belkhadra
Senaryo: Mabrouk El Mechri, Frédéric Bénudis, Christophe Turpin
Müzik: Gast Waltzing

JCVD, Jean-Claude Van Damme’ın kendi filmleri arasında en iyilerden biri olduğu kadar, son zamanlarda yapılmış en ilginç filmlerden de biri bana göre. Daha önce defalarca uygulanmış, işbilir senaristlerin elinde işgörür bir suç hikayesine sahip. Hatta Phone Booth benzeri bir çıkmaz sokağa bağlanmış türden, heyecanı sonuna dek ayakta tutacak kapasitesi var. Aslında avlanmış olanın av olarak polisin önüne atılması fikri pek orijinal sayılmaz. Fakat film sadece bu düz suç zemini üzerinden ilerlemiyor. Yani ilerliyor ama varlık sebebi bütünüyle bu suç hikayesi değil. İyi ki değil. Zira o kısıma pek özen gösterilmemiş. Pekala herhangi bir Van Damme aksiyonu olarak çekilebilecek bir film de olabilirdi. Alıştığımız B tipi aksiyonların giriş-gelişme-sonuç düzenini benimseyip video mağazalarına fazladan bir film daha ekleyebilirdi yönetmen. Ama yazıp yöneten Mabrouk El Mechri, bu düz soygun / rehine öyküsünü, Van Damme’ı kurmaca bir karaktere dönüştürmeyip, kendisini oynatarak işlemeyi seçmiş. Van Damme kurmaca bir filmde kendini oynasa nasıl olurdu”ya yanıt aramaya çalışmış. Bunu yaparken ise kurgu ve teknik yönünden ilginç deneylerde bulunmaktan kaçınmamış.

Mabrouk El Mechri, JCVD’yi bir oyun alanı ve elbette Van Damme’ı da baş oyuncağı gibi görerek özellikle yönetim anlamında güzel işler yapmış. Alıştığımız kas yığını, aksiyon objesi Van Damme’ın yerinde vesayet, vergi, özgüven sorunları olan film yıldızı Van Damme bulunuyor. Filmin açılışında, konuyu bilmeyen klasik Van Damme hayranlarını memnun edecek, ilerisi için de ümit verecek kesintisiz tek çekimle bir kurtarma operasyonu izleniyor. Ama çekim durunca bunun bir Van Damme filmi çekimi olduğu anlaşılıyor.

Böyle girişe sahip çok film izlemişizdir. Bazısı şaşırtma amaçlı, bazısı ise “bir filmden sonra gerçek hayatımızın filmi başlar” mesajlıdır. Sonrasında Van Damme’ı telaşla bir postaneye giderken, yolda karşılaştığı hayranlarıyla fotoğraflar çektirirken izleriz. Derken silah sesleri, kaos, polisler, medya ve soru işaretleriyle birlikte sıra dışı bir soygun / rehine durumunun ortasına düşülür. Sıra dışı olan, durumun Van Damme gibi bir dünya starının soygun yapıyor olması olarak algılanmasından kaynaklı. Van Damme’ın sorunlarına odaklanacağımız geri dönüşlerle bu durumun doğru olabileceğine inandırılmaya çalışılmamız, El Mechri tarafından gerçekten amaçlanmış bir şey mi bilemiyorum. Ama hem filmlerdeki Van Damme’dan, hem de gerçeğinden kötü adam olmayacağı fikri baskın olduğundan, maddi-manevi sorunları olsa dahi, onun böyle bir şey yapmayacağına olan güvenin yerli yerinde olduğu test edilmiş oluyor.



El Mechri bununla yetinmiyor, bu kez arkasını doldurarak cadde üzerinde yaşanan kaos anına farklı bir yönden tekrar geri dönüp, kafalardaki Van Damme flashbackleriyle biraz savruk da olsa bir bütünlük yakalıyor. Aynı şeyleri farklı mekanlarda izliyoruz. Telefonun polis tarafını gördükten bir müddet sonra, aynı sahneyi bu defa hattın diğer ucundan seyrediyoruz. Filmde de ifade edildiği gibi cevaplar sorulardan önce geliyor. Gerçi bu karışık açılardan neyin cevap, neyin soru olduğunu kestirmek, bardağın boş veya dolu tarafını görmeye benzetilebilir. Fakat söz konusu Van Damme ve onun böyle bir suç işleyip işlemeyeceği sorusu olunca soru-cevap problematiği yerini buluyor.

İsminden arap kökenli olduğunu tahmin ettiğim Mabrouk El Mechri, filmin başlarında DVD dükkanında sohbet eden iki arap aracılığıyla kısacık politik eleştirisini de yapıyor. 11 Eylül fikrini Bin Ladin'e CIA için çalışan Chuck Norris vermiş gibi bir komplo teorisini /geyiğini, 70'lerde aksiyon filmlerinin kötüleri Vietnamlılardı, şimdi ise Araplar benzeri bildik tespitlerle ve birtakım referans filmlerle dengeliyor. Filmlerinde beyaz tenli, renkli gözlü araplarla savaşmış Bruce Willis, Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger’dan farklı olarak hiç araplarla savaşmamış (bundan tam emin değilim) Van Damme’ın kasıtlı olarak seçilmiş olduğu da göz önüne alınabilir. El Mechri, bu politik bakışı diline fazla dolamadan teknik yönden kişisel deneylerine ağırlık vermeye devam ediyor. Kahve tonların ağırlıkta olduğu ve bu sayede flu atmosferin yarattığı karanlık çekimler, filmi estetik açıdan olgun bir zemine oturtuyor.

Tabiî bunun yanında El Mechri’nin bazı deneyleri geri de tepebiliyor. Örneğin, Van Damme’ın kafasına dayanmış bir silahtan kurtulduğu sahneyi iki farklı yorumla çektiği bölümlerden ilki, Van Damme’ın aksiyon starlığı ile gerçek hayatı arasında yaratılan ilüzyona etkili bir gönderme iken, aynı sahneyi başa aldığı ikinci sahnede gerçekte kendisinin o silahtan nasıl kurtulabileceği / kurtarılabileceği yönündeki yorumu yeterince ikna edici değil. Tamam, ikinci sahnede Van Damme’ı öldürsün ya da küçük düşürsün ki özgünleşme çabasına bir zirve yapsın, veya benzer bir ikilemeyi Funny Games’de gerçekleştirmiş olan Haneke’nin film-gerçeklik mantığına bürünsün beklentisi içinde değiliz. Filmlerinde bundan daha zor durumlardan kurtulmak onun için çocuk oyuncağı olmuş iken ilk sahnede “işte o Van Damme diyorsunuz. Ama ikinci ve gerçek tekrar “işte dünya vatandaşı, sıradan bir insan olan Van Damme dedirtmek için bulunmuş yaratıcı bir çözüm, hatta bir çözüm bile sayılmaz.



Yine de El Mechri’nin arayış içindeki üslubu, yaklaşık 5 dakikalık Jean-Claude Van Damme monoloğu ile bir başka artıyı daha hak ediyor. Bulunduğu sahneden yükselip direk kameraya konuştuğu kesintisiz bu sahne, filmin en fazla dikkat çeken sahnesi olması yanında, Van Damme’ın tarihinde oyunculuk anlamında da bir ilk olsa gerek. Kariyeri ve özel hayatı ile ilgili samimiyeti, ağlayan palyaço klişesinden farklı olarak, maddi-manevi problemleri olan bir film yıldızı ile, öz kızının kendisinden utandığı hüzünlü bir babanın dramını yansıtıyor. İnandırıcı bulup bulmamak izleyene kalmış bu tip sahnelerde belli bir metine dayanmayan ya da dayandığını hissettirmeyen içtenlik arayışında olanları memnun etme olasılığı yüksek. Çünkü El Mechri, o sahneye gelene kadar gerekli tüm kodları bize yüklemiş oluyor bir yerde. Mahkeme sahnesi, havale yapmak için girdiği postanede bir grup soyguncunun eline düşmesi, en mühim rakibi Steven Seagal’a rol kaptırmaya başladığı kendi sektöründe tutunma uğruna gösterdiği fedakarlıklar, uyuşturucu sorunu ve kariyer düşüşüne sebep olan yanlış seçimleri bu itiraflarla birleştiğinde daha kabul edilebilir bir hal alıyor. Van Damme’ın kendini oynadığı bir filmde, kendi itiraflarını kamera karşısında sunuş biçiminde de gereksiz abartılar sezilmiyor. Biraz da “biz Van Damme’ı gerçek yaşamda üzülüp ağlarken hiç görmedik ki bu performansı (!) yorumlayabilelim” durumu kendini belli ediyor.

Sonuç olarak, belki bu rol Van Damme’a bir zamanlar Double Team adlı filmde birlikte oynadığı, şimdilerde ismi Oscar ile yan yana anılabilecek duruma gelen Mickey Rourke çıkışı yaşatmaz. Zaten filmin işgörür suç hikayesi tarafı, üzerine düşülmeden sıradan bırakılmışlığı ile böyle bir çıkışın önünde ciddi engellerden biri sayılır. Fakat en azından işini bilen bir Mabrouk El Mechri’nin de gayretleriyle kendisine başka bir perspektifle bakılabileceği yönünde itibar sağlayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder