Yönetmen: Will Sharpe
Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Claire Foy, Andrea Riseborough, Toby Jones, Hayley Squires, Sharon Rooney, Aimee Lou Wood, Stacy Martin, Phoebe Nicholls, Adeel Akhtar, Taika Waititi, Richard Ayoade, Nick Cave
Senaryo: Simon Stephenson, Will Sharpe
Müzik: Arthur Sharpe
1860 - 1939 yılları arasında yaşamış İngiliz ressam Louis Wain biyografisi olan The Electrical Life Of Louis Wain, gerek Wain'in enteresan kişiliği ve hayatı, gerekse bu hayatı layığıyla perdeye aktaran yönetimi sebebiyle klasik biyografilerden bir nebze ayrılan bir yapım. İngiliz film ve dizi oyuncusu Will Sharpe'ın Simon Stephenson ile birlikte senaryosunu yazdığı, ikinci uzun metrajı olarak Will Sharpe'ın yönettiği film, tarzıyla umut veren bir yönetmenin müjdecisi. Filme dahil olduğumuz 1881 senesinde 21 yaşında olan Wain, kendinden küçük beş kız kardeşi ve annesiyle birlikte yaşayan, ailesinin maddi sorumluluğunu üstlenmiş deli dolu, yetenekli bir ressam. Çalışmak zorunda olmasına rağmen düzenli bir iş edinemeyen, bu konuda da sık sık korumacı kız kardeşi Caroline ile tartışmalar yaşayan Louis Wain, yaptığı hayvan resimlerini beğenen Sir William Ingram'ın verdiği fırsatı değerlendirerek dönemin önemli gazetelerinden birinde iş buluyor. Kız kardeşleri için tutulan yatılı öğretmen Emily Richardson'a tutulması ve kendisinden 10 yaş büyük Emily ile evlenmesi hayatının dönüm noktası oluyor. Zira Emily'nin özellikle kedilere olan düşkünlüğünden çok etkilenen, hem eşinden, hem de onun bulup eve aldığı sevimli kedi Peter'dan ilham alan Wain, kariyerinin de dönüm noktasını buluyor.
Louis Wain, Sir William'ın himayesinde çalışmaya başlamadan evvel para karşılığı şipşak çizimler yapan, tehlikeli ya da sevimli ayırt etmeden hayvanları resmetmeyi seven, boks yapan (ama beceremeyen), opera yazan (ama beceremeyen), elektrik devreleri çizen çılgın bir adam. Filme adını veren elektrik kavramıyla ilişkisi de filmin soyut, felsefi ve aynı zamanda şiirsel yönüne omuz verir nitelikte. Wain'in, bizi zamanda ilerleten şeyin elektrik olduğuna dair bir teorisi var. Ona göre kendi elektriğimiz ile geçmişi geleceğe dönüştürüyoruz. Üstelik bu süreç tamamen tersine de çevrilebilir. Zira geçmişi hatırlamak, geleceği hayal etmekten farklı değil. Hayatında çok önemli kayıplar yaşadıkça, ne kadar çok acı çekerse resimleri de o kadar güzel oluyor. Filmdeki benzetmeye istinaden karısı Emily ve kedisi Peter'a dair anıları, bir türlü yakalayamadığı havadaki o gizemli elektrik için bir paratoner haline gelerek onu ilhama boğuyor. Hayatın temel taşlarından biri olarak gördüğü elektriğin, maddelerin elektron, pozitron, proton gibi parçacıklarının hareketleriyle ortaya çıkmış bir enerji türü olmasının ötesinde, kullanılış veya maruz kalınış şekline bağlı olarak insan bedenine ve ruhuna yaptığı etkileri keşfetmeye, anlamaya, yorumlamaya çalışıyor.
Wain'in hayvanlara, onları çizmeye, portrelemeye olan ilgisi, bir gün Emily ile birlikte yağmurda buldukları ve Peter adını verdikleri kedi yavrusu sayesinde kedi türüne yoğunlaşıyor. Dönemin bakış açısıyla kedi, köpek gibi hayvanların evcil hayvan olarak evlere alınıp beslenmesi toplum tarafından tuhaf karşılanmakta. Emily'nin şefkatli ve cesaretlendirici etkisiyle kediler özelinde hayvanlara karşı geliştirilen önyargıları ortadan kaldırmak için onları sanatının önemli bir parçası haline getiriyor. Kedileri antropomorfize ederek, yani insan dışındaki canlı ve cansız varlıklara insansı anlamlar yükleyerek, kısacası insanlaştırarak resmetmek suretiyle "kötü bir elektrik formu" olarak tarif ettiği önyargıları, yanlış anlamaları, hor görmeleri değiştirip bunları sevgiye, hoşgörüye dönüştürmeye çalışıyor. Çeşitli hayvan derneklerinde üyelik, hatta National Cat Club'da yöneticilik yapıyor. Portreler, çocuk kitapları, dergiler, gazeteler, onun kedi sevgisini pozitif bir elektrik akımı gibi yaymasını sağlıyor. Özellikle Victoria Devri İngilteresi'nde çok popüler olan antropomorfik hayvan portre geleneğinde kendine özel bir yer ediniyor. Kıyafet giyen, enstrüman çalan, balık tutan, çay servis eden, operaya giden, oyunlar oynayan kediler yanında olağanüstü kaleydoskopik/fraktal kedi portreleri görüyoruz. Louis Wain, bir sanatçı olarak bu sevgi, sempati ve hoşgörü yolunda bir çok meslek kesiminden daha fazla yol alıyor.
Will Sharpe ve Simon Stephenson, bu malzemesi bol biyografiyi tasarlarken Olivia Colman'ın seslendirdiği bir anlatıcı belirlemiş ve Wain'in çocukluğunu, ergenliğini pas geçip, hayatında önemli değişimlerin ufukta gözüktüğü 1881 yılından başlamayı tercih etmişler. Nezaket ve zekanın buluştuğu bir üslupla kurgulanan diyalogları filmin zerafetine, sevimliliğine, dramatik kenarlarına, Louis Wain'in naifliğine çok yakışıyor. Sharpe, biçim olarak Wes Anderson'dan, Jean-Pierre Jeunet'den, Tim Burton'ın Little Fish ruhundan izler taşıyor. Görüntü yönetmeni Erik Wilson'ın, müzikleri yapan Arthur Sharpe'ın emekleri filmin dokunaklı yapısına büyük katkı sağlıyorlar. Claire Foy, Andrea Riseborough, Toby Jones gibi kaliteli oyuncular, Taika Waititi, Nick Cave, Richard Ayoade gibi kısa ama hoş misafirlikler sofrayı zenginleştiriyor. Benedict Cumberbatch ise her zamanki özverisi ve rolüne bürünüşüyle gerçek halini bilmediğimiz ama bu halini çok sevebilecegimiz Louis Wain performansıyla bu adamın zeki, çılgın, dingin, aşık, kederli kişiliğini adeta yeniden inşa edip bir sinema filmine uyarlıyor. Wain'in şizofrenliği veya dengesizliği üzerine hiç bir duygu sömürüsüne yüz vermeden bir rota çizen film, sanat tarihinin kıyısında kalmış sanatçılardan biri olan bu güzel insana, sanatına ve fikirlerine hak ettiği görünürlüğü sağlaması açısından ilgiyi hak ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder