Yönetmen: Orçun Benli
Oyuncular: Ahmet Mümtaz Taylan, Kaan Yıldırım, Hande Doğandemir, Bülent Emrah Parlak, Ulaş Torun, Nilperi Şahinkaya
Senaryo: Şükrü Üçpınar, Orçun Benli
Müzik: Sertaç Özgümüş
Şükrü Üçpınar ve Orçun Benli'nin senaryosunu yazdığı, Benli'nin yönettiği Gelincik, yerli sinemada pek rastlanmadığı üzere polisiye gizem türünde bir yapım. Rastlanmaması sebebiyle de buna alışkın ve hazırlıklı olmadığımız için onu kolaylıkla farklı bir yerde konumlandırabiliyoruz. Şehirden uzaktaki orman evine gelen bir genç adamın, uzun süre buraya uğramadığını anladığımız oyalanma sahnelerinden sonra ava çıkmasıyla ne sunacağını bilmediğimiz bu hikayeye giriş yapıyoruz. Adam önce tavşan olduğunu düşünerek bir gelincik vurur, onu yanına gittiğinde ise karşısına kendini Karadayı olarak tanıtan iri yarı bir adam çıkar. Onunla tanışırken adının Ayhan olduğunu öğrendiğimiz genç adam, Karadayı'dan gelinciklerin doğasını, en önemlisi de ne kadar kinci hayvanlar olduklarını öğrenir. Görevinden izinli olarak kendine ait bu dağ evine geldiğini anladığımız polis memuru Ayhan, kafasını toplamak için geldiği bu evde hem ardında bıraktığı anılarıyla yüzleşir, hem sürekli karşısına çıkan Karadayı'yı çözmeye çalışır, hem de evine musallat olan gelincikle mücadele etmek zorunda kalır. Orçun Benli bu hikayeyi anlatırken düz bir yöntem izlemiyor, sahip olduğu gizemi geri dönüşlerle besleyen bir kurgu tercih ediyor ki, filmi diri tutan en önemli unsurlardan biri bu tercih. Bu bütünü bir ekmeğe benzetirsek, seyircinin o ekmeğin izini sürebilmesi için ekonomik biçimde doğru yerlere kırıntılar bırakıyor.
Orçun Benli'nin 6. uzun metrajı olan Gelincik çeşitli yönlerden özel bir film. Önceki filmlerde de beraber çalışan Şükrü Üçpınar ve Orçun Benli ikilisinin sinema kaygısı içermeyen, gişe başarısından da uzak bu filmlerin ardından Gelincik gibi bir yapım ortaya çıkarmış olması az rastlanır bir durum. Bu kariyer içinde bambaşka bir yerde duran Gelincik, ülke sinemasındaki keskin sınıflaşma düşünülünce tür ve o türün yorumlanış biçimi dahilinde de az rastlanır bir film. Senaristlerin muhtemelen müslüman mahallesinde salyangoz satmak ya da "iş yapmaz" olarak gördükleri polisiye gizem türüne dair yaratıcı fikirler ortaya koyamamalarından doğan tembelliğe basit ama etkili bir cevap adeta. Önce Ayhan karakteri ile olta misali seyirciyi ilgi çekici bir muğlaklıkla yakalayan, fazla oyalanmadan onun karşısına Karadayı gibi bir adam koyarak bu muğlaklığı gerilimle katlayan, Ayhan'a dair geri dönüşlerle de başka bir kanaldan hikayesini katmanlayan Benli, atmosferini bozmayarak bu hikayeye dair kafamızdaki soruları ufak ama etkin dokunuşlarla cevaplıyor. Nelerden ya da kimlerden kaçtığı meçhul Ayhan ile, babacan tavrını şüpheci tavrıyla gölgeleyen (veya tam tersini yapan) Karadayı arasında daha ilk dakikadan itibaren oluşan tekinsiz hava, bazen bir pala, bazen bir balta, bazen bir tüfek gösterilerek, çoğu zaman da ikisinin birbirlerine keskin bakışlarıyla iyice geriliyor. Şömine başında içtikleri sahnede olduğu gibi bu gerginliğin içine bir miktar huzur karıştırma tuhaflığı bile başarıya ulaşıyor.
Benli ve Üçpınar, ellerinde Ayhan ve Karadayı gibi gerilim mayası çoktan tutmuş iki karakter olmasına rağmen bu avantajın üstüne yatmayıp asıl meselesine doğru ağır ama emin adımlarla yürümeye başlıyor. Başlarda filmin geçtiği zamana dair bir belirsizlik olsa da, araba, telefon gibi nesnelerle ya da flasbacklerle bir miktar kafa karışıklığı yaratıp bu belirsizliği yavaş yavaş ortadan kaldırmaya başlaması o emin adımların değerini ortaya koyuyor. Sözü edilen "ağırlık", "yavaşlık" aslında filmin en önemli karakterlerinden biri. Üstelik 75 dakika gibi bir sürede bu yavaşlığın bir kendini ifade unsuru olabilmesi hayranlık verici. Filmin bu karakter avantajıyla yetinmeyip kendini bir noktadan sonra siyasi açıdan beklenmedik bir yere konumlandırması, 90'ların terör ve terörle mücadele dinamiklerinde gezinen cesur bir politik gerilime evrilmesini sağlıyor. Huy olarak insanlara benzeyen fiziksel varlığı yanında, intikam peşindeki kinci geçmişin de bir metaforu sayılabilecek gelincik unsuru, Karadayı'nın "yukarıdakiler"e gönderme yaptığı tanrı kral Xerxes hikayesi, geçmişte yaşanan bir olayın içinde görünmez olup o olayı yerinde izleyerek hatırlama gibi parçalar, filmin sürekli kendini canlı tutma hamleleri olarak metni ve sinematografiyi güçlendiriyor.
Gelincik, son dakikalarında çözülmeye başladığı anlarda alıştıra alıştıra açığa çıkardığı nefis sürpriziyle, adını verdiğimiz zaman o sürprizi bozabilecek bazı tanıdık yabancı filmlerin finallerini hatırlatıyor. Ama o finallere benzemek için kastığını kesinlikle düşündürmüyor. Zira o final bloğuna kadar zaten kendi ayakları üstünde durabilmiş olan film, böyle anlamlı bir finali hak ediyor. Ayhan ve Karadayı arasında genelde Karadayı'nın yönlendirdiği diyaloglar, yaşanan tansiyon böylece nihai cevabına ulaşıyor. Vicdan, pişmanlık, geçmişin muhasebesi ve dahası bu finalin satır aralarından taşarak bir sele dönüşüyor. Ayhan'ın ürkeklik ile gerginlik arasında asılı kalmış ruh halini çok iyi veren Kaan Yıldırım ve Karadayı'nın keder ile gerginlik arasında asılı kalmış bilgeliğini çok iyi aktaran Ahmet Mümtaz Taylan'ın performansları filmin doğasına çok uygun. Karşılıklı sahnelerde sık sık Karadayı'nın ortamı sinsice germeye çalışan ince çıkışları, Ayhan'ın bunlara sinirlenip kendini frenleyişi ve bunların seyirciye olması gerektiği gibi ulaşması, bu iki oyuncunun gücü kadar, Orçun Benli'nin onları diyalogların gidişatına uygun biçimde kadrajlayan, türlü tempo ve kurgu becerileri içeren yönetmenliğiyle de mümkün oluyor. Gelincik, Şükrü Üçpınar ve Orçun Benli ikilisinin kariyerinde gerçek bir kırılma noktası. Yepyeni bir başlangıç. Hatta ilk olmayan bir ilk film.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder