31 Mart 2018 Cumartesi

Last Flag Flying (2017)


Yönetmen: Richard Linklater
Oyuncular: Steve Carell, Bryan Cranston, Laurence Fishburne, J. Quinton Johnson, Yul Vazquez, Deanna Reed-Foster
Senaryo: Richard Linklater, Darryl Ponicsan
Müzik: Graham Reynolds

2003 yılında geçen filmde, geçmişinde Vietnam’da sıhhiye olarak askerlik yapmış, bir karışıklık sonucu askerliğin son günlerini hapiste geçirmiş olan Larry 'Doc' Shepherd'ın (Steve Carell) Irak’ta askerlik yapan oğlu öldürülmüştür. Oğlunu defnetmek için 30 yıldır görüşmediği eski asker dostları olan bar işletmecisi Sal (Bryan Cranston) ve rahip Mueller'dan (Laurence Fishburne) yardım ister. Oğlunun ölümünün arkasındaki gerçekler ortaya çıkınca üç dost kendi geçmişleriyle de yüzleşmek zorunda kalır. Çıktıkları bu yolculukta geçmiş anılarıyla şimdiki akıllarını karşılaştırma fırsatı bularak tekrar yakınlaşırlar. Darryl Ponicsan'ın aynı adlı romanından Richard Linklater ile birlikte senaryosunu yazdığı, Linklater'ın yönettiği Last Flag Flying, dramatik yoğunluğunda komedi unsurları da bulunduran, özünde savaşın anlamsızlığını iki kuşaktan farklı şekillerde tecrübe etmiş üç veteranın yol hikayesi olarak kendini tanımlıyor. Romanın senaryolaşmasına ne ölçüde katkı sağladı bilinmez ama bir diyalog ustası olan Linklater, tam kendi kalemi olan bir filme adını yazdırıyor.

"Müzmin bir baba, ağzı bozuk bir ateist ve geçmişine sünger çekmiş bir rahip yola çıkmışlar" diye başlayan bir fıkranın birçok versiyonunu dinlediğimiz Last Flag Flying, aslında trajik bir olayın arka planında tekrar biraraya gelmiş üç arkadaşın fıkra gibi diyalogları kadar, kederli yönleri, savaşın anlamsızlığını geç idrak etmiş eski deniz piyadelerinin pişmanlıklarından da bolca beslenmiş bir senaryo sırtlanıyor. Ne zaman ciddileşeceğini, ne zaman hüzünleneceğini, ne zaman cıvıtacağını bilen, hepsini dozunda kullanan film, temelinde yatan sorgulayıcı tavrını ise hep koruyor. Din ve savaş gibi yüzyıllarca insanoğlunun başına bela olmuş olguları lokal biçimde sorgulayarak belli bir genel çerçeve oluşturabiliyor. Fakat asıl amacı lokal kalabilmek ve özellikle Amerika'nın savaş politikalarının bedelini ödemek zorunda kalan gencecik insanların yasını tutarken, geç kalan hesabını da sormak. Önce kahramanca ölmenin (şehitlik mertebesi gibi), askeri bir cenaze törenini hak ettiği yönündeki onur mücadelesi ile, arkadaşlarına kola alırken haince vurulmanın arasındaki fark misali suni bir tartışma yaratılıyor. Neyse ki bu tartışma başka bir noktaya evriltilerek kör milliyetçi söylemler savuşturuluyor.

Bu noktada acılı baba Larry "ben bir deniz piyadesi defnetmiyorum, oğlumu defnediyorum" diyerek bu yol hikayesinin seyrini bir nebze değiştiriyor. Bu yüzden Irak'tan "eve", yani ölen askerleri onurlandırmak için defnedildikleri Arlington Mezarlığı'na gönderilecek oğlunu, gerçek evinin bulunduğu New Hampshire'a götürmek istiyor. Filmde sudan sebeplerle savaş çıkaran, hayatının baharındaki gençleri onur, gurur, üniforma masallarıyla kandırarak ateşe atan, cansız bedenlerini ülkeye getirdikten sonra da ailelerine ve topluma başka masallar okuyan sisteme karşı genel bir ümitsizlik hakim. Mesela filmin en muhalif ve renkli karakteri Sal, "her kuşağın kendine ait bir savaşı var. İnsanlar savaşları yaratıyor, savaşlar da insanları. Bu asla son bulmayacak" şeklinde bu haklı umutsuzluğu dile getirirken Mueller ise "belki birgün farklı birşey deneriz" diye ütopik bir umut taşıyor. Özellikle Sal- Mueller diyalogları, iki farklı hayat görüşünü temsil etmesi açısından akıcı, komik, düşündürücü anlarıyla müthiş bir enerji taşıyor. Bunların ortasında kalan Larry ise, evladını kaybetmiş bir baba olmanın vakurluğu ile savaş ortamını paylaştığı eski dostlarıyla buluşmanın buruk keyfinin arasındaki dengeyi buluyor.


Evrensel olmak gibi bir misyon üstlenmeyen, ama Vietnam ve Körfez Savaşı gibi Amerikan hükümetinin uydurduğu, sonuçları Amerika kadar pekçok ülkeye de acılar yaşatan iki büyük savaşın gölgesinden kurtulamamış bireylerin içini döktüğü film, vatan sevgisini bu savaşları çıkaran zihniyetten bağımsız ele alıyor. Yani Amerika'yı sevmek, Amerikan hükümetinin yıllar boyu aldığı savaş kararlarını, Vietnamlılara veya Ortadoğululara karşı kin ve nefret beslemeyi onaylamak anlamına gelmiyor. Film bunları tamamen Amerikan bakış açısıyla düşündüğü için, içerdiği mesajların kimi zaman lokal seviyede kalması gayet normal. Tıpkı Larry'nin trende yaptığı "Doc Hollywood" esprisi gibi, muhalifliği de, mizahı da sıklıkla bu yerellikte kendini gösteriyor. Komutanların acılı aileleri askeri kahramanlık zırvalarıyla, din adamlarının cennet vaatleriyle avutmaları ise artık yerel olmaktan çıkıp, 20'li yaşlarında bir gencin öldürülmesinin suçunu üstünden atma genelliğinin dışavurumu. Hükümetler, kendi yarattıkları düşmanlarla savaşmak, kendilerinin tehlikeye attıkları ülkeyi korumak için öne sürdükleri genç insanların hayatlarını hiçe sayıyorlar. Bunu da "kahramanlık", "onur", "gurur", "Arlington" gibi süslü payelerle allayıp pulluyorlar. Çalışarak, üreterek, araştırarak, tarım ve hayvancılığı geliştirerek, küresel ısınmayla mücadele ederek değil, savaşarak ülkeye hizmet edildiği algısı yaratılıyor.

Last Flag Flying, Amerika özelinde savaşlar ve savaş sonraları ile ilgili bunun gibi daha pekçok şeyi akıllara getiren bir film. Larry'nin ölen oğlu haricinde, onun Irak'taki arkadaşı ve aynı zamanda defin yolculuğuna eşlik eden genç asker Washington, üç arkadaşın Vietnam'dan tanıdıkları bir başka ölen asker (tabii onun yaşlı annesin ziyaret edildiği hüzünlü sahne), savaşların en büyük kaybedeninin bu genç insanlar olduklarına dair bir vurgu. Vietnam'dan sağ dönmüş üç gencin, yaşlandıklarında artık herşeye eski gözle bakmadıklarına, savaşların ise şekil değiştirerek yerli yerinde durduğuna acı bir gönderme. Tabii bu üç arkadaşın etkileşiminden ortaya çıkan canlı bir mizah. Carell, Cranston, Fishburne üçlüsünün kimyası, filmin keyifli diyalog trafiğinin, hazırcevaplılığının, eleştirel yönlerinin, mizahının, kederinin üstesinden kolaylıkla geliyor. Üç usta aktör, filmi çok iyi taşıyarak Linklater'ın işini kolaylaştırıyorlar. Espriler, küfürler, eleştiriler havada uçuşuyor. Hatta bazen bu üçlüyü Vietnam'daki halleriyle gözümüzde bile canlandırabiliyoruz. Yerelliği itibariyle propagandaya kaçtığı düşünülmesi muhtemel anların üstünü, Amerikan politikalarının sebep olduğu bu savaşların anlamsızlığını türlü şekillerde dile getirerek örtüyor. Oğlunu Arlington yerine evinin bahçesine gömmek isteyen bir babanın masum isteği, filmin asıl varoluş sebebi haline geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder