24 Aralık 2016 Cumartesi

Racing Extinction (2015)


Yönetmen: Louie Psihoyos
Müzik: J. Ralph

Japonya'nın Taiji bölgesinde süregelen yunus katliamlarını konu alan The Cove belgeseli ile 2010 yılında Oscar kazanan yönetmen Louie Psihoyos, bu kez tek bir hedefe odaklanmayıp, nesli tükenmekte olan bazı canlı türlerini korumaya çalışan bir grup gönüllü ve aktivisti ziyaret ediyor. Kimi zaman onlardan bu canlılarla ilgili çok ilginç bilgiler topluyor, kimi zaman The Cove'da olduğu gibi aktif biçimde onlarla sahaya iniyor, gerilla yöntemlerle yine tüyler ürperten gerçeklere tanık oluyor. Bu insanlar arasında parlak şirket kariyerini bırakıp kendini sualtı canlılarını araştırmaya, korumaya adayan fotoğrafçı, sinematograf, profesyonel dalgıç Shawn Heinrichs, elektrikli araçları yaygınlaştırma çalışmalarında bulunan Tesla Motors CEO'su Elon Musk, bu araçlarla yarışlara katılan yarışçı ve çevreci Leilani Munter, primatolog Jane Goodall, yeryüzündeki sesleri kaydeden Biyoakustik Araştırma Programı uzmanlarından biyolog Christopher W. Clark, dijital sanatlar uzmanı Travis Threlkel, National Geographic fotoğrafçıları, çevre araştırmacıları ve yazarlar bulunuyor. Psihoyos, bu insanlarla beraber kitlesel yok oluşa bakarken, sadece nesli tükenen hayvanları mercek altına almıyor. Halen olmakta ve olacak bazı çevre felaketleriyle sıranın insanlara gelmeye başladığını bilimsel verilerle vurguluyor.

"Dünya tarihinde beş kitlesel yok oluş gerçekleşmiştir: Ordovizyen, Devonyen, Permiyen, Triyas-jura ve dinozorları yok eden K-T. Bu kadar uzak tarihi algılayabilmek çok zor. 4.6 milyarlık dünya tarihinden bahsediyoruz. Dünya tarihini 24 saat gibi düşünelim. İnsanlık bu sürenin ne kadarlık kısmına denk gelir? Gece yarısından birkaç saniye öncesi, hepsi bu. Biz mahalleye yeni taşınmış çocuklarız." Belgeselin ilk 10 dakikasından sonra duyduğumuz bu cümleler, nasıl bir filmle karşı karşıya olduğumuzu biraz belli ediyor. Yeryüzündeki altıncı kitlesel yok oluşun tek nedeninin insan olacağı iddiası çok güçlü biçimde filmde yer alıyor. Üstelik bunun sadece bir iddia olmadığı, birşeyler değişmezse adım adım yok oluşa gittiğimiz gerçeği çok kritik örneklerle destekleniyor. Birbirine zincirleme bağlı olan etkenler, insanoğlunu felakete biraz daha yakınlaştırıyor. Örneğin doğal yaşam alanlarını yok ederek veya bu alanları ekilebilir arazilere çevirerek et, süt ve yumurtaya daha bağımlı hale geliyoruz. Bu da karbondioksit ve metan salınımını daha da arttırıyor. Artan karbondioksitin havaya etkisi sonucu oksijenin %80'ini üreten okyanuslar asit havuzuna dönüşüyor, okyanus canlı türleri birer birer yok oluyor, buzullar eriyor, buzulların altında bir canavar gibi yatan metan gazı canımıza okumayı bekliyor. O metan ki, iklim değiştirmeye etkisi karbondioksite göre 22 kat daha güçlü.


Louie Psihoyos, çevre duyarlılığına sahip bu bir grup insanla konuşurken veya onlarla birlikte belgesele materyal toplarken dünyanın farklı coğrafyalarından nesli tükenmekte olan canlılara ait dehşet verici, öfkelendirici, kahredici gerçeklere ulaşıyor. The Cove'da anlattıklarının kat be kat fazlasını izliyoruz. Hong Kong'daki bir terasta, okyanus dibinde bir kayalıkta, gece çökünce kepenkleri indirilen, içi kafeslenmiş canlı hayvanlarla dolu depolarda, tuhaf deniz ürünleri servis eden popüler bir restoranda, adında bir Endonezya köyünde hergün korkunç şeyler yaşanıyor. Ama bunların bir kısmını durdurmayı başaran bu insanları gördükçe hala umut olduğunu görüyor, onlardan biri olabilmek istediğimizi, olabileceğimizi farkediyoruz. Biraraya toplanıp dünyayı kötü güçlerden kurtaran süper kahramanların gerçek hayattaki süretleri olduklarını düşünebiliyoruz. Sosyal medyada kuru kuruya sıkça paylaşılan "karanlığa lanet etmektense bir mum yakmak yeğdir" sözü, farkındalık yaratmak için bütün kozlarını ortaya koyan böylesine mükemmel bir film ile paylaşıldığında gerçek anlamını buluyor.

Çevre duyarlılığı söz konusu olduğunda insanları bilinçlendirmek, bireysel ve kolektif bir farkındalık yaratabilmek için Racing Extinction gibi yapımları izlemek, izletmek önemli. Ama kesinlikle yeterli değil. Öyle ki, bu tip belgeselleri bile izleyip unutmaya meyilliyiz. Ederinin on katı fazla para ile satılan betonlar içinde, ironik biçimde bizi hızlandırmasını isterken aslında bizi hareketsiz bırakan araçlarla yaşıyoruz. Günde 207 litrelik çöp poşeti kadar metan üreten 1.5 milyar inekle aynı gezegeni paylaşıyoruz. Geçimini köpekbalığı veya vatoz öldürmekle sağlayan, üreme konusunda gösterdiği çabayı başka kaynaklar bulma konusunda göstermeyen cahil ve cani insanlar her yerde. Tüm çevresel yıkımlara, ihmallere, hukuksuzluklara seyirci kalıyoruz. Finaldeki görkemli görsel şov gibi sadece izliyor, heyecanlanıyor, üzülüyor, fotoğrafını çekiyor, sonra da yolumuza devam ediyoruz. Mum yakmıyor, şarkı söyleyen dünyayı dinlemiyoruz. Çünkü önceliklerimiz başka. Psihoyos, Heinrichs veya çevre protestolarında şimdiye kadar hayatını kaybetmiş yüzlerce insan zaten bizim yerimize birşeyler yapıyor. Yapanların sayısı yeterli gelmeyince ise, hiç gelmeyecek dişisine şarkı söyleyen O'o kuşu, yüzgeçleri kesildikten sonra suya bırakılan köpekbalığı (ki o köpekbalıkları dört kitlesel yok oluştan kurtulmuşlardı), yeryüzünde bir tane kalmış Toghie adlı ağaç kurbağası, artık bir tane bile kalmayan Çin nehir yunusu, korunması için 1.3 milyon dolar ödenek tahsis edilen Florida çekirge serçesi, geçim kaynağı niyetine acımasızca katledilen manta vatozları birer birer yok oluyor. Antropojen (insan çağı), içinde bulunduğumuz 6. yok oluşa adını vermek için bekliyor. Şayet birer mum yakmazsak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder