16 Şubat 2013 Cumartesi

God Bless America (2011)


Yönetmen: Bobcat Goldthwait
Oyuncular: Joel Murray, Tara Lynne Barr, Melinda Page Hamilton, Mackenzie Brooke Smith, Rich McDonald, Aris Alvarado, Maddie Hasson
Senaryo: Bobcat Goldthwait
Müzik: Matt Kollar

Artık medeni olmakla ilgilenmiyorsak niye kendimize medeniyet diyoruz?

80’li yıllarda Police Academy serisinin üç filmindeki komik Zed tiplemesi ile hatırlayabileceğimiz Bobcat Goldthwait, o yıllardan başlayan ve TV ağırlıklı süren oyunculuk kariyerine, 2000’de başlayan kendi halinde bir yönetmenlik kariyeri de eklemiş. Yazıp yönettiği 4. filmi God Bless America ise bunlardan en fazla ses getireni oldu denebilir. Ama tabii bu ses getiriş, büyük bütçeli bir gişe yapımı çektiği anlamına gelmiyor. Sade yapısı ve pek tanınmamış oyunculardan kurulu kadrosuyla indie bir film. Karısından ayrı yaşayan, bir kız çocuk sahibi Frank’in haksız yere işyerindeki bir sekretere cinsel taciz suçlamasıyla yıllardır çalıştığı şirketten kovulması sonrasında, zaten etrafındaki birçok şeye kızgınlık besleyen biri olarak sıra dışı bir karar alıp kendisine yapışan 16 yaşındaki Roxy ile cinayetler işlemeye başlamasını konu alan film, Bonnie & Clyde, Natural Born Killers, Network, Falling Down gibi yapımlara yaptığı göndermelerle kara komedi rotası çiziyor.

Medya merkezli bir eleştiri bombardımanına sahne olan God Bless America, Frank’in ekran karşısında zaplarken rastladığı farklı programlarda gördükleri sayesinde daha en baştan tanıdık bir sıkıntılı hava yaratıyor ve bu tanıdıklık sayesinde dikkat çekmeyi başarıyor. Haberlerden reklamlara, reality şovlardan yetenek yarışmalarına sadece bize değil, tüm dünyaya yabancı gelmeyecek bir yığın ayrıntının yer aldığı bu zapping bölümü, bu filmi görmeden önce de gerçek yaşamda kumandayla kanalları dolaşırken başımıza gelen medya kirliliğini bir kez daha anımsatıyor. Bu kirliliği her kanal değiştirişimizde hissediyoruz. Normal bir vatandaş olan Frank’in etrafındaki cehaletten muzdarip hali Goldthwait tarafından çok yerinde tespitlerle betimleniyor. Bu cehaletten biz de günlük yaşamımızda hemen hergün payımızı alıyoruz ya da daha kötüsü, o cehaletin bir parçası oluyoruz. Frank’in ağzından söylersek, artık hiç kimse içinde ünlüleri, dedikoduyu, sporu veya popüler politikayı barındırmayan bir konuşma yapmıyor. Bunlar da TV'de gördükleri, radyoda duydukları veya internette seyrettiklerinden ibaret.


Frank’in bu “konuşmama” haliyle ilgili derdi hiç de sıradan değil. Yani o bilindik “TV, internet vs. insanlar arasındaki iletişimi koparıyor” türü bir şikayetten daha fazlası. Frank’in derdi, sözkonusu olan Amerika’daki konuşma özgürlüğü çerçevesinde bağnazlığın, kadın ve hayvan düşmanlığının, eşçinsel zorbalığın, ırkçı ve tecavüz şakalarının serbestçe konuşuluyor olmasının, konuşma özgürlüğünün sınırları zorlayan bir yapıda olduğunun iddia edilmesi. Başka bir deyişle özgürlükler ülkesi Amerika’da bu konular rahatlıkla konuşulabilir, her yerde bunlarla ilgili şakalar yapılabilir. Ama Frank’e göre bu sınırları zorlama değil, sadece kaypak, menfaatçi ve duyarsız medyanın satmaya çalıştığı (ve her zaman satmayı başardığı) bir şey. Konuşma özgürlüğü medeni toplumların en belirleyici özelliklerinden biriyken, TV’deki yetenek yarışmalarında şarkı söyleyen zihinsel özürlü Steven Clark gibi insanları oraya çıkarmak, sonra da günlerce onlarla alay etmek, YouTube'a zahmetsizce yüklenen sapıkça videolarla eğlenmek, skandalları kendine kariyer basamağı haline getiren cahiller sürüsünün “özgürce” birbirlerine küfür edip kullanılmış tampon fırlatmalarını işyeri gündemlerinden biri haline getirmek, özgürlük kavramının başlangıç ve bitiş noktalarının sorgusunu gerektiriyor.

Boşanmış olan, uzaktan da olsa şımarık kızının kaprisleri yüzünden onunla sağlıklı bir ilişki kuramayan, üstelik bir de iyi niyetinin kurbanı olup cinsel taciz suçlaması yüzünden işinden kovulan Frank’in radikal biçimde medya sayesinde yozlaşmış dış dünya ile hesaplaşma kararı almasından sonra film tuhaf bir intikam hikayesine dönüyor. İlk cinayetini işlerken tanıştığı lise öğrencisi Roxy ile başlangıçta razı olmadığı bir suç ortaklığı kuran Frank, zamanla kendisi gibi fikirlere sahip olduğuna inandığı bu yaşından olgun kızı benimsiyor. (Hatta Juno filmine yapılan göndermeyle bu “yaşından olgun” meselesine de dokunduruyor.) Frank ve Roxy arasında geçen diyaloglar Goldthwait’in medyayı ve popüler kültürün yozlaştırdığı her şeyi kendince sorgulamasına uygun zemin hazırlıyor. Aile, din, müzik, sinema reklamlar, aşk, seks ve daha pek çok konu bu diyalogların içinden akıp gidiyor. Hatta Goldthwait, 40’lı yaşlarının ortalarındaki Frank ile 16 yaşındaki Roxy arasındaki uyumun cinsel çekim ihtimaline dair Woody Allen’dan Lolita’nın yazarı Nabokov’a uzanan pedofili çıkarımlarını kendi önüne koyup onların üzerinden atlamaya çalışıyor senaryosunda.


Başrol oyuncuları Joel Murray ve Tara Lynne Barr’ın başarılı performanslarıyla uyum içinde kapıp götürdükleri God Bless America her ne kadar pratiğini popüler anarşist fantezilerle şekillendiriyor görünse de, satır aralarında Frank’in diğer karakterlerle girdiği diyaloglarda kendini belli eden zeki teorilere ve gerekçelere de sahip bir yapım. Sinemadaki gürültücü tiplerden din simsarlarına, yetenek yarışması jürilerinden iktidar yalakası anchorman’lere insanı günlük hayatta çileden çıkarabilecek unsurları en kısa yoldan ortadan kaldırmayı hedeflemiş Frank gibi bir kahramana sahip film, bu gerekçeleri onun normalliği içinde işleyerek aslında ne kadar “bizim” olduklarına işaret ediyor. Frank gibi silahlanıp onları öldürmüyoruz belki ama ölmelerini istiyor, öldüklerinde seviniyoruz.

Bobcat Goldthwait’in özgürlük kavramına yaklaşımında ideolojik bulgulara rastlanması mümkün. Ancak özgürlük adı altında utanma duygusunun geri plana atılması ile, artık özgürlüğün övünülmesi gereken bir kavram olmaktan çıkması tipik bir Amerikan ikiyüzlülüğü olarak Goldthwait’i rahatsız ediyor. Üstelik bu ikiyüzlülüğün sadece Amerika’ya ait olmadığını da biliyoruz. Her şeyde olduğu gibi özgürlüğün de kötüye kullanımı en belirgin olarak medya yoluyla insanlara bulaşıyor. Bir şey eğer kaydedilmiyorsa hiçbir değeri kalmıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder