15 Mayıs 2007 Salı

Garage Olimpo (1999)


Yönetmen: Marco Bechis
Oyuncular: Antonella Costa, Carlos Echevarría, Enrique Pineyro, Pablo Razuk, Dominique Sanda, Adrián Fondari
Senaryo: Marco Bechis, Lara Fremder
Müzik: Jacques Lederlin

Annesiyle beraber yaşayan Maria, Arjantin’deki dikta yönetimi karşıtı bir militandır. Bir yandan fakir insanlara okuma-yazma öğretirken, bir yandan da askeri yönetimin baskılarına karşı yasadışı eylemler yürüten bir örgütte faaliyetlerde bulunur. Maria ve annesinin evinde kiracı olarak kalan genç Felix ise Maria’ya aşıktır. Felix, eve sürekli giyecekler ve bazı eşyalar getirmekte, bunlar hakkında sorulan sorulara kaçamak cevaplar vermektedir. Bir gün, Arjantin ordusuna bağlı polisler Maria’nın izini bulur ve onu militanlara işkence yapılan gizli bir garaja götürürler.

Daha 12 yaşındayken politik sebeplerden dolayı Arjantin’den ayrılmak zorunda bırakılan Marco Bechis, Şili asıllı Fransız bir anne ile İtalyan bir babanın çocuğuydu. Belki ergenlik döneminden edindiği haklı kiniyle ve yine muhtemelen uğradığı bu mağduriyeti hak etmediğini düşündüğünden, dışlanmasına sebep olan politik zeminden intikamını yeni bir yüzyılın eşiğinde son derece sarsıcı bir politik yapım olan Garage Olimpo ile almıştı. 1976-1982 yılları arasındaki askeri dikta rejimine yönelik mükemmel bir bakışa sahip film, meramını dehşet verici bir kavramla anlatıyor: Soru işaretleriyle yoğrulmuş bir aşk.


Rejim karşıtı militanların evlerinden karga tulumba alınıp, şehirdeki bir garajın bodrumunda türlü işkencelerle bilgi alınmaya çalışılmasını her iki açıdan, yani av ve avlananların gözünden izliyoruz. Diktatör rejimlerin yaşattığı bu durum, dönem dönem pek çok ülkenin sancısı olmuştur. Ancak işin içine, şartların peydah ettiği tuhaf bir aşk hikayesi girince sancı daha farklı bir boyut kazanıyor. Filmin merkezindeki güzel Maria, cahil insanların bilinçlenmesi için onlara okuma-yazma öğreten, aynı zamanda zalim yönetime karşı gizli bir örgütte aktif rol oynayan bir karakter. Annesiyle beraber evlerine kiracı olarak aldıkları Felix’in ise işkenceci ordu mensubu bir sivil olması ise tamamen tesadüf. Ama Maria’nın faaliyetlerinin ve yerinin tespit edilip tutuklanmasıyla birbirini tanıyan bu iki gencin buluşması, aynı zamanda tesadüfün trajediyle buluşması oluyor.

Filmde sıkça Buenos Aires’in tepeden görünüşüne şahit oluyoruz. Yeraltına indirilip işkence eden ve edilenlerin tüyler ürpertici atmosferinden bu sayede bizi sık sık kurtaran Bechis, aslında izleyeni yeraltından olabildiğince yükseğe çıkaran bu kuşbakışı görüntülerle, “yaşayan” bir şehrin, “yitik” insanlarına olağanüstü bir gönderme ustalığı gösteriyor. Bu görüntüler sadece yer altı-gökyüzü tezatlığı ile varılan, ölüm-özgürlük temalarına vurgu yapmakla kalmıyor, şehrin hareketli trafiğine, parklarına, havuzlarına, otoyollarına, gece ışıklarına bakakalmış bizlerin, daha diplerde olanlardan haberi olmayan niceleri olduğu gerçeğini de dolaylı yönden fark etmesine sebep olabiliyor.


İşkence üzerine bir film olmasına rağmen, işkencenin doğrudan uygulandığı şiddet sahnelerine hiç rastlamıyoruz. Sadece işkence sonrası bitkin düşmüş bedenlerin dramına tanık olabiliyoruz. Bir sonraki seansı bekleyen bu insanlara elektrik verilen sahneleri görmüyor olmamız, ucuz duygu sömürüsüne dayalı vahşi sahnelere sırtını dönmüş anlayışından dolayı çok olgun bir tavır sergiliyor. Üstelik bu haliyle çok daha ürkütücü, ama anlamlı olmayı da başarıyor. Korku filmlerindeki göremediğimiz katilden veya yaratıklardan korkmamıza benzer bir durum gibi, işkence sahnelerini göremesek de, yeraltındaki hücrelerle dolu o pis koridorlarda o korkunç atmosferi solumak bile yeterince ürkütüyor. Görmesek de, o hücrelerdeki insanların en ağır işkencelere uğradıklarına emin oluyoruz. Hatta filmden sonra göremediğimiz o şiddet sahneleri kafamızda şekilleniyor neredeyse.

Ama Marco Bechis, çok kontrollü bir işkence filmi çekmiş olsa da, bir şekilde zalimce davranmadan da geri durmuyor. Adı konması zor, arızalı bir aşk öyküsüne yaptığı sağlam ve bir o kadar da acımasız vurgularla, izleyenin tuttuğu tarafı da zaman zaman sınamıyor değil. Maria’nın, Arjantin ordusunun eline düşmeden önceki Felix’e olan davranışlarıyla, yakalanıp Felix ile karşılaşması ve yeraltında ondan başka yakını olmadığını anlamasıyla başka bir süreç başlıyor. Maria’nın Felix’i sevmeye başlaması ama öte yandan garajdan kaçmaya çalışması elbette bir inanç sapması içeriyor. Zaten Felix de Maria’ya “dışarıda olsaydık, yüzüme bile bakmazdın” diyor. O şartlarda ortaya çıktığını düşündüğümüz, platonik sayılabilecek bir aşkın samimiyetinden şüphe etmekte haklıyız da.. Ama Maria’nın trajik çaresizliği ile Felix’e sığınmasını anlamak da oldukça insani. Nüfuzunu kullanarak bir aşk elde eden Felix’in sevgisinden şüphe etmek zaten mümkün değil. O da bu adil olmayan durumun farkında ve ezikliğini Maria’nın işkence odasına çiçek ve yiyecek götürmekle, onu garajdan dışarı çıkarmakla üzerinden atmaya çalışıyor. Belki kendisinin de tek taraflı olduğuna inandığı bir aşkı yaşamak için sınırları zorluyor.

Felix’in Maria’yı garajdan dışarı çıkardığı bölüm, Bechis’in farklı bir işkence anlayışına sahip olduğunu gösteriyor bir yerde. İçinden çıkabileceğini düşündüğü bir aşk yaşadığını düşünen Felix’in, şartların üstünlüğünden faydalanarak kendine yarattığı o toz pembe gün, içimizdeki adalet anlayışına zalimce işkence etmekten hiç çekinmiyor. O sürekli tepeden gördüğümüz şehri, Maria ve Felix ile gezmeye başlıyoruz. Ama bu hızlı, masum,yarım yamalak ve trajik bir turu. İnsanın özgürlüğüne şükrettiği anları aklına getiren, normal çocuksu ve ergensi davranışları adeta boğazımıza düğümleyen sahneler. Ümit ve ümitsizliğin birbirine karıştığı kurtarılmış bir gün.


Marco Bechis Garage Olimpo'yu, yine açıkça göstermekten kaçınan o estetik üslubuyla bitirerek, yüzümüze öyle bir tokat daha atıyor ki, 76-82 iktidarının gerçek yüzü ancak bu kadar usta bir sinema diliyle anlatılabilirdi belki. Film boyunca sürekli tutuklanan insanların akıbetini öğrenmemizin yarattığı etki kolay unutulur cinsten değil. Anna adlı bir genç kızın yapmak için harekete geçtiği terörist eyleme bakışımızı ve Maria-Felix ilişkisini yorumlayışımızı derinden etkileyen Bechis, burada da yapacağını yapıyor ve bize son bir kuşbakışı görüntü sunuyor.

Bechis’in çok çarpıcı yönetimi, İtalyan asıllı aktris Antonella Costa ve aktör Carlos Echevarría’nın oyunculukları (Maria’nın talihsiz annesi Diane rolüyle Dominique Sanda’yı da unutmadan), Jaques Lederlin’in besteleriyle bazen ipini koparmış, bazen filmin trajedisine acı acı yarenlik eden çello partisyonları, benzersiz bir aşk-işkence-politik-gerilim filminde buluşuyorlar. Dünyanın pek çok ülkesi için hala güncelliğini koruyan bu meseleye bakışıyla ve düşündürdükleriyle Garage Olimpo farklı bir yere konmayı hak ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder