2 Mayıs 2007 Çarşamba

Typhoon (Taepung) (2005)


Yönetmen: Kyung-Taek Kwak
Oyuncular: Dong-Kun Jang, Jung-Jae Lee, Mi-yeon Lee, David McInnis
Senaryo: Kyung-Taek Kwak
Müzik: Kim Hyeong-seok

Soğuk savaş sonrası uluslararası anlaşma gereğince nükleer silahsızlanma başlatılmıştır. Çin ve Rusya’nın yakınlaşmasından rahatsız olan Amerika, gizlice Tayvan’da nükleer füze yönlendirme teçhizatlarından 12 adet üretir. Tayvan’a gidip gelen bütün askeri kargoları takip eden Çin’in bu teçhizatları fark etmemesi için askeri gemi yerine, normal bir kargo gemisi ile Okinawa’ya götürmek üzere yola çıkar.

80’li yıllarda Güneydoğu Asya’daki aşırı yoksulluk, çoğu eğitilmiş paralı askerlerden oluşan günümüz korsanlarının doğmasına sebep olmuştur. Bu korsanlar özellikle Asya gemilerine saldırmaktadırlar. Ama son saldırıları oldukça sıra dışıdır. Korsanlar bu defa bir Amerikan gemisine saldırır, gemideki herkesi katlederler. Gemideki ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı tarafından korunmakta olan kargoyu da almaları, olayın basit bir korsan saldırısı olmadığını göstermektedir. Üstelik işin içinde Çin ve Rusya’nın da bulunma ihtimali yüksektir. Çalınan kargo ise Amerika’nın Tayvan’da üretip Okinawa’ya götürdüğü 12 füze teçhizatıdır.

Japonya ve Amerika, Güney Kore’yi olayın dışında tutmak istemektedirler. Ancak ülkesi bir füze tehditi altında olan Güney Kore, Japonya ve Amerika’dan gizli bir istihbarat operasyonu düzenlemek için harekete geçer. Bunun üzerine elit bir asker ve ılımlı bir vatansever olan, Deniz Harp Okulu ikincisi olduktan sonra donanma istihbaratına getirilmiş, ilk görevinde de günlerce takip ettiği bir Kuzey Kore casus gemisini batırmış Üsteğmen Kang Se-jong, bu gizli ve tehlikeli görev için seçilir. Se-jong, çeşitli bağlantılar sayesinde cehennemin tam ortasına iner ve korsanların ele başı olan ve çok elim bir hayat hikayesine sahip Sin’in peşine düşer.

Sin ise, ele geçirdiği teçhizat için Ruslarla anlaşma yapıp, Çernobil nükleer atıklarından edinmiştir. Bu atıklar üzerine korkunç bir planı vardır. Üstelik Kuzey Kore askerlerince katledilen ailesinden geriye tek kalan ablası Choi’nin izini Rus takasçılar sayesinde bulmuştur. Ama Se-jong, Sin’den bir adım öne geçerek onun ablasını Ruslardan satın alır ve Sin’i beklemeye başlar.

 
Özetten de anlaşılacağı gibi son derece bıçak sırtı bir konu, dram ve politik gerilim düzleminde işlenmekte. Joint Security Area, Silmido, Welcome To Dongmakgol, Taegukgi gibi Kuzey ve Güney Kore arasındaki sevgi-nefret konulu filmlere bir halka da Taepung filmi ile ekleniyor. Ancak adı geçen filmlere benzer-benzemez yönlerin dışında, çoğunda kolektif bir mesaj var ki, o da Güney’in Kuzey’e ispatladığı bilinç farkının bir eseri. Kuzey’in uzlaşmaz tutumuna Güney’in cevabı her zaman anlamlı olmuştur. Aynı ırk, aynı dil, fakat ayrı politik duruşlara sahip olmanın avantajı Güney tarafından azami ölçülerde kullanılmıştır. “Kullanma” kelimesinden “sömürü” anlamı çıkması belli ölçülerde uygundur. Yalnız bu sömürü, Güney’in sağlıklı duruşu ile birleştiği vakit, negatif bir faydalanma içermez. Aslında içerse de fark etmez, zira Güney her zaman kendi doğrusunu savunan, Kuzey’in siyaseten yanlışlığını acımasızca yüzüne / yüzümüze vuran bir sinema anlayışını benimsemiştir. Fakat askeri ve siyasi yöndeki acımasız bakışını, insani yönden düşmanına çevirdiğinde mükemmel bir balans ayarı da sağlama başarısı göstermektedir. Yine politik ve askeri milliyetçiliği, ırksal yakınlık söz konusu olduğunda yerini hoşgörüye, hatta kucaklamaya bırakabilmektedir. Güney’in bu kucaklaması, gerçek düşmanın aslında süper güçler olduğu mesajını bahtsız ikizine iletmeyi de ihmal etmez.

Gyeong-taek Kwak, senaryosunu da yazdığı filmi yönetirken alışıldık Amerikan politik aksiyonlarına benzer, ama derinlerinde kişisel bir artistik kaygı da barındıran bir tutum içerisinde görülmekte. Kimi hareketli sahnelerdeki 24 dizisini andıran hareketli kamera kullanımı, farklı olduğu kadar etkileyici mekanlar, ışık-gölge oyunları, ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan temiz bir prodüksyon ile Hollywood çağrışımları yapabilir. Ama Hollywood’un o boğucu atmosferini tam olarak solumaya izin vermeyen bir Asya-Avrupa kokusu da yadsınamaz.


Filmin iki baş aktöründen Jeong-jae Lee’yi Il Mare'den, Dong-gun Jan’ı ise Taegukgi, The Promise, The Coast Guard gibi yapımlardan hatırlayabiliriz. Üsteğmen Kang Se-jong rolüyle Lee, katıksız bir beyaz perde ajanı olarak “iyi”yi temsil ederken, Sin rolündeki Jan ise modern zaman korsanı süretiyle “kötü”yü canlandırıyor. Oyunculuk olarak da Lee’den daha doyurucu bir portreye sahip. (Güney, Kuzeyli bir korsanı oynaması için ülkesinin en parlak aktörlerinden birini seçiyor. Belki saygı biçimi olarak, belki de inandırıcı olsun diye, belki de her ikisi.)

Yönetmen Kwak’ın bu çok özel iki karaktere şekil vermesinde, 1995 Michael Mann filmi Heat'den etkilendiğini söyleyebiliriz. Hatta elimizde bu yönde hiçbir bilgi olmadığı halde Kwak’ın bir Mann hayranı olduğunu da düşünebiliriz. İyi ve kötünün benzersiz mücadelesinin sergilendiği Heat'de, Pacino ve De Niro’nun Kuzey-Güney kadar farklı yerlerde durdukları halde yaşadıkları çekim, Kang Se-jong ve Sin’in çekimine çok benziyor. Ama Kwak tam bu noktada sinemacı (Taepung) ve sinemasever (Heat) çelişkisine kurban gidiyor. İyi-kötü arasında yaşanabilecek o enfes çekimi, çok sağlam bir siyasi altyapısı olduğu halde tekrar yaşatmada güçlük çekiyor. Heat'deki sinema tarihinin en anlamlı sahnelerinden biri olan De Niro ve Pacino’nun kafede karşılıklı sohbet ettikleri sahne, koskoca filmde ikilinin karşılıklı konuştuğu tek sahneydi. Taepung’da da bir minibüs sahnesi var. Kafede konuşulanlar Heat'in sonrasına bakışımızı ne kadar etkilediyse, minibüste konuşulanlar Taepung'un devamına bakışımızı o kadar etkilemiyor nedense. Kwak, ayağına gelen fırsatı tepiyor. Aynı ırka mensup, fakat birbirine düşman bu iki insanın birbirine söyleyecek ne çok şeyi var. Tabi ki sinema tarihine damgasını vuracak bir sahne yaratmayacak ama Heat'in daha gürültülü versiyonuna sahip teke tek finali bu sayede daha samimi gözükecek. O sahnede Sin, hasmına cümle kurmayacak. Heat finalindeki gibi her şeyi sessizlik anlatacak.. Kwak bir sinemacı olarak gereğini yapıyor, ama bir sinemasever olarak fazla duygusal davranıyor.



Ataları da yine bu politik güç dengelerinin kurbanı olmuş iki kardeş ülkenin bu iki ferdi, insani yönden birbirine yakınlık duyuyorsa, bu bizim için olmasa da, Koreliler için daha bir anlamlı. Sin’in korsan oluş ve Kuzey-Güney’i sıra dışı bir yöntemle yok etme girişimi sürecinde yaşadığı trajedi, filmin dramatik zirvesi olan küçükken kaybettiği ablasıyla karşılaşma sahnesi, bahsedilen hoşgörünün etkili yansımaları. Filmin finalinde Sin’in aslında ne yaptığını Kang-Se Jong’un kafa sesinden duymamız da Kwak’ın acemiliklerinden biri sayılabilir. Ama Taepung, her iki tarafın siyasetine, kendi sinemasının siyasetiyle bakmayı becerebilmiş başarılı bir yapım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder