26 Aralık 2008 Cuma

The Hottest State (2006)


Yönetmen: Ethan Hawke
Oyuncular: Mark Webber, Catalina Sandino Moreno, Laura Linney, Sonia Braga, Michelle Williams, Ethan Hawke
Senaryo: Ethan Hawke
Müzik: Jesse Harris

William ve Sarah bir barda tanışırlar. Kısa sürede önce arkadaş, sonra sevgili olurlar. William oyuncu, Sarah müzisyendir. The Hottest State’in konusu bu kadar. Ama hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamamız için hayattan yeterince ders almış olmamız gerek. Kaprisler, kaçamak oynaşmalar, doğru kişi olup olmadığını anlamaya yönelik sinsi sınavlar, başka bir şey düşünmeye fırsat vermeyen, uyku uyutmayan, kalp atışını hep belli bir hızda tutan, çoğu zaman da arttıran o adını koymaya çekinilen dürüst şapşallık hissi. William ve Sarah aşkı buluyorlar. Aşk üzerine çözümlemelerde bulunmak hem gereksiz, hem de bir ihtiyaç halini alıyor. The Hottest State’de ise bu iki hali birden yaşamak olası. Fakat özellikle ihtiyaç kısmına daha çok kafa yorduğu belli. O ihtiyacın altındaki, o ihtiyacı duyan bilincin altındaki fırtınanın başka başka sebepleri de olmuştur hep. Yani aşk duygusu, sadece birisini sevmekten ibaret değil aslında. Birisini severken ne kadar genç olursanız olun, araya hep diğer tecrübelerinizin de farkında olmadan sızdığını bilin. Sadece aşkta da değil, nefrette, intikamda, hoşgörüde, mutlulukta bile sürekli bir sızma mevcuttur. Aşık olduğumuzda başka hiçbir şey düşünemediğimizi sanırız. Halbuki bilincimizin merdiven altında o kadar çok şey uyandırılmıştır ki!

İşte William bu uyanışa, o sızmaya vakıf olmaya başladığı ve bunun üzerine gittiği için çok özel bir karakter. Bir insanı bu uyanışa ve bu sorguya iten sebep ise terk edilmek. Will ve Sarah arasında yaşanan onca güzel duyguya, ciddiyete, tutkuya, paylaşıma rağmen, bir gün Sarah, biraz zamana ihtiyacı olduğu bahanesiyle Will’den ayrılmak istiyor. Sanki ona aşık olmamak için onunla yatmaktan korkan, sonra doğru zaman olduğuna karar verip kendini teslim eden, Will’i cadı annesiyle tanıştıran, Meksika’da evlenmenin eşiğinden dönen kendisi değilmiş gibi. Oysa araya sadece bir parça uzaklık girmişti. Sarah’da ne değişmişti? Gözden uzak olan gönülden de ırak olur diye bir laf var. Bunun doğruluk payını kabul etsek bile, özlem duygusuna ne diyeceğiz? Will, Sarah’yı özlüyor, Will, Sarah’ya kavuşmak için bir sürü para ödeyip erken uçağa yer buluyor, Will, Sarah’dan özür dilemek için erkeklik gururu diye bir olguyu çöpe gönderecek çılgınlıklar yapıyor, Will hayatında tanıdığı en insana benzeyen kişinin Sarah olduğunu söylüyor. Will terk edilmeyi hazmedemiyor. Will, Sarah’yı seviyor!

Peki ya Sarah? Will’in durumuna bakarak Sarah’yı sadece onu test etmek için gönderilmiş ruhsuz bir dişi olarak görmek isteyebilirsiniz. Ama aşk söz konusu olduğunda ve terk etme/terk edilme bizim başımıza gelmediği sürece hep bir haklı, bir haksız arayacağız. Aşk, çift taraflı düşünebilmenin imkansızlaştığı bir durum. Aşk bencil bir duygu. O kadar bencil ki size, aşık olduğunuz kişiyi kendinizden daha fazla sevdiğinizi düşündürebilecek kadar da kör edici. Kendimizi Sarah’nın yerine koyabiliyor muyuz? Ethan Hawke bunu istiyor mu? Bir bakıma evet. Çünkü Will’in sürünmesini, sorgulamasını, kabullenememesini ,olgunlaşmasını görmek istiyor. Bunun için Sarah gibi duygusal dengesizliğinin kendisi de farkında olan bir kadını Will’in karşısına çıkarıyor. İki tarafta bu ilişkiyi istemiş olabilir. Ama zamanla bunlardan birinin diğerinden sıkılabileceği gerçeğini “gerçek” olarak bir karaktere yüklediğinde, terk edenin penceresinden bakma fırsatını da tepmek istemiyor Hawke. Will kadar Sarah’ya yoğunlaşmasa da, Sarah’yı anlayabilmemizi sağlayabilecek gerekli kodları da iliştiriyor. Will ve Sarah’yı yer değiştirmiş olarak düşünelim. The Hottest State’e bakışımız nasıl olurdu? O kadar karmaşık bir kader ki, bir maço, bir feminist, centilmen bir kovboy, kalpsiz bir fahişe, bencil bir inek, korkak bir şıpsevdi, mangal yürekli bir melek ve şu an aklıma gelen yüzlerce isim/sıfat bütünleşmesi de yer değiştirecekti belki. Yani mesele kadın-erkek meselesi değil. Bazen adaleti olmayan bir duygudan söz ediyoruz. Zaten birgün bitecek ve sizi ilk günkü heyecanından mahrum bırakacak bir duygu ne kadar adil olabilir ki? İşin acı tarafı, iki kişiden herhangi birinde bu hissin sonuna gelinmişlik, diğeri için iyileşmesi zaman alacak acıların başlangıcı haline geliyor. Ya sürdürebileceğiniz kadar bu yalanı yaşamaya devam edecek, ya da terk edileceksiniz.

 
 
Terk edilmek, terk edilen kadar, terk edenin de terk edildiği bir durum. Bunu bir kelime oyunu sanmayın. Taraflardan biri diğerini terk ettiğinde aslında her ikisi de terk edilmiş oluyor. Onları terk eden ise aşkın ta kendisi. Tabi hasar raporu her ikisi için de aynı rakamı göstermiyor. Terk eden için hafifleme, terk edilen için ağırlaşma söz konusu. Çiftler ölene dek hiç ayrılmasalar bile aşkın taze kalması beklenmemeli. Ekmek gibi bir ihtiyaç, ama bayatlıyor, küfleniyor, kuşlara yem ediliyor veya çöpe atılıyor. Terk edilme noktası ile herkesin kendi yoluna gitmesi arasındaki sürecin çok sancılı olduğunu terk etmiş veya terk edilen biri bile anlayabilmeli. Her ikisi de kendini haklı gösterecek nedenler üretmeye başlıyorlar. Aşk bitince ortaklık da bitiyor. “Meğer sen buymuşsun”dan bir sonraki evre, uydurma sevgililerle kıskandırma gayretleri, denize düşünce sarılınan yılanlar veya kendini oyalamaya/kandırmaya yönelik fuzuli meşguliyetler ile “hala güçlüyüm” evresi oluyor. Bizi istemeyen, bir süre sonra nasıl oluyorsa birdenbire zaten bizim de istemediğimiz oluyor. Dostça ayrılmak diye bir şey var mı sahiden? Nasıl oluyor bu? Benim etrafımda hiç olmadı. Olsa da zaten "dostça ayrıldık, hala arkadaşız" diyen bir çiftle de dostça ayrılmak gerekir bence. En mahrem duygularını paylaştıktan sonra yollarını ayıran bir çiftin bundan sonra aşka ve arkadaşlığa karşı daha donanımlı olması gerekirken verdikleri "biz hala dostuz" mesajı, "evet biz biraz salağız, ilerde aynı hatayı başka insanlarla yine tekrarlayıp başka kalpler kıracağız" ile aynı şey benim cehaletime göre. Ayrıldıktan sonra acı çekmemek, sürünmemek, ders almamak, olgunlaşmamak, değişmemek (evet değişmemek) demek, yaşanılmış olan şeyin aşk değil, basit bir uçkur kontrolü veya boş zaman aktivitesi olduğuna işarettir. "Ben aşk acısını yaşadım, ama hiç değişmedim" diyebilen aşık, kendisinden habersiz şekilde yaşayan bir ottur sanki. Öldürmeyen şey güçlendirirse eğer, güç de bir değişim değil midir?


William anlam veremediği terk edilişine anlam bulmaya çalışırken aslında bunu yanlış yerde, Sarah’nın kapısının önünde arıyor. Oradan alacağınız cevap "biraz zamana ihtiyacım var" olunca bunu anlamlandırmaya çalışmak, hele de Will gibi iflah olmaz bir aşık için delirme noktasına gelmek oluyor. Bu süre zarfında Will’in Sarah’ya karşı özür, geri dönme, tekrar eskisi gibi olma çabalarını acıyan gözlerle izliyoruz. Evet, belki siz olsanız aynı şeyi yapmaz, erkekliğinize leke sürdürmezdiniz ve Will’in çok bilmiş babası gibi “sevmekten vazgeçenler sevilmeye değmez” diye düşünebilirdiniz. Ama bunu Will’e anlatabilmek için onun acısını yaşamış olmanız gerekir. 8 yaşından beri babasız büyümüş, 21’ine geldiğinde her şeyi toparlaması gerekirken daha da parçalamış olduğunu düşünen, bir erkek olarak kadınlara karşı nerede hata yaptığını bilmeyen, cevaplar arayan, ama etrafında kimseyi bulamayan bir adam için üstesinden gelmek zorunda kaldığı şeyin farkında olmayan bizler, ekran karşısında sadece birer seyirciyiz.

 
İşlerin tıkanmaya başladığı, aşk tabusunun sorgulanmaya başladığı an, Will için bir dedektif gibi yanıt arama zamanı. Hayatının düzene girmeme sebepleriyle yüzleşmek, artık kaderi olduğunu düşündüğü terk edilme nedenlerini araştırmak için çaresizce tanıdığı insanlara başvuruyor. Kendisini tanıyan insanlara. Çünkü Will, Sarah ile yaşadığı aşktan hiç pişmanlık duymamıştır ki! “Bazen öyle biriyle tanışırsın ki, geçmişte yaptığın hiçbir şeyden pişman olmazsın. Çünkü tüm yaptıkların seni o kişiye ulaştırmıştır” diyen kendisidir. Şimdi içine düştüğü çaresizlik, hayatındaki her şeyi gözden geçirmesine sebep olmuştur. Okul, iş, aile hayatlarımızda karşımıza çıkan dertler, zaman zaman bize her şeyi terk etme hissi verirken, terk edilmenin başa açtığı dert neden bu kaçıp gitme duygusunu vermez? Çünkü anlam veremediğimiz bir şey ise cevaplar lazımdır. The Hottest State’in en önemli başarısı da bu çaresizlik duygusunu Will’in kırık kalbini hep öyle tutarak, bu sayede cevaplar için oyuncu/seyirci herkesi savaşa çağırarak denemesinde yatıyor biraz da. O cevaplar da bu saatten sonra ne kadar iyileştirici olabilirse artık.

Sarah’dan aldığı yanıtlardan zaten tatmin olmamış Will, (hocaya sınav sorularının cevaplarını sormak, üstelik belki cevabı kendisinin de bilmediği bir hocaya sormak gibi bir şey) önce annesine yöneliyor. Ondan aldığı bunaltıcı nasihatler yanında, ya sorunları idare edip mutlu, ya da onların üzerine gidip sefil olacağı dersini alıyor. Sonra da en önemli kişiyi, bu hale gelme müsebbibi olarak gördüğü babasına Sarah ile olan ayrılığının sebebini soracak kadar çaresizleşiyor. O güne kadar Will’e en mühim öğüdü "Teksas’ı kalbinden asla silme" olan bir babadan ne kadar sağlıklı cevap alabilirse artık. Kitabında “çocukken bütün insanların sana hayallerinin peşinden koşmanı söylemeleri, büyüyünce bunu denemeye kalktığında sana sırt çevirmeleri garip değil mi” cümlesini kuran Ethan Hawke, Will’in babasını bu şekilde planlarken (ve filmde onu kendisi oynarken) sanki kendi ihmal edilmişliği ve olgunlaşıp baba oluşuyla mı yüzleşiyor acaba?. Anne-babası daha 3 yaşındayken ayrılmış bir evlattan, oyuncu eski eşi Uma Thurman’dan doğma iki çocuk sahibi bir babaya uzanan hayatının belli belirsiz bir hesaplaşma olduğunu düşüneceğiz. Ama romanı yazdığı 1996 yılında Ethan Hawke, klibini de kendisinin çektiği Stay isimli kalp kırığı şarkının sahibi Lisa Loeb ile beraberdi. 10 yıl sonra kitabını senaryolaştırdığı zaman boşanmış ve geride iki çocuk bırakmış bir baba olarak Will’in ne yaptığını kendisinin bile tam olarak bilmeyen babası Vince’i oynamasına anlam yüklemek istiyor insan. Sıcak bir yatakta, bir sandalyede, arabanın arka koltuğunda, huzursuz bir yatak odasında başlayan hayatlar nerelere kadar gidiyor, anne karnından, baba kucağından hangi tutarsız sevgililere uzanıyor ve nerede gerçeği buluyor, işte The Hottest State bunu anlatıyor. En sıcak eyalet olan Teksas’ın, işine gelmediğinde ne kadar soğuk olabileceğini anlatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder