Yönetmen: Charlotte Wells
Oyuncular: Paul Mescal, Frankie Corio, Celia Rowlson-Hall
Senaryo: Charlotte Wells
Müzik: Oliver Coates
Sophie, tam 20 yıl önce Fethiye'de bir tatil köyünde babasıyla geçirdiği tatilin anılarıyla yaşayan bir kadın. O anılardan derlenen Aftersun, üç kısa filmi bulunan Charlotte Wells'in yazıp yönettiği ilk uzun metrajı. Wells bize küçük küçük verdiği bilgilerle 11 yaşındaki Sophie'nin boşanmış ebeveynlerin kızı olduğunu, babasıyla yapacağı birkaç günlük tatilin ardından İskoçya'ya annesinin yanına döneceğini söylüyor. 90'larda henüz 30'undaki baba Calum'un kızıyla çok sevimli bir ilişkisi var. Hatta kaldıkları oteldeki bir genç, baba ve kızını kardeş sanıyor. Wells'in seyirciyi dışlamayan fakat belli bir mesafe de koyan farklı anlatımı, zeminde ketum bir hüznün yattığı, geri kalan her şeyin bu hüzne entegre olduğu bir tarza sahip. Ama bu hüzün bile kendi mesafesini koymuş vaziyette. Her şey dahil bir otelde baba ve kızın günlük tatil rutinleri, her ne kadar filme bir omurga oluşturmuyor gibi görünse de, film yol aldıkça bu rutinleri gerçek veya kurmaca bir otobiyografik akışın parçaları olarak kabullenmek zor olmuyor. Bu rutin arasına serpiştirilmiş bazı baba kız diyalogları, bu tatil dışında idame ettirdikleri ayrı yaşamları hakkında ipuçları veriyor. Sophie, anne ve babasının yeniden birleşme ihtimallerini, babası kanadından yokluyor. Calum, Sophie'nin annesiyle olan hayatı hakkında sorular soruyor vs. Wells, Calum'un ne iş yaptığını, ne zaman ve ne şekilde evlendiğini, neden erken sayılabilecek bir yaşta baba olduğunu, neden ayrıldıklarını bilmemiz gerekmediğini düşünüyor. İstese hep yaptığı gibi bunları da ufak ufak seyirciye yükleyebilirdi. Ama bu otobiyografimsi kesiti olabildiğince sade, doğal, derme çatma kesme ve birleştirmelerle yansıtarak filmini sahiplenmeyi, onu kendi belirlediği sınırlar dahilinde ifşa etmeyi veya kapatmayı seçiyor adeta.
Bağimsız formatta sıradan bir "baba kız tatilde" filmi izleyeceğimizi sanırken, yetişkin Sophie'nin saplanıp kaldığı spesifik bir anı ve bu anın filme ara ara serpiştirilmesi, aynı zamanda hep olumsuz bir şeyler olacağı hissiyatı sebebiyle Wells, filminin konforlu görünümüne kota koyuyor. Özellikle hakkında hiçbir şey bilmediğimiz genç baba Calum'un sevimli, pozitif görünümünün ardında bize gösterilenlerle yetinmenin gizemli sularına çekilmemizi talep ediyor. Calum'un kolunun neden alçılı olduğunu dahi bilmemizi istemiyor. Artık baba kız arasındaki detayları filme doğrudan ya da dolaylı temas edecek kritik anlar olarak görmeye başlıyoruz ki, bunlara "gerilim" diyesimiz gelmesine rağmen, nereden ve nasıl kaynaklandığını bilmediğimiz bir yas duygusunun naifliğinde eritilen şeylere dönüşüyorlar. Wells hiçbir kesinliğe başvurmadan, Calum'un ve Sophie'nin ruh hallerine küçük seyahatler yapıp, bu duygusal bitkinliğin nereden geldiği teorisini seyircisine, onların filmi kafalarında nasıl sürdüreceklerine yönelik tahminlerine bırakıyor. Bu, basit bir boşluk doldurma aktivitesinden farklı bir biçimde, hem Calum ve Sophie'nin birbirleriyle, hem de biz seyircilerin onlarla kurduğu kopuk bağların cazibesini arttırıyor. Sıradan bir film istemediğimizin farkına varıyor, ondan ne bekleyeceğimizi bile umursamadan o aķışa kendimizi bırakıyor, böylelikle hayal kırıklığına uğrama düşüncesini de kafamızdan çıkarmış oluyoruz. Zaten Aftersun, dilinin ucundaki şeyleri söylemekten kaçınarak çok şey söyleyebildiği için talepkar bir film de sayılmaz.
Baba kız arasındaki iletişim ve iletişimsizlik, herhangi bir neden ile (ergenlik, boşanma vb.) doğrudan ilişkilendirilmeden, olabilecek en olağan halleriyle diyaloglara yansımakta. Ayrı düşmüş olmalarından kaynaklı bir acemilik yanında, imrenilecek bir uyum da var ilişkilerinde. Temelde bu ikisi, ayrı düşmemiş çocuklar ve ebeveynler arasında bile görülebilir. Ama Calum ve Sophie gibi iyi anlaşan, birbirlerine olan sevgilerini seyirciye geçirebilen baba kızın boşanma yüzünden ayrı kalmış olmaları, özellikle birlikte izlediğimiz tatillerinden sonra yine ayrılacak olmalarının burukluğu hem onların, hem de bizim yakamızdan bir an olsun düşmüyor. Öyle ki, mutlu oldukları sıradan tembellik anlarında bile üzerimize sinmiş bu burukluktan kurtulamıyoruz neredeyse. Yetişkin Sophie'nin bu tatilde çekilmiş video kayıtlarını yıllar sonra tekrar izliyor oluşu, yatağından kalkınca ayağını bastığı ilk şeyin babasının Fethiye'den aldığı halı oluşu, rüyasında babasının o yıllardaki haliyle kulüpte dans ettiğini görüşü, bu tatilin onun hayatında unutulmaz bir yeri olduğunu basit ama çok etkileyici biçimlerde anlatmayı başarıyor. Öte yandan, meditasyona, Tai Chi egzersizlerine meraklı olduğunu anladığımız, Sophie'den gizli ağladığına şahit olduğumuz, kareoke yapmak için nazlanan (hatta Sophie'ye trip atan) ama başka bir ortamda dans etmesi için onu tatlı tatlı zorlayan Calum'un dalgalı kişiliği yine basit ama çarpıcı dokunuşlarla çiziliyor. Wells adeta onun hikayesini filminde anlatmadan bize yazdırıyor. Bunu yapmak, hele de ilk filminde yapabilmek her yönetmenin harcı değil.
Charlotte Wells, 2022 senesinde 90'larda Türkiye'deki bir tatil köyünde geçen bir film çektiğinde, bu dönem ve coğrafyayı nasıl resmettiği de merak konusu olabilir. Ancak belli ki dersine çok iyi çalışıp, o yıllardaki her şey dahil otellere ait detayları o kadar iyi öğrenmiş ki, filmin asıl meselelerinden bağımsız olarak belki de üstünkörü geçebileceği bu lokasyon meselesine de özen göstermiş. Zaten yapım tasarımı Billur Turan'a, sanat yönetimi Güzin Erkaymaz'a ait. Küçük otel odalarındaki modası geçmiş televizyonlar, eski arabalar, bira bardakları, şarkılar, otel müşterisi olduğunuzu teyit eden bileklikler, 90'larda tatil beldelerinde popüler olan bazı şarkılar, belki de en çok bizim anlayabileceğimiz detaylarla örülü harikulade bir nostalji mevcut filmde. O nostaljinin kırılgan yapısıyla, baba kız arasındaki hatırlanmaya değer nostaljinin hassaslığı çok iyi örtüşüyor. Yeni neslin parlak aktörlerinden Paul Mescal ve tıpkı yönetmen Charlotte Wells gibi ilk filminde yer alan Frankie Corio, baba kız rollerindeki kimyalarıyla hayran bırakıyorlar. Ama asıl hayranlık uyandıran, ister otobiyografik, ister kurmaca olsun, ilk filminde bu kadar basit bir hatırlama öyküsünü, karakterlerin duygularını sömürmeden, sadelikten yaratılmış bir melankoliyle incelikli hale getiren Charlotte Wells'in yazım/yönetimi olsa gerek. İlk filmiyle çıtasını hayli yüksek bir yere koyan Wells, anlattığı şey ne olursa olsun ona içsel bir yoğunluk kalabilen tecrübeli yönetmenlerin kumaşın sahip olduğunu kanıtlamış oldu. Cannes Film Festivali'nde Eleştirmenler Haftası Jüri Ödülü'nü alan Aftersun, tortu bırakan, bıraktığı tortuyla sadece kendine ait özel bir hatıra yaratan filmlerden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder