Oyuncular: Gaspard Manesse, Raphael Fejtö, Francine Racette, Stanislas Carré de Malberg, Philippe Morier-Genoud, François Berléand
Senaryo: Louis Malle
Au revoir, les enfants, İkinci Dünya Savaşı sırasında kiliseye bağlı bir yatılı okulda eğitim gören çocukların arasına birgün aniden katılan gizemli Bonnet’nin, okul öğrencilerinden Julien ile başlayan dostlukları temelinde, az evvel bahsettiğimiz toplumsal eleştirilerini dile getiriyor. Okul yetkililerinin Bonnet’nin Yahudi kimliğini diğer öğrencilerden gizlemeleri, Julien’in bu gerçeği kendi çabasıyla öğrenmesi, ama buna rağmen bu dostluğu sürdürmesi, çocuksu bir saflıktan öte, insani duyarlılık taşıyor. O çocuksu saflık ve önyargıya kapıları açık görünen, lakin içinde bunun mantığını sorguladığını hissettiren Julien’in, zeki, çalışkan ve sırlarla dolu Bonnet’nin kişiliğine aşama aşama gösterdiği yakınlık da, çocuk olmanın öncesinde insan olmuşluğun altını çiziyor.
Film her ne kadar bu saflığın vurgusunu yapıyor olsa da, Julien ve Bonnet’nin olgun görünüm ve davranışları biraz fazla baskın sanki. Hatta şunu söyleyeyim: Kimi zaman bu ağırbaşlılığı ve frenleme duygusunu soğuk, hatta itici bulmak da ihtimal dahilinde mümkün. Bu durumun nedenleri hem film ile, hem de film dışı gerçeklerle ilgisi olabilir. Din tabanlı bir yatılı okulun disiplini gereği öğrenciler kimi duygularını bastırmayı öğrenmişlerdir. Böyle bir ortamda bir de derslerin ağırlığı insanları hissizleştirir. Bu durum onların hem ruhlarına, hem de yüzlerine yansır. Belki de Louis Malle özellikle böyle bir oyunculuk arzu etmiştir. Amacı da o hep söylediğimiz fuzuli duygu sömürülerine mahal vermemek, bu tip sömürü çağrışımları yapacak duygusal iniş çıkışlar olmadan da hikayesini dramatize edebileceğini göstermek olabilir. Neticede göstermiştir de.. Yine tam da bu noktada tamamen kişisel ve masum bir “fakat”ım olacak.
Au revoir, les enfants, sömürü zihniyeti ile hareket etmeyen bir film ve buna rağmen çok güçlü. Ekranı gereksiz yere kana bulamıyor, işkence, cinayet, tecavüz olmadan da taş gibi bir drama yaratıyor. Hatta güzel piyano öğretmenini, ergenlik coşkusunun getirebileceği beklenti ile soyunurken veya banyo yaparken göstererek ve çocuklara onu dikizleterek istismar etmiyor. Fakat böylesine güzel bir hikayenin, masum bir dostluğun işlenişinde iki damla gözyaşının, sıcak bir kucaklamanın, kısacık da olsa bir isyanın, öfkenin duygu sömürüsü yapmayacağını düşünüyorum. Kime ne zararı olurdu ki! Son derece manalı yüzlere sahip Julien ve Bonnet’yi çoğu yerde neredeyse politikacı ciddiyeti ile işlemenin, bir izleyici olarak beni oyunculuk izleme zevkinden zaman zaman mahrum ettiğini söylemeliyim.
Özellikle Bonnet’nin durduğu yerde konuşan yüz ifadesi, azınlık olmanın verdiği dışlanmışlık ile parlak ve iyi niyetli zekasının karışımı bir güç taşısa da, yine benzer güçteki Julien’in hatları biraz daha koyu sanki. Her ikisi de çoğunlukla şaşkın bakışlar fırlatmaktan diğer duygularla paslaşmıyorlar pek.. Bu durum artık bir süre sonra bende bir duygu birikimi yarattı. İçimde bir şeyler biriktikçe birikti. Bu yüzden, herkesin sığınağa gidip de ikisinin piyano başında eğlendikleri bölüm ve okulda Chaplin seyrettikleri sahnelerde Julien ve Bonnet’yi neşeli gördüğüm vakit, tuhaf biçimde hüzünlendim. Acaba Louis Malle’in amacı bu muydu? Onları bu halleriyle kabul etmemiz gerektiğini mi söylemek istedi? Salya sümük bir hüzün değildi beklediğim. O manidar yüzlerin biraz daha söz hakkı almasını istemiştim. Finaldeki “au revoir” sahnesi de bana oldukça ciddi gözüktü bu yüzden. Dostluğun yürek burkan elvedası yerine, gerçeklerin ayazında kaldığımı hissettim.