14 Ekim 2018 Pazar

Mandy (2018)


Yönetmen: Panos Cosmatos
Oyuncular: Nicolas Cage, Andrea Riseborough, Linus Roache, Ned Dennehy, Olwen Fouéré, Richard Brake, Bill Duke, Line Pillet, Clément Baronnet, Alexis Julemont, Stephan Fraser
Senaryo: Panos Cosmatos, Aaron Stewart-Ahn
Müzik: Jóhann Jóhannsson

Red ve Mandy çiftinin kendi halinde süren yaşamlarının bir grup tarikat üyesi ve motosikletli karanlık güçlerin Mandy'yi kaçırıp katletmelerinin ardından kabusa dönmesi ve Red'in intikam macerası olarak özetlenebilecek Mandy, konu olarak binlerce kez işlenmiş olmanın verdiği güvensizliği biçimsel olarak ortadan kaldıran, hatta son yılların en stilize yapımlarından biri. Senaryosunu Aaron Stewart-Ahn ile birlikte yazan, asıl meziyetlerini yönetiminde sergileyen Panos Cosmatos'un çektiği Mandy, 80'lerin puslu ve karanlık yüzüne yapılan görkemli bir seyahat adeta. Öncesinde yine kendisinin yazıp yönettiği Kanada yapımı deneysel Beyond The Black Rainbow ile Kanada menşeli birkaç festivalden ödülle dönmüş Roma doğumlu Kanadalı Cosmatos, ikinci uzun metrajı Mandy ile ilk gösterimini Sundance’te, uluslararası prömiyerini Cannes’da yapıp sevgi - nefret arası farklı tepkiler aldı. Ama bu tepkiler ne yönde olursa olsun, genel olarak filmi beğenmeyenlerin bile övgüye değer birkaç nokta bulabildiği Mandy'nin türler karması farklı bir deneyim olduğu su götürmez.

Mandy gerçek bir ışık ve renk cümbüşü. Mental ve duyusal algı yoğunlaşmasının yabancı dildeki karşılığı olarak çeşitli sanat türlerinde rastladığımız "psychedelic" kelimesi özellikle 70'li yıllardaki LSD, cinsel özgürlük, savaş karşıtlığı, rock & roll kavramlarında kendine dönüştürücü bir konum edindi ve o retro duygusu hiç eskimedi. Çok renkliliğin bu deneysel algı yoğunluğuyla buluşması, hele de bu buluşmanın 80'lerin malum özellikleriyle perçinlenmesi, Mandy'nin en belirgin özelliği. Konunun basitliğinin aksine aslında biçimsel muhteviyat oldukça karışık. Tabii bu karışıklık da türlü basitliklerin biraraya getirilmesiyle elde ediliyor. Cosmatos, kendine ait olmayanlardan derlenen bir aidiyet yaratmak istediğini veya onlara olan nostaljik sevgisini kendi arzularını pratiğe dökerek yorumladığını gösteriyor sanki. Daha en başta, bazı filmlerin girişinde ünlü bir yazar veya düşünürden alıntı yapılmasına ithafen, muhtemelen kendi dizeleri olan "Öldüğümde derinlere göm beni, / Ayak uçlarıma iki hoparlör yerleştir, / Başıma kulaklık dola, / Ve öldüğüm zaman rock'n'roll'a boğ beni" şeklinde hiç de edebi durmayan bir girişle bu aidiyet tavrını ortaya koyuyor. Mandy, sıklıkla Lenora Tor adlı kurmaca bir yazarın Seeker Of The Serpent's Eye adlı kurmaca romanını okuyor. Reklamlarda "Cheddar Goblin" adlı ürkütücü bir kurmaca canavar çocukların üzerine çedar kusuyor. Tasarladığı sahneler, mekanlar kimi zaman başka filmleri, o filmlerdeki mekanları anımsatsa da, Cosmatos bir süre sonra esir almayı başardığı seyircisine (evet, sadece onlara) bunların hepsinin direk Mandy'ye ait olduğu düşüncesini süresi dahilinde kabul ettirmeyi başarıyor.

Panos Cosmatos'un özlü (!) dizelerinin ardından İngiliz grup King Crimson'ın 70'li yılların ortalarına ait Starless şarkısıyla başlayan Mandy, mutlaka arada unutulanların da olacağı Hellraiser, Mad Max, Ghost Rider, John Carpenter, Dario Argento, VHS ruhu, Charles Bronson tarzı intikam kültürü, 70'ler psychedelic rock'ı, 80'ler heavy metal/synthwave müziği, grindhouse, gore, 80'lerde geçmesine rağmen post-apokaliptik bilim kurgu soslu çeşitli LSD tripleri diye uzayıp giden irili ufaklı referanslar zincirine sahip. Cosmatos bu kalabalık içinde kendi yolunu çizmek, kendi B-mitini, kendi çılgın evrenini yaratmak yönünde hiç zorlanmıyor. Çünkü kendini aslen senaryo bünyesinde değil, koyduğu kurallara istinaden sadece tasarladığı bu evren bünyesinde ciddiye alıyor. Sanki bir çizgi roman uyarlaması edasıyla sıradan bir oduncudan acımasız bir intikamcıya dönüştürdüğü Red'in ölümcül yolculuğuna orijinal dokunuşlar yapmayı da ihmal etmiyor. Mesela Red'in, emaneti olan Reaper (Azrail) adlı yaylı tüfeğini almak için uğradığı, köhne karavanında köpeği ile birlikte yaşayan tedarikçi Caruthers, tuhaf bir hikayeye sahip Black Skulls (Kara Kurukafalar) çetesi ve kaplanı Lizzie ile bir laboratuvarda iştigal eden Chemist (Kimyager), gizemleri ile boyutlandırılmış, sanki bu çizgi romanın önceki sayılarında bir yerlerde göründükten sonra bu macerada tekrar ortaya çıkmış gibiler.


Mandy zeki olmaktan ziyade, kreatif olma derdinde bir film. 70'li yılların hippileri gibi etrafına nasıl topladığı bilinmeyen bir avuç müridi ile minibüste gezen Jeremiah Sand'in bitmek bilmeyen dini tiradlarının ardında veya Mandy ile birlikte huzurlu bir hayattan başka arzusu olmayan Red'in intikamında herhangi bir mesaj aramak için kasmaya gerek yok. 80'lere tutkuyla, tutkuyla olmasa da nostaljik hassasiyetlerle bağlı sinema seyircileri için biçimsel manada kıymetli anlara sahip bir film bu. Ürkütücü florasan ve neon hüzmelerden yaratılan atmosferler, nerden geldiği belli olmayan sis ve dumanlar, keskin renkler, envai çeşit kamera oyunları, sürreal bir fotoğraf galerisinde geziniyor duygusu yaratan görüntüler, gülümsetmekten ziyade ekrana ürkek gözlerle baktıran kapkara bir mizah anlayışı ve daha nice unsur bu biçimi meydana getiriyor. Sayısız kısa film/reklam ve kimsenin bilmediği birkaç uzun metrajda çalışmış Norveç asıllı görüntü yönetmeni Benjamin Loeb'in adını artık daha sık duymalıyız. Öte yandan 9 Şubat 2018'de hayata veda ettiği için artık adını duyamayacağımız büyük usta Jóhann Jóhannsson'un müzikleri apayrı bir yazının konusu olabilecek kadar yoğun ve tutkulu. Müzikal yönden filmin rock, synth ve gotik moduyla uyuştuğu için, hatta birçok defa üzerine konduğu sahnenin sakinliğini/çılgınlığını kontrolü altında tutabildiği için Mandy'ye bu müziklerden başkası kesinlikle olmazdı.

İngiliz oyuncu Andrea Riseborough, filme adını veren Mandy rolüyle inanılmaz bir enerji taşımakta. Kimi zaman bir Rönesans tablosu kadar güzel, kimi zaman bir heavy metal albüm kapağı kadar gizemli ve ürkütücü siması ile filmin malum kırılma noktasına dek göründüğü her sahneye iz bırakıyor. Sadece bu bile onu benimsemeye yetebilir iken, Red'e anlattığı çocukluk travmasıyla, kendini doğaya ve edebiyata bırakmış naif esrarı ile Red'in onun uğruna yaptıklarını boş çıkartmıyor adeta. Fakat Mandy, Nicolas Cage ile bir başka güzel. Bunun birçok sebebi var. Kariyerinde çok önemli yönetmenlerle çalışmış, Oscar almış, aksiyon ve dram oyunculuğuna hakim tecrübeli bir aktör olarak en son iyi filmini ne zaman izlediğimiz sorusuna cevap bulmak için arşivlere bakmamız gereken (benim için 2005'teki Lord Of War sanırım) Cage, uzun zamandır kaliteyi düşürüp B film sektörüne işler yapıyor, düşük profilli aksiyonlarda sayısız kere intikam peşinde koşan adamı canlandırıyordu. Mandy'de de bu geleneği bozmuyor. Ancak bu defa oynadığı bir yönetmen filmi olunca ve bu yönetmen Cosmatos gibi öncelikle sinema yapma derdinde biri olunca tıpkı kaplan Lizzie gibi "kafes"inden serbest bırakılan Cage'i farklı bir intikamcı versiyonuyla izliyoruz. Üstelik önceliği biçim olan bir filmde kendini ezdirmeyen, herkesin bildiği meziyetlerini sergileme fırsatı için çabalayan bir performansla. Tüm bu bileşenlerin ışığında Mandy'nin en ön safında Panos Cosmatos var ve sinema dünyası onu kazandığı için mutlu olmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder