16 Ocak 2017 Pazartesi
Listen To Me Marlon (2015)
Yönetmen: Stevan Riley
Marlon Brando'nun ikon haline gelmiş filmlerinden, çeşitli yerlerde yayınlanmış, aynı zamanda daha önce hiç bir yerde yayınlanmamış arşiv görüntülerinden, en önemlisi de yüzlerce saatlik ses kayıtlarından Stevan Riley'nin kurguladığı Listen To Me Marlon, aktör hakkında bilgisi olan olmayan herkesin mutlaka görmesi gereken bir belgesel. Standart biyografik içerikli bu tip belgesellerden farklı olarak, aktör hakkında yakınları veya iş arkadaşlarını konuşan kafalar şeklinde montajlayan anlayıştan uzak bir anlatım mevcut. Çünkü hali hazırda Brando'nun kendi sesinden olağanüstü bir samimiyet, şiirsellik, dürüstlük, keder taşıyan duygularını bu görüntülerin fonunda dinliyoruz. Yıllara yayılmış bu ses kayıtları sayesinde bir anlatıcıya gerek duyulmayan muhteşem bir otobiyografi izliyoruz. Aktörün son yıllarında yaşadığı aile trajedisiyle başlayan film, oraya daha sonra tekrar dönmek üzere kronolojik bir anlatımla yola koyuluyor. Çocukluğunu, ailesini, New York'a gelişini, oyunculuğa başlamasını kendi ağzından dökülen edebi, felsefi, naif ve içten cümlelerle duyuyor, film kareleri ve fotoğraflar eşliğinde de görüyoruz.
Birgün bu belgeselin çekileceğini biliyormuş gibi hayatından pasajları aktaran Brando'nun çok yetenekli, yakışıklı, çapkın bir film yıldızı olmasının ötesinde yaşadıkları ve hissettikleri çok önemli. Kendi hayatını kendi sesiyle yorumlayan bu büyük efsanenin derinlerinde nelerin yattığını psikolojik, felsefi ve edebi ifadelerle duymak, ironik biçimde en ufak bir yabancılaşma yaratmıyor. Herkesin onu tanıdığı A Streetcar Named Desire, Viva Zapata!, Julius Caesar, On The Waterfront, The Godfather, Last Tango In Paris, Apocalypse Now gibi sembol olmuş yapıtlar sayesinde efsane statüsünde bir aktör olması, onu duyarsız, vicdansız, şımarık, kadın düşkünü bir züppe yapmıyor. Moskova Sanat Tiyatrosu'nun kurucusu ve sanat yönetmeni Konstantin Stanislavski'nin oyunculuk tekniklerini Amerika'da yaygınlaştıran oyuncu ve tiyatro eğitmeni Stella Adler'ın hocalığında kendini geliştiren Brando'nun oyunculuk sanatına bakışındaki ilginç ama gerçekçi tutumu da onu salt bir oyuncu olarak görmemizi sorgulatıyor. Zaten o da kendini sadece bir oyuncu olarak tanımlamıyor. Adler'in Brando'da gördüğü ışık, dönemin sinema dünyasını kısa sürede aydınlatıyor.
Rol yapmanın, yalan söylemenin hayatın bir parçası olduğunu, "rol yapmak, hayatta kalmaktır" veya "hepimiz rol yaparız, kimileri bundan para kazanır" cümleleri ile dile getiren Brando'nun aktörlük hakkındaki fikirleri, tıpkı başka konularda olduğu gibi hassas, samimi ve derin. Hatta yönetmenlerin oyuncuları gerçek anlamda yönetmediklerini, yönetemeyeceklerini iddia ediyor. Hem rol yapma işini bu denli içselleştirdiği, hem de özgürlüğüne düşkünlüğü sebebiyle zaman zaman yönetmenlerle ters düştüğü, çekimleri aksattığı, senaryoya müdahale ettiği yönünde de kendisinin kabul etmediği bir şöhreti var. Bu yüzden iki önemli filmde çalıştığı Francis Ford Coppola ile arasının kötü olması bir referans olarak aksettirilmiştir. Tabii Brando'nun hayatında karanlıkta kalmış bazı kişi ve olaylara belgeselde rastlamıyoruz. Ama bu durum gidişat yönünden akış değiştiren veya aktörün efsanesine gölge düşüren nitelikte olmadığı için sıkıntı yaratmıyor. Çünkü Marlon Brando dendiği zaman güçlü bir oyunculuk kadar başka unsurlar da hep işin içine giriyor.
Hayatın içinde üstlendiği farklı rollere de tanık olarak Brando'nun insani meziyetlerinin farkına varmamızı sağlayan belgesel, onun 70'li yılların hararetli ırkçılık ortamında Kara Panter hareketini, Martin Luther King'i desteklemesine de değinmekte. O dönem bu tavır inanılmaz bir cesaret örneği olarak görülüyor. Ama cesaret dediğimiz şey, onun insanca yaşama hakkına göstermiş olduğu ve her sanatçının göstermesi gereken doğal bir duruştu. Kızılderili halkına yapılanlara tepki olarak The Godfather ile kazandığı, her oyuncunun rüyalarını süsleyen Oscar'ı reddetmesi de öyle. "İnsanlar oğullarının Vietnam'da ölmesinden gurur duyduklarını anlatıyorlar. Ebeveynler öyle boş ki, inanç sistemlerini değiştirmek yerine çocuklarını öldürüyorlar. Mitlere ihtiyacımız var. Mitlerle yaşıyor, mitler için ölüyoruz" cümleleriyle Vietnam savaşı özelinde savaş karşıtlığını, tarihin her döneminde hep bir silah, koz, kılıf olarak kullanılmış inanç sistemi ile birlikte eleştirerek geniş bakış açısını yansıtıyor. Bu geniş perspektif sayesinde tüm bu başlıkları özümsenebilir bir edebi yoğunluk, aynı zamanda somut bir gerçeklikle aktaran belgesel, evlat, sanatçı, aşık, aktivist, baba, dede, en önemlisi de insan olarak Marlon Brando portrelerini onun sesinin sıcaklığıyla yaşama olanağı tanıdığı için çok önemli ve benzersiz bir yapım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder