30 Ağustos 2016 Salı

Suicide Squad (2016)


Yönetmen: David Ayer
Oyuncular: Will Smith, Margot Robbie, Joel Kinnaman, Viola Davis, Jay Hernandez, Adewale Akinnuoye-Agbaje, Jared Leto, Jai Courtney, Cara Delevingne, Karen Fukuhara, Scott Eastwood, Ike Barinholtz, Adam Beach
Senaryo: David Ayer
Müzik: Steven Price

DC evreninin merakla beklenen filmi Suicide Squad, çizgi roman hayranlarını yine ikiye bölen bir yorumla ortaya çıktı. Bu ikiye bölme hadisesi birçok süper kahraman uyarlaması için artık normal karşılanan birşey. Christopher Nolan'ın Batman, Joss Whedon'un Avengers, James Gunn'ın Guardians Of The Galaxy için belirlediği çıtalar ortadayken Suicide Squad'ın işi normalden daha zordu. David Ayer'in uyarlama senaryosu ve yönetmenliğindeki film, bana göre bu zorluğu hiçbir şekilde aşamıyor. Aksiyon ağırlıklı kariyerinde Harsh Times, End Of Watch, Fury gibi beğeni toplamış yazım / yönetim işleri olduğu gibi, S.W.A.T., Sabotage, Street Kings gibi vasat filmler de bulunan Ayer, anlaşılacağı üzere ilk etapta bolca mühimmat harcamayı seven tiplerden. (Bu arada Training Day'in senaryosunun da kendisine ait olduğunu not düşelim). Yani beklentilerin yüksek olduğu böyle bir projenin Ayer'a emanet edilmesi ilk ve en büyük hata olmuş denebilir. Meseleyi, Superman sonrası dış güçlere karşı yeni savunma alternatifleri arayan istihbarat amiri Amanda Waller başkanlığındaki ulusal güvenlik biriminin, çeşitli suçlardan ötürü yüksek güvenlikli hapishanede tutulan bir grup azılı suçludan bir "İntihar Timi" oluşturma süreci ve bu timin dünya dışı güçlerle savaşı diye özetleyebiliriz.

David Ayer, önce Avengers kadrosundakiler gibi kendine ait bir filmi olmayan Suicide Squad ekibini seyirciye tanıtma süreci oluşturuyor. Tabii ki ağırlık Deadshot ve Harley Quinn'de olunca diğerleri yancı konumunda geçiştiriliyor. Ortalara doğru grubun tek süper güce sahip olanı (Killer Croc'u saymazsak) El Diablo'ya biraz bakılıyor. Başlarına Rick Flag liderliğinde elit bir askeri tim, boyunlarına da kaçmaya çalışırlarsa patlayacak mikro patlayıcılar yerleştiren Waller, bu harcanabilir suçluları istediği operasyonda kullanarak, başarılı olmaları halinde cezalarında indirim yapmayı planlıyor. Filme yansıyan operasyon ise, Rick Flag'in sevdiği kadın June Moon'un içine kaçmış olan Enchantress adında çok tehlikeli bir büyücü kadın ve onun tuhaf yaratıklardan oluşan ordusunun dünyayı ele geçirmesini önlemek. Çizgi romana ne ölçüde sadık kalındı bilemiyorum. Ancak süper kahramanlar tarafından enselenip hapse atılmış bu sözde kötülerin seçilmeleri, apar topar bu göreve getirilmeleri ve askerde kader birliği eden devreler gibi kaynaşmaları hiç de samimi gelmiyor. "Gerçek Kötüler" şeklinde bir tanımlamayı da hiç hak etmiyorlar. Zira kötü olduklarını unutup birbirlerinin (hatta tehditle de olsa Rick Flag'in) arkasını kollayarak filmin gerçek kötülerine karşı amaç birliği içine giriyorlar.


(Çizgi romana hakim olmadığımı tekrar hatırlatarak) DC kahvesinde o kadar iyi kalpli ve becerikli süper veya süper olmayan kahraman dururken Amerika'nın güvenliğinin bu ayak takımına emanet edilmesinin mantıksızlığını bir kenara koyarsak ya da Superman sonrası bir otorite boşluğu dönemine vurursak, filmin kötü ve kötülük motivasyonlarının da ilkokul düzeyinde olduğu görülüyor. Işınlanmak suretiyle İran’ın çok gizli nükleer sırlarını birkaç saniyede Amerikan istihbaratının önüne koyan Enchantress hadisesinin kimin tarafında olduğunu, ne amaçla bu ekibe dahil olduğunu, ne ara kötü tarafın başına geçtiğini çok iyi anlatamamış bir film. Belki de sorun filmde değil bendedir dedim. Ama kendi ordusunu da çok geçmeden oluşturan bu denli becerikli süper güçlere sahip kötünün parmak şıklatmasıyla bile bu intihar timini alt edebilmesi gerekirken, türlü aptallıklar sergilemesi hiç olmamış. Bu ve bunun gibi pekçok konuda Marvel filmlerinin eline su dökemiyor. Avengers ya da Guardians Of The Galaxy'deki takım ruhunun oluşumuna, bu ruh oluştuktan sonra kendi sci-fi mantığına oturtulmuş kötülerin dünyayı ele geçirme gayelerine ve sonunda etkileyici kapışmanın getirdiği güçlü aksiyon sekanslarına sahip değil. En önemlilerden biri de, tüm bunları dişe dokunur bir mizahla yoğuramıyor.

Suicide Squad, işin Joker boyutuyla da çok konuşuldu. 90'ların rüküş Jack Nicholson'ı ve 2000'lerin efsane Heath Ledger'ı yanında abartılı, süslü ve boş beleş bir Jared Leto yorumu bu "gerçek kötü"nün itibarına en ufak bir katkı sağlamıyor. Sevgilisi Harley Quinn ile kavuşmaktan başka bir amacı olmayan, ucube bir mafya babasından hallice ve son derece itici bir tip olarak yorumlanması da ancak böyle bir filme yakışırdı. The Dark Knight'da Batman'in karşısında gerçek kötülük üzerine içi dolu bir duruş sergileyen, hatta sıradan insanlar ve mahkumları bile birbirlerine karşı test ederek seyirciyi felsefi ikilemlere sürükleyen suç zekasıyla en ufak bir alakası olmayan bir yorum bu. Orada Heath Ledger'ı gerçek ve kült bir kötü adam olarak ciddiye almamak mümkün değilken (ki Joker'in bize alaycı biçimde "why so serious" diye sorması da biraz bundandır), burada hiçbir kötüyü (!) ciddiye almak benim için mümkün olmadı. Çoğunluğun hemfikir olduğu üzere filmin en eğlenceli performansı Harley Quinn'e, en dişe dokunur çekişmesi de Deadshot ve Rick Flag'e ait. Aslında bunlar bile filmi sırtlamayı başaramıyor. Kısacası bu kadar kötü biraraya gelip bir Heath Ledger etmiyor. Marvel veya DC olsun, artık bu tip uyarlamaların "çerezlik" eşiğini aşmaları gerek. Ama gişe meraklısı bazı yapımcı, yönetmen, senarist tayfası, bu ciddiyetsiz tutumu sürdürüyor. Guardians Of The Galaxy gibi hem eğlenceli, hem sürükleyici, hem de kendini ciddiye alan yapımlar gişe yaptığı kadar saygı da görüyor. Suicide Squad, benim için D şıkkı, yani "Hiçbiri" oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder