25 Ekim 2014 Cumartesi

Deux jours, une nuit (2014)


Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
Oyuncular: Marion Cotillard, Fabrizio Rongione, Catherine Salée, Pili Groyne, Simon Caudry, Timur Magomedgadzhiev, Christelle Cornil, Hicham Slaoui, Batiste Sornin, Serge Koto, Yohan Zimmer
Senaryo: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne

Luc ve Jean-Pierre Dardenne kardeşlerin, bir şirkette çalışan 17 işçiden biri olan ve işini kaybetmemek için çalışma arkadaşlarını alacakları 1000 euroluk primden vazgeçirmeye çalışan Sandra’yı merkezine alan son filmi Deux jours, une nuit (Two Days, One Night), yine insanı çaresiz bırakan binbir türlü ikilemlerden birini perdeye yansıtan Dardenne sineması örneği. Geçirdiği depresyon sonrası işine bir süre ara vermiş, döndüğünde ise patronunun diğer işçilere "ya Sandra, ya da 1000 euro prim" dayatmasıyla zor durumda kalmış evli ve iki çocuk annesi Sandra'nın mücadelesine Cuma gününden itibaren dahil oluyoruz. Pazartesi yapılacak yeni oylamayla işini kaybetme tehlikesi bulunan Sandra'nın iki gün içinde diğer çalışanları ziyaret ederek onları 1000 euro gibi yüksek bir ikramiyeden caydırmaya çalışması, türlü ikilemleri ve farklı tepkileri de beraberinde getiriyor.

Dardenne kardeşlerin Sandra'yı merkezde tutarak katmanlaştırdıkları bu içinden çıkılması zor durum, işini kaybederek sahip olduğu evin borcunu ödeyememekten korkan bir kadın ile, Sandra'nın kovulması yönünde verecekleri oy sayesinde yüklü bir prime kavuşup türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecek çalışanlar arasındaki tüm açmazları göz önüne seriyor. Sandra lehine oy kullanma sözü verenler, onu sevmeyenler, onu sevdikleri halde ailelerini geçindirmek için bu prime ihtiyacı olanlar çeşitli yönleriyle sistemin içinde çaresiz duruma düşmüş çalışan kesimin çarpıcı numuneleri olarak dikkat çekiyor. Burada doğrudan bir sistem isyanı değil, o sistemi kendi keyfi uğruna kullanan işveren kesmin, çalışanlarını cazip primlerle tavlayarak istediği şekilde manipüle etme gücü söz konusu. Böylece sisteme karşı değil, güç sahiplerinin birbirine düşürdüğü işçi sınıfının toplumsal ve vicdani değerlerinin sistemin içinden verdikleri bir mücadeleye tanık oluyoruz. Başlarda dilenci gibi görüneceği için çalışma arkadaşlarının kapılarını çalmayı istemeyen Sandra'nın, kocası Manu'nun da manevi desteğiyle (zira Manu kredi borcu ödeyemeyecek konumda bir çalışan) başladığı ikna turları her seferinde farklı bir sosyal sıkıntıyı deşifre ediyor.


Sandra'yı prime tercih edenler, primi Sandra'ya tercih edenler şeklinde ikiye ayrılır görünseler de, Sandra'nın ikna etmeye çalıştığı iş arkadaşlarının vicdani yelpazesi bir yandan Sandra'nın merkez konumdaki dramını sivriltirken, bir yandan da doğrudan seyirciyle bu yan karakterlerin kısa süreli özdeşlik kurmalarına vesile oluyor. Seyirci Sandra'nın düştüğü duruma düşmek istemezken bir de üstüne "siz olsanız Sandra'ya ne cevap verirdiniz" açmazına sürüklenebiliyor. Tüm bu açmazların gölgesinde, hiç istemediği halde insanlarla kendi geleceği hakkında istekte bulunurken hırpalanan, kendini farklı bir hayat süzgecinden geçerken bulan Sandra'nın yaşadığı farklı süreç de yeşeriyor. Bir kuş kadar dertsiz, tasasız olmak istemekle intihara teşebbüs arasında salınan ruh halini "ben yokum" şeklinde özetlemeye çalışan Sandra'nın geçirdiği depresyon her ne kadar filmde altyapısız görünse de, hayata tutunma yönünde verdiği bu sistem içinde kalma mücadelesi onun varoluşunu ispat için çok önemli.

Pek çoğumuz bu mücadeleyi sevdiklerimiz ve çocuklarımız için verdiğimizi düşünüyoruz. Ancak onlara insanca yaşam şartları sağlayabilmek için önce kendimize sahip çıkmamız gerekliliğini öteliyoruz. İşte Sandra'nın finalde daha da anlamlanan duruşu, bireyin kurtlar sofrasındaki çalışan konumunun insanlığının bile önüne geçemeyeceğine dair ulvi bir gerekçe sunuyor. Aynı işyerinde çalıştığınız Timur gibi biri bu duruşu anlayabilir ama en tehlikelisi yine aynı işyerinde çalıştığınız Nadine gibileridir. Seyirciyi birden fazla kanaldan vicdan muhasebesine soyunduran Dardenne kardeşler, bu varoluş çabasının yoğunluğunu ve yorgunluğunu Sandra'nın kendini arayış yolculuğuyla bütünleştirerek, artık ne yazık ki gerçekçi gelmeyen ulvi tercih ve gerekçelerin ne kadar belirleyici olduklarına, onlara ne kadar ihtiyacımız olduğuna kendi mütevazi üsluplarıyla atıfta bulunuyorlar. Bu yolda ilk defa Oscarlı bir yıldızla çalışan ikili, kendini Hollywood yapımları dışında çok daha iyi ifade eden Marion Cotillard'ın olağanüstü performansıyla çağımızın kapitalist gerçekliğinden doğmuş hikayelerinin gerçekliğini ikiye katlıyorlar. Kendimizi çalıştığımız işle ya da kazandığımız parayla tanımlamamızın ne kadar yanlış olduğunu, sistem dayatmalarının bile dayatamayacağı çizgilerimizin aslen kendimizi tanımladığını iki Dardenne tokadıyla yüzümüze vuruyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder