20 Mart 2014 Perşembe

Blue Jasmine (2013)


Yönetmen: Woody Allen
Oyuncular: Cate Blanchett, Sally Hawkins, Alec Baldwin, Bobby Cannavale, Andrew Dice Clay, Peter Sarsgaard, Michael Stuhlbarg, Louis C.K., Max Casella, Daniel Jenks
Senaryo: Woody Allen

Woody Allen’ın üretkenliği üzerine söylenenler genelde iki farklı kanaldan akıyor. Bir kısım, onun her sene bir film çekme alışkanlığı yüzünden bazen aceleye gelmiş, özensiz ve en önemlisi Woody Allen alamet-i farikalarını yansıtmayan filmler çektiğini, bir kısım ise yazıp yöneten Woody Allen olunca her ne olursa olsun izlenip alkışlanması gerektiğini savunuyor. Herşeyi bir kenara bırakırsak, bu üretkenliğe sahip kişinin Woody Allen olmasına sevinmeliyiz. Çünkü sayesinde mizahın ve dramın birbirinden rol çalmaya çalıştığı, aynı filmde kendi serbest alanlarını yarattıkları, bir süre sonra da tek vücut haline gelip kaliteli kara mizaha nefes aldırdığı filmler izliyoruz. Bir Woody Allen filmini çoğunlukla bir başka Woody Allen filmiyle karşılaştırıyoruz.

Karakter yaratmadaki ustalığı, o karakterleri hikayesine oturtan dantel gibi işlenmiş diyalogları ve zaman içinde değişiklikler gösteren mizah anlayışı, belli bir Woody Allen alışkanlığı yaratıyor. Bazı eleştirmenlere göre ciddiyet, Allen’ın son yıllardaki handikaplarından biri olarak görülmeye başlandı. Mizahi yanını törpülediği veya hiç kullanmadığı filmleri, onun alışıldık tarzına daha farklı reflekslerle yaklaşma ihtiyacı doğurdu.Yine de yoğun diyaloglarıyla en ciddi tabir edilebilecek filmlere bile kattığı devinim, o yoğunluğun satır aralarına sızan doğal bir mizahı da beraberinde getirdiğinden, ağlanacak hale gülmenin yerini, ağlanacak hal ile empati kurmaya başlama alıyordu. İşte Blue Jasmine, bu tanıma dahil edilebilecek ve alışmaya başladığımız türden bir Woody Allen filmi.

Filmin “ne oldum değil, ne olacağım demeli” benzeri onlarca özlü sözü akıllara getiren konusunun öznesi olan Jasmine’in, zengin kocası Hal (Alec Baldwin) ve oğluyla şatafatlı bir hayattan, kendisi gibi evlatlık olan kızkardeşi Ginger (Sally Hawkins) ve onun iki oğluyla yaşadığı daha alt sınıf bir hayata yapmak zorunda kaldığı ani geçişini izliyoruz. Jasmine’in geçmişini ve şimdisini karıştırarak sunan kurgu birçok yönden kesinlikle doğru bir seçim. Böylece zengin kocası uğruna üniversite eğitimini yarım bırakarak züppeleşmiş Jasmine ile, kocasının yolsuzlukları yüzünden FBI tarafından yakalanıp hapse atılması sonucu eşsiz, evsiz ve parasız kalmış Jasmine’in bu iki farklı dünyada sergilediği farklı davranış şekilleri arasında net karşılaştırmalarda bulunabiliyoruz. Bu karışık kurgu şekli kısa sürede kendi kronolojisini yaratınca, Jasmine ile kurulan empati daha da güçleniyor. Bir zamanlar varlığından utandığı Ginger’ın evine sığınmak zorunda kalmasının ikilemi her yanı sarıyor. Normalde maddiyattan başı dönmüş ukala Jasmine’e kızarken, diğer taraftan onun yeniden bir hayat kurma çırpınışlarına ortak olabiliyoruz.


Sınıf farkının Jasmine için bir anda ortadan kalkması, onun kendisini toplumsal bir hedef, bir birey olarak görmesini sağlayacak yenilikleri de getiriyor. Sekreterlik yapıp para kazanıyor. Bilgisayar kursuna gidip geceleri ders çalışıyor. Lüks mağazalardan alışveriş yaptığı, saatlerce jakuzide içkisini yudumladığı, mücevherleriyle davetlerde elit sohbetler edip şen kahkahalar attığı günler yerini, zoraki bir hayata ve varoluş mücadelesine bırakıyor. Allen tarafından bilinçli veya doğal sürecin gereği olarak, sadece bir imzayla burjuvaziye teslim olmuş, eğitimlerini, ideallerini, kariyerlerini bir kenara bırakarak kısa yoldan lüks bir hayat elde etmiş kadınlara getirilen eleştirel bakış, birgün bu hayat ellerinden kayıp gitse ne olurdu sorusunu yanıtlamaya çalışırken tüm ihtimalleri değerlendirmeye oynuyor. Farklı sınıflara mensup kadınlar farklı karakterlerde olsaydı onları tanımlamak daha kolay olurdu. Ama orta yaş sonrası hayata yeniden başlamak zorunda kalan Jasmine’in durumu çok fazla sosyolojik malzeme barındırıyor.

Kadınları anlatmakta usta olan Woody Allen, Jasmine’in sahip olduğu bol malzemeye rağmen onun etrafını boş bırakmıyor. Gün olup devran dönünce çaresizce sığındığı Ginger ve sevgilisi Chili’nin (Bobby Cannavale) ilişkilerinde de sorunlar çıkmasına sebep oluyor. Bu noktada A Streetcar Named Desire (Arzu Tramvayı) klasiğinin kulakları çınlamıyor değil. Bir zamanlar Jasmine’in yırttığı gibi Ginger’ın da bir partide tanıştığı ses tesisatçısı Al (Louis C.K.) ile sınıf atlayabileceğini sanması, bu yüzden fedakar ve duygusal Chili ile yaşadığı sıkıntılar filme ekstra katkı sağlamayan ama Jasmine’in çıkış noktasına temas eden paralel bir hikaye oluşmasını sağlıyor. Her iki kadının yaptığı seçimlerin benzerliği ve yüzleştikleri sonuçların dramatik etkileri yeni bir keşif sayılmaz. Kadın erkek ayırmadan insanların maddi güç yönünde yaptıkları seçimlerin, gözlerinin önündeki gerçek sevgi ve bağlılıkları görmelerini engellemesi yönünde bir mesaj kimse için olağanüstü değildir. Ama Woody Allen bu insani hatalara özellikle kadınlar üzerinden bakmaktan ve onların duyarlılıklarından hareketle ortak bir empati geliştirmekten zevk alan bir sinemacı.

Blue Jasmine, Woody Allen külliyatında çok önemli yer tutacak bir film sayılmaz. Senaryolarında birçok detayı hesaba katan Woody Allen’a bazı acele çözümler hiç yakışmıyor. Mesela Jasmine’e sınıfsal olarak tekrar yükselme imkanı sunabilecek Dwight (Peter Sarsgaard) ile ilişkisinin akıbeti için Allen’ın çok basit ve inandırıcılıktan uzak bir tesadüften yararlanması (tıpkı koskoca New York’ta Ginger’ın Hal’ı başka bir kadınla öpüşürken görmesi gibi) birçok senaristin artık bulaşmak istemeyeceği türden bir kolaycılık örneği. Bu akıbet her ne kadar Jasmine’in yalanlarının cezası için gerekliyse, onu tetikleyen bu tesadüf de o kadar gereksiz kaçıyor. Ama Woody Allen’ın, filmin başından beri geri dönüşlerle Jasmine ve kocasının ilişkilerini öyle ince işlediği anlaşılıyor ki, sonlara doğru öğrendiğimiz sürprizle Jasmine’in tüm filme yayılmış panik ataklı, öfke nöbetli, kendi kendine konuşmalı ve hüzünlü versiyonlarının sebebinin sadece eski görkemli hayatını yitirmiş olmaktan kaynaklanmadığı anlaşılıyor.


İşte bu sebeplerden ötürü son yılların en etkileyici kadın performanslarından birini sunan Cate Blanchett, Jasmine’in türlü hallerini yansıtırken adeta kariyerinin zirvesini ilan ediyor. Onun o alıştığımız yüzünün soğuk ve kemikli yapısı sanki bunca yıldır Jasmine rolünü bekliyormuş duygusu oluşuyor. Jasmine’in çok iyi yazılmış gelgitli bir karakter olması, onu canlandıracak oyuncunun işini kolaylaştırıyor görünebilir. Ancak Blanchett, öncesi ve sonrasıyla Jasmine’in tüm negatifliğine hakim olduğundan, onun bu iticiliğe kattığı pozitif oyunculuk detayları, nefes kesen bir düşmüş karakter portresi ortaya çıkarıyor. Yıllandıkça daha da değerlenecek, başka ayrıntıları keşfedilecek bu oyunculuk gösterisinin filme katkısı da çok büyük olduğundan, özellikle son yıllarda Woody Allen filmlerinde yaşanan düşüşe az da olsa uzak durduğunu düşündüren bir film Blue Jasmine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder