21 Mart 2013 Perşembe

Red Riding: In The Year Of Our Lord 1980 (2009)


Yönetmen: James Marsh
Oyuncular: Paddy Considine, David Morrissey, Tony Pitts, Maxine Peake, Peter Mullan, Robert Sheehan, Warren Clarke, Eddie Marsan, Shaun Dooley, Tony Mooney, Sean Harris, Kelly Freemantle, James Fox
Senaryo: Tony Grisoni, David Peace
Müzik: Dickon Hinchliffe

Üçlemenin ikinci filmi Red Riding: In The Year Of Our Lord 1980, İngiltere suç tarihinin en korkunç vakalarından biri olan Yorkshire Ripper cinayetlerine ve polis teşkilatının içindeki yolsuzlukların izini sürmeye devam ediyor. Zamanında Karachi Club cinayetleri üzerine de çalışan, ancak karısının düşük yapması üzerine dosyayı bırakmak zorunda kalan polis memuru Peter Hunter (Paddy Considine), Yorkshire Ripper cinayetlerini araştırmakla görevlendirilir. Hunter, Karachi Club kurbanlardan biri olan Claire Strachan’ın ölümü ile Ripper cinayetleri arasında benzerlikler görür ve kızın gerçek katilinin, polise ifade verdikten sonra serbest bırakıldığından şüphelenir. Claire ile ilgili araştırmalar, onu polis memuru Bob Craven’a götürecek ve Hunter, şüphelerinin çok daha ötesinde korkunç bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Red Riding: In The Year Of Our Lord 1974’un aktörleri bazı hasarlar ve kayıplarla yine ortalıklarda. Ama bu kez onlara yeni aktörler de ekleniyor. En önemlisi de ilk filmin finalindeki Karachi Club olayını çözmesi için görevlendirildiğini, ne var ki çözemediğini, hatta bu konuda teşkilat ve basında alay konusu olmasına rağmen Yorkshire Ripper’ı yakalaması için el altından kurulan ekibin başına getirildiğini öğrendiğimiz Peter Hunter. Evli, ilkeli, düzgün bir kanun adamı olan Peter, tıpkı 1974’teki gazeteci Eddie Dunford gibi bu yozlaşmış ortamın ortasına düşmüş bir idealist. Red Riding: 1974’teki gizemli ve tekinsiz atmosfer aynen korunuyor. İlk filmden edindiğimiz bazı bilgiler daha netleşiyor, detaylanıyor, karakterler biraz daha belirginleşiyor. Fakat ilginç biçimde film, yeni sorular üreterek ve onları çeşitleyerek etrafını çeviren belirsizlik halkasını daha da güçlendiriyor.


Red Riding: 1980’in güçlendirdiği bir başka unsur daha var: Çözümsüzlük! İlk filmde sınırlı bir erişime sahip olmasına rağmen adım adım komplonun içine çekilen Eddie’nin dramı, bu kez sistemin içinden seçilmiş bir komiser yardımcısı olan Peter’ın omuzlarında beliriyor. Karısı düşük yaptığı için 1974’te görev aldığı davanın ortasında çekilmek zorunda kalan Peter, bu durumun yarattığı yetersizlik duygusunun acısını, kendisine verilen yeni ve zor görevle üzerinden atmak için Claire Strachan cinayetinin çözümüne dört elle sarılıyor. Fakat ilgi bekleyen karısı, ekibi için seçtiği Helen Marshall ile geçmişte yaşadığı yasak ilişkinin açığa çıkması, kendisine destek yerine köstek olan Yorkshire polis çetesinin tutumları, basının bir türlü yakalanamayan seri katil üzerinden kurduğu baskı, Peter’ın uğraşmak zorunda kaldığı sorunları oluşturuyor. Bu anlamda Eddie ile kurduğumuz özdeşleşmenin bir benzerini bu kez Peter ile sağlıyoruz. Çünkü film, Peter’dan başka kimseye güvenilmeyeceğinin altını çizen karanlık suç örgüsünü burada da muhafaza ediyor. Gizemli rahip Martin Laws, Claire Strachan cinayetiyle ilgili çok şey bildiği için polisten köşe bucak kaçan BJ (çünkü Yorkshire’da bir şeyler biliyorsanız bunu polise anlatamazsınız) ve tabiî ilk filmde de az ama çok etkin bir konumda olan Maurice “Akbaba” Jobson, filmin seyirciyle kurduğu bilinmezlik bağlarının sınırlarında nöbetteler.

David Peace romanının ikinci ayağını senaryolaştıran isim yine Tony Grisoni. Fakat bu kez yönetmen koltuğunda Man On Wire belgeseliyle Oscar kazanmış olan James Marsh oturuyor. Kurgusal olarak ilk film ile arasında birkaç yıl geçmiş olması durumu değiştirmiyor ve Marsh, Red Riding: 1974’ün yoğunluğunu koruma başarısıyla  kopukluk yaratmadığı gibi, birbirine bağlı olay ve isim bolluğu sayesinde sık sık ilk filme geri dönme duygusu uyandırıyor. Eddie ve Peter gibi iki idealist ile bu karanlık işlerin ortaya çıkarılamayacağına, bir suç ve örtbas şebekesine dönüşmüş derin polisin, derin çürümüşlüğüne ve kollarının uzunluğuna alıştıran senaryo, James Marsh’ın yer yer kara film tadı taşıyan stilize anlatımıyla uyum içinde ilerliyor. Bu ikili uyum, finale doğru ilk filmin finalinden alıntılar yapıp, onu bu kez başka bir gözden gören farklı kurgusuyla zirve yapıyor. Son bir sürprizle de (ilk filmin eleştirisinde hikâye ile ilgili nasıl bir sürpriz yapılabilir de devamı için beklentiler yükseltilebilir diye düşünürken) serinin son halkasına heyecanla hazırlık yapıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder