7 Ağustos 2012 Salı
Polisse (2011)
Yönetmen: Maïwenn
Oyuncular: Karin Viard, Joey Starr, Marina Foïs, Nicolas Duvauchelle, Naidra Ayadi, Maïwenn, Karole Rocher, Emmanuelle Bercot, Frédéric Pierrot, Jérémie Elkaïm, Wladimir Yordanoff, Riccardo Scamarcio, Bine Sarambounou, Gaye Sarambounou, Joseph Créhange
Senaryo: Emmanuelle Bercot, Maïwenn
Müzik: Stephen Warbeck
Paris Çocuk Koruma Birimi (CPU) arşivindeki gerçek olaylara dayanan senaryosunu oyuncu Maïwenn ve Emmanuelle Bercot’nun yazdığı, Maïwenn’in yönettiği Polisse, Cannes Film Festivali’nde Juri Özel Ödülü almış bir dram. CPU aile içi şiddet, terk edilmiş çocuklar, pedofili vakaları, cinsel taciz, tecavüz, ensest gibi bıçak sırtı davalara bakan bir birim ve haliyle görevi başka birimlerdeki polislerden çok daha zor görünüyor. İzlediği bir belgeselden etkilenen Maïwenn, bu birimdeki görevlilerle bağlantıya kurup onların iç dünyasını da görme fırsatı elde ediyor. Orada bizzat tanık olduğu vakalar ve geçmişte CPU arşivine girmiş başka ilginç davalardan derlenen senaryo, Maïwenn’in gözlemlediği kadarıyla polis memurlarının özel yaşamlarını da masaya yatırmayı ihmal etmiyor. Film, bu haliyle kulağa izlemesi emek isteyecek sağlam bir dram gibi geliyor. Ne var ki bu tanımları karşılayan bir film olmayı çeşitli anlarda başarabildiği kadar, kimi zaman sıkıcı, hantal bir film olmayı da başarıyor bana göre.
Yaşanmış ve kaydedilmiş davalarla, CPU polislerinin özel hayatlarının karışık kurgusu şeklinde ilerleyen film, küçük çocukların ve bazı tacizci ebeveynlerin sorgulandığı sahneleri cesurca ve kurmaca – belgesel arasında gidip gelen etkileyici bir anlatımla sunarak seyirciyi ciddiyetine ortak ediyor. Öte yandan barınak sorunu yüzünden annesinden ayrılmak zorunda bırakılan küçük Ousman ve tacizcisi pedofil beden eğitimi öğretmeniyle arasında tuhaf bir yakınlık olan Solal gibi örneklerle daha da yıkıcı olabiliyor. Bu durum her ne kadar Maïwenn’i bir parça duygu sömürüsüyle suçlanabilecek bir konuma çekse de, meselenin önemi düşünüldüğünde herhangi bir ifade biçiminin bile kitleleri, kurumları uyandıracak ve harekete geçirecek iyi bir amaca hizmet ettiği düşünülmeli öncelikle. En azından öyle olması umut edilmeli.
Fakat iş, CPU polislerinin özel hayatlarına geldiğinde film çok fazla sarkıyor. Evet, başka hayatlarla çok fazla ilgili olduklarından, geceleri gündüzlerine karıştığından kendi eşlerine, çocuklarına vakit ayıramadıkları ve onlarla sorunlar yaşadıkları bu insanların gerçeklerinden. Ne var ki aldatanların aldatılanlara karıştığı, cinsel hayatların, platonik aşkların, boşanma, alkol, çocuk, çocuksuzluk hikayelerinin sıraya girdiği bu farklı boyut, ne filmin ana konusuna dişe dokunur bir katkı sağlıyor, ne de kendi başına ilgi çekip sonuçları yönünde bir merak duygusu yaratabiliyor. Sadece yersizce filmi ağırlaştırıyor. Mesela ekibin uyuşturucu bağımlısı dengesiz anneden bebeğini kurtarmak için gösterdikleri çaba, dramın gerilime karıştığı güçlü bir ortam yaratırken, olay çözüldükten sonra bunu diskoda kutladıkları bitmek bilmeyen bölüm filmi kendinden soğutuyor, ciddiyetini sorgulatıyor adeta. Atış poligonu sahnesi için de aynı şeyler söylenebilir.
Belki bu anlar, filmin ağır meselesinin yükünü biraz hafifletmek, ana eksenden uzaklaştırıp eğlence molası verme işlevine sahiptir. Ama bunun her seyirci için aynı etkiyi göstermeyeceği de kesin. Aksiyon olsun diye CPU’nun bir narkotik operasyonunda figürasyon olarak kullanıldığı bölüm de öyle. Filmi en fazla ağırlaştıran etkenlerden biri, İçişleri Bakanlığı tarafından CPU’yu gözlemleyip fotoğraflar çekmesi için ekibe dahil edilen Maïwenn’in canlandırdığı Melissa karakteri. Maïwenn zaten kötü bir oyuncu. Üstüne bir de Melissa gibi son derece gereksiz bir karakteri ve gereksizce uzatılıp duran bir aşk hikayesini zorla filme monte edince sosyal içeriği çok gerekli bir film mi, yoksa alakasız bir romantik dram mı izliyoruz anlaşılmıyor. Yönetmenin kendine kıyağı bu bölümlerden ve diğer polislerin çoğu zaman hiçbir yere varmayan problemlerinden artan zamanlarıyla ayakta duruyor Polisse. Örneğin sözkonusu çocuklar olunca herkes için akan sular duruyor fakat bürokrasi için öyle değil diyor. Yükseklerde tanıdığınız varsa pedofil suçlamasından bile yırtabilirsiniz diyor. Din kitaplarını kendine göre yorumlayanlar istedikleri gibi kadınları kızları istismar edebiliyor diyor. Gençlerin iffet duygusu yerini önemsiz şeylere bırakmakta diyor. İşte bunları dediği anlarda gerçeğin semalarında uçuyor.
Oyuncu kadrosu açısından da fena sayılmayacak film, yer yer fazla abartıya kaçsa da, bu birime uzun süre mesai harcamış bu insanların alışmış ruh hallerini sakin oyunlarına yansıtıyorlar. Zaten filmde pedofil kocasının cinsel fantezileri sorulduğunda utanan kadına “biz bunu müstehcen ya da iğrenç bulmuyoruz, kıyafetlerden veya yemek pişirmekten konuşmak gibi sıradan bizim için” diyorlar. Nora rolüyle Umut Veren Kadın Oyuncu dalında César ödülü alan Naidra Ayadi’nin yanı sıra Karin Viard, Joey Starr ve Marina Foïs öne çıkıyor. Bazısı zorlama, bazısı gerekli çeşitli sahnelerde ayrı ayrı gösterdikleri performanslar göz dolduruyor.
Son olarak sürpriz bozmadan finale değinmek gerek. Çok estetik, trajik ve manidar bir final olduğu muhakkak. Ancak filmin hareketli kamerasının baştan sona yarattığı belgeselvari gerçeklik içinde, ağırçekimli biçimde iç içe kurgulanmış bu final sekansı oldukça sırıtıyor. Kaldı ki bu beklenmedik hamlenin altyapısı filmde yeterince sağlam değil. Kişisel sebeplerle de olsa, genel de olsa pek inandırıcı da değil. İş bu noktaya nasıl geldi diye düşündürüyor. Yine de tüm olumsuzluklara rağmen Markus Schleinzer filmi Michael’ın da parmak bastığı üzere her dönem varolan, gittikçe de artan pedofili hastalığı ve genel çocuk istismarı sorunları üzerine bir farkındalık yaratma misyonu yönünden önemli bir film.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder