23 Şubat 2010 Salı

Dirty Rotten Scoundrels (1988)

Yönetmen: Frank Oz
Oyuncular: Steve Martin, Michael Caine, Glenne Headly, Anton Rodgers, Barbara Harris, Ian McDiarmid
Senaryo: Dale Launer, Stanley Shapiro, Paul Henning
Müzik: Miles Goodman

Dolandırıcılık üzerine düzinelerce film izledik. Herkes favorisini saysa geniş bir yelpaze ortaya çıkacak neredeyse. Şahsen The Sting üstüne tanımam. Kimse durup dururken birini dolandırmayacak. Bunu hak edilmiş bir intikam olarak, etik bir amaca, ince bir kılıfa uyduracak. Şayet dolandırıcılar öyle değilse Dirty Rotten Scoundrels’daki gibi olacaklar ki derslerini alsınlar. En beğendiğim kazık atma hikayelerinden biridir “Kirli, Çürük ve Adi”. İki dolandırıcı arasındaki ustalık mücadelesini, birbirlerini ekarte etmek için yaptıkları zeka fıskiyesi hamleleri, sonra işbirliği yapmaları, ardından anlaşamayıp gerçekte en iyiyi belirlemek için bir kurban seçerek tüm hünerlerini onun üzerinde gösterme çabalarını izlemek bu türün meraklılarına bal-börek gibi gelecektir. Kurbanlar ise zengin kadınlardan oluşur.

İngiliz soğukluğu ve asaletiyle tam bir karizma olan Michael Caine, ifadesiz gibi duran yüzüne, ifadeyi seyredenin kattığı bir yüz olması itibariyle burnumda Mona Lisa’msı kokular bırakmış bir aktördür. Bu bazen sığınabileceğimiz emniyetli bir liman, bazen gazabından kurtulmak için hemen oradan uzaklaşmamız gerektiğini bağıran bir yüz. Tamam yüzlerce yüze hayat verebilecek bir yüz değil belki ama, hayat verdiklerini de yüzde yüz dimdik ayakta tutan bir yüz. Steve Martin ise, L.A. Story ve biraz da, yine bir Frank Oz yapımı HouseSitter haricinde nötr duygular beslediğim bir komedyendir. Cyrano de Bergerac oyunundan yeniden fırına sürülen Roxanne ile Gerard Depardieu’yu, The Pink Panther ile Peter Sellers’ı yeniden yorumlama gazına kim tarafından getirildiği meçhul olmasına rağmen, bu filmdeki Freddy Benson ve yine filmin içinde onun bünyesindeki Ruprecht gibi iki komik karakterin üstesinden hakkıyla gelmiştir. Lawrence Jamieson rolündeki Caine’in kimliğine büründüğü sahte Dr. Schuffhausen’ın sözde özürlü Freddy’nin bacaklarını kontrol ettiği sahnenin gülmekten göz yaşarması, kasık sancısı, öksürük, kriz gibi etkileri olduğu tecrübeyle sabittir.

Yönetmen Frank Oz’un Susam Sokağı ve Muppet Show’a yaptığı katkılar düşünülünce, filmografisinin komedi ve Steve Martin ağırlıklı olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. En son The Stepford Wives filminin yeniden çevrimine el atan yönetmen, Little Shop Of Horrors, yukarıda sözü geçen Housesitter, ve yine Martin ile Bowfinger filmlerini yönetmiş. Ancak ne hikmetse 2001’deki Robert De Niro, Marlon Brando ve Edward Norton’lu The Score, Oz’un kariyerinde hilkat garibesi gibi durmakta. Film idare ederdi ama akla türlü türlü ihtimal geliyor. Adamların parasız dönemine mi denk geldi, Oz yoksa İran'ı nükleer araştırmalardan vazgeçirebilecek kadar güçlü bir ikna kabiliyetine mi sahip, ya da "arkadaşlar The Sting ayarında bir film çekiyorum, buyrun gelin" mi dedi? Bu yazdığım üç ihtimale ben bile inanmazken, adamların Oz'u çok takdir ettiklerine ve kesin Dirty Rotten Scoundrels'i izlediklerine kanaat getirdim. Şahsi kanaatim, Dirty Rotten Scoundrels’in Oz külliyatının en iyi iki örneği olduğu yönündedir. Bedtime Story adlı, başrollerde Marlon Brando ve David Niven’ın olduğu Ralph Levy filminden esinlenen yapım, bir Brodway müzikali olarak epey para bastı. Müzikallerden (hepsinden değil tabi) kangren olsam da onun da çok eğlenceli olduğuna eminim.

1 yorum:

  1. bu filmin video kasetini (o zamanlar vhs, beta falan vardı!) almıştık ben küçükken, sanırım 20 kez falan izlemişimdir, hani şu an bile aklımda sahnelerin sırası vs. hâlâ en komik bulduğum filmlerin başında gelir :)

    YanıtlaSil