17 Ocak 2012 Salı

The Air I Breathe (2007)


Yönetmen: Jieho Lee
Oyuncular: Brendan Fraser, Forest Whitaker, Andy Garcia, Sarah Michelle Gellar, Kevin Bacon, Julie Delpy, Emile Hirsch, Clark Gregg, Kelly Hu
Senaryo: Jieho Lee, Bob DeRosa
Müzik: Marcelo Zarvos

Hayatı için bahse giren bir işadamı, geleceği gören bir gangster, bir pop star ve hayatının aşkını kurtarmaya çalışan bir doktor. Hikayede antik bir Çin atasözünün döngüsünde yaşananlar anlatılıyor. Hayatın duygusal olarak dört temel taşı vardır. İç içe geçen bu öykülerde kesişen dört duygu: mutluluk, haz, aşk ve acı...

Kesişen hayatlar hadisesi yeterince kaliteli örneklerle sunuldu. Tabi sürekli bu formül uygulanmaya devam edilecektir. Ama özellikle bu işin milatlarından biri haline gelmiş Inarritu örneklerinin The Air I Breathe gibi nice kötü yapımların önünü açtığına da tanık olduk, sanırım olacağız da. Hayatları kesiştirmek bu kadar basit olmamalı. İşin içine duygu, ruh, zamanlama, insani mesajlar ve puzzle zekası katmanız gerekiyor. Kesişen insanlar mı, yoksa kesişen öyküler mi o filmi kalite çıtasının üzerine taşıyor? Bunun cevabı elbette öyküler olacaktır. Çıkış noktasını dört element olarak belirlemiş bir filmin mantıklı kesişmeler sağlaması ancak çok usta senaryolarda gerçekleşebilirdi. The Air I Breathe kesinlikle onlardan biri değil. Dizi benzetmesi yapılmış. Diziler bu denli kalitesiz, dengesiz ve basit biçimde tasarlamıyorlar senaryolarını. Ama tabi dört hikayenin dördüne de bir kulp takacağım endişesi, acemice (hatta cahilce) aceleye getirilince, hikayeler arasında zamansal dengeler sağlanmayınca ucuz bir taklitten öteye geçemiyorsunuz.



Bir kesimin belli noktalarda mantıksız ve ruhsuz bulabileceği bir film olduğu kadar, popüler kadrolara veya standart olay akışına 1,5- 2 saatini harcamaya gönüllü bir başka kesimin de ilgisini çekebilir. Ancak böylesi popüler kalabalığın kesişen hayatlar teması dahilinde prim sağlayacağı yanlış fikri ne yazık ki hala bu işe milyonlar koyan film şirketlerinin ya da Oscar kazanmış oyuncuların kafasında yer edebiliyor. İşin hikayede yattığını göremiyorlar. Hiçbir özelliği olmayan bu filmi boyundan biraz büyük monologlarla süsleyerek veya belli sikletlerdeki oyunculara zoraki sahneler uydurarak bir "film" yarattıklarını sanıyorlar.

Aşk, Kader, Zevk ve Mutluluk gibi dört derya deniz başlık varken meydana getireceğiniz film bu değildir, onu geçtik. Mesela Forest Whitaker'ın hikayesi Mutluluk'un neresinden konuşuyor, Brendan Fraser'ın oynadığı bodyguardın adı niye Zevk ve onun anlatmak istediği Zevk neyin Zevk'i? Sarah Michelle Gellar ile yatmanın mı, yoksa ikide bir dayak yemenin ya da dayak atmanın mı? Dalga geçtiğim düşünülmesin. Kabaca anlatılan şey sahiden bunlardan başkasına fazladan vurgu yapmıyor. Tabi ki film, bu karakterlere göre belirlediği soyut kavramların altını doldurma endişesi de taşıyor. Ama o kadar zorlama şekilde yapıyor ki bunu, haliyle "evet bu karakter şu sebepten dolayı Mutluluk, bu sebepten dolayı Zevk'i temsil ediyor" diyebilirsiniz. Fakat bu söylediğinize bir zaman gelir kendiniz de inanmazsınız.

Durum böyle olunca takdir ettiğimiz bazı oyuncular değil filmin gidişatına müdahale etmek, onun bir parçası olmanın sıkıntısıyla size hiçbirşey ifade etmezler. Başka bir yönetmenin çekmesinin de hiçbir şeyi değiştireceğini sanmıyorum. Örneğin içler acısı son bölüm Love'da o havadan gelen para saçmalığını başka birisi nasıl anlatacaktı? Bob Dylan demiş ya: "Sistem değişmedikçe Amerika Başkanı ben olsam neye yarar?" En başta bu senaryo çöpe atılıp sil baştan yenisi yazılacak ki, ondan sonra yönetmen filmini mi çekiyor, kendi limitlerini mi zorluyor, yaratıcılığını mı deniyor, prodüktörleri mi memnun ediyor, ne yaparsa yapsın. Son olarak, kesişen hayatlar deyince neden bir arabanın önüne atlama sahnesi zorunluluğu hissediliyor onu da anlamam. Finlandiya yapımı Paha Maa da bile bu klişe vardı. Demek ki Amerikalıların tekelinde değilmiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder