6 Mayıs 2008 Salı

The Kite Runner (2007)

 

Yönetmen: Marc Forster

Oyuncular: Khalid Abdalla, Homayoun Ershadi, Atossa Leoni, Shaun Toub, Zekeria Ebrahimi, Ahmad Khan Mahmidzada, Saïd Taghmaoui

Senaryo: David Benioff, Khaled Hosseini

Müzik: Alberto Iglesias

 

Kaliforniya’da yazarlık yapmakta olan Afgan kökenli Amir’in çocukluğu, Afganistan’da Kabil’li zengin bir tüccar olan babasıyla birlikte yaşayan evin hizmetkarı Ali’nin oğlu Hassan ile birlikte geçmiştir. Beraber vakit geçiren Amir ve Hassan, Amir’in kıskançlığı, dengesizliği ve Hassan’ın yaşadığı kötü bir olay sebebiyle trajik biçimde ayrılmak zorunda kalırlar. Sovyet işgali başlayınca babasıyla Amerika’ya kaçan Amir ve Afganistan’da kalan Hassan bir daha görüşemezler. Yıllar sonra Amir, Pakistan’da yaşayan babasının eski dostu çok sevdiği Rahim Han’dan bir telefon alır. Hassan ve onun oğlu ile ilgili bu telefonun ardından, Hassan’a karşı vicdanen borçlu hisseden Amir, artık asla onun çocukluğundaki gibi olmayan, Taliban yönetimindeki ateş çemberi Afganistan’a gitmeye karar verir.

 

Khaled Hosseini romanından uyarlanan The Kite Runner, yazarın hayatıyla paralellikler taşımakta. Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sırasında Paris’teki Afgan elçiliğine atanan babasının yanında bulunan Hosseini 1980’de ailesiyle birlikte Kaliforniya’ya yerleşmiş, tıp fakültesinden mezun olmuş, 1996’dan bu yana da dahiliye alanında pratisyen hekim olarak görev yapmaktaymış. Filmde yazar olmayı doktor olmaya yeğleyen Amir’in çocukluk ve yetişkinlik arasında geçen öyküsünde, Housseini’nin köklerine duyduğu bağlılığa edebi bir yaklaşım yanında, özellikle Taliban sonrası Afganistan’ın yitirilişine de eleştirel bir bakış da görülmekte.

 

Afgan nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Peştun’lara mensup olan varlıklı bir tüccarın oğlu Amir ile, tam tersi azınlıkta bulunan Hazara halkından olan Hassan arasındaki dostluk aracılığıyla işgal öncesi Afganistan’da şimdikine nazaran daha güçlü olan huzur, güven, hoşgörü ortamına değiniliyor. Ezilen, hor görülen ve hizmetkar olarak yaşamaya zorlanan azınlıktaki Hazara’lardan biri olmasına rağmen, Amir’in kültürlü, onurlu ve cesur babasının emektar hizmetçisi olan Ali’nin oğlu Hassan ile Amir’in dostluğu çok güçlü. Beraber sinemaya gidip, ezberleyene kadar The Magnificent Seven’ı izleyen, Amir’in yazdığı kısa hikayeleri tartışan, Steve McQueen’i İran’da görmeyi, onunla tanışmayı hayal eden ve en önemlisi o zamanlarda Afgan çocukları kadar yetişkinlerini de heyecanlandıran uçurtma yarışlarına beraber katılan Amir ve Hassan, çocuk oyuncuların da başarısıyla gerçek bir dostluğa sağlam bir vurgu yapıyorlar. Aralarındaki hizmetkar-efendi ayırımını hiç hissettirmeyen bu dostluk, Amir yüzünden çıkılması zor bir yola giriyor. Amir’i dostça bir bağlılığın yanında, sadık bir hizmetkar olarak da korumaya kollamaya adamış olan Hassan’ın onurlu, temiz, cesur ve zeki duruşu nedense Amir’i rahatsız ediyor. Hassan ve Amir’i, Hassan’ın Hazara olmasından ötürü sürekli rahatsız eden Peştun çocukları bir gün Hassan’a acı bir sürpriz hazırlıyor. Bu olaya tanık olduğu halde Hassan’a yardım etmek için hiçbir şey yapmayan, üstelik ona hiç hak etmediği şekilde davranan Amir, bu ihanetinden dolayı da yıllarca vicdan azabı çekiyor. Çok sonra Hassan’a bu vicdan borcunu ödeme fırsatı elde ediyor. Ama bu fırsat, onu arkasına bakmadan kaçmak zorunda kaldığı Afganistan’a götürecek ve orada göreceği, öğreneceği acı gerçeklerle yüzleşmesine vesile olacak kadar zalim bir fırsat.

 

Amir ve babası Amerika’ya kaçmadan evvel izlediğimiz bölümler filmin en can alıcı bölümleri. Bunda Amir ve Hassan’ın dostlukları etrafında şekillenen hem edebi, hem de dramatik anlamda atılan sağlam temellerin rolü büyük. Amir’in yazdığı, ağlarken gözyaşları inci tanesi olarak dökülen ve bu sayede zengin olma hırsının önüne geçemeyen adam ile ilgili trajik hikayeye Hassan’ın getirdiği müthiş eleştiri, Amir’in babasının en büyük suçun hırsızlık olduğu üzerine yaptığı enfes tarif gibi zeki yaklaşımları yanında, The Magnificent Seven’da Steve McQueen’in Farsça dublajını İran’lı olmasına yoran çocuksu bir masumiyeti de bünyesinde barındırıyor. Bunun yanında sinema yönünden de etkileyici bir görsellik sunmayı ihmal etmiyor. Filmin sembolü olan uçurtma sahneleri buna en güzel örnek. Başkalarının uçurtmaları ile havada girilen mücadele sonucu rakip uçurtmaları etkisiz hale getirme amaçlı oyunu izlediğimiz sahneler, filmin etnik havasına farklı bir tat sağlamış. Havada it dalaşı yapan uçakların mücadelelerine benzer bir estetikle hazırlanmış bu sahnelerin bilgisayar destekli olması bu sahneleri yapaylaştırmadığı gibi, farklı bir aksiyon dinamiği de kazandırmış. Eski Afganistan’da çocukların en büyük eğlencelerinden biri olan uçurtmaların genel olarak sembolize ettiği tüm soyut kavramlar, özellikle bu coğrafyanın çocuklarının dramları düşünüldüğünde daha coşkulu şekilde vücuda geliyor.

 

Tabi filmde yürek burkan çeşitli sahneleri duygu sömürüsü şeklinde algılama riski de söz konusu. Ama hem işgal öncesi süregelen Peştun-Hazara ayrımı, hem de işgal sonrası Afganistan’da hüküm süren Taliban zulmünden geriye her zaman naif şeyler kalmaması çok doğal. Üstelik merkeze çocuk karakterler alındığı vakit, bu çocuk masumiyeti ile kaos ortamının kaçınılmaz kesişmesinden çıkacak sonuçlar ancak hazmı zor bir drama anlayışıyla dile getirilmek durumunda olabiliyor. The Kite Runner için de durum bundan ibaret. Üstelik tamamen bir Amerikan yapımı olarak, biçim yönünden Osama, Turtles Can Fly veya Kandahar gibi Doğu ile Avrupa ortak yapımı filmlere çok fazla uzak kaldığı da söylenemez. The Kite Runner için çocuk duygusallığı ile dönem/rejim karmaşasından rant sağlamaya çalışan duygu sömürüsü olarak değil, tıpkı bu adı geçen filmlerin yapmaya çalıştığı gibi daha geniş kitlelere ulaşarak bir farkındalık ve dikkat çekme hedefinden bahsedilebilir. Afganistan’da geçen bir film çekecekseniz bunun çiçekler, böceklerle ilgili olması biraz garip kaçar. Çocukların Taliban tarafından nasıl yetimhaneden alınıp istismar edildiklerine ya da zina ile suçlanan kadınların stadyumda nasıl taşa tutulup öldürüldüklerine vurgu yapmaktır garip kaçmayacak olan…

 

Tamamı Amerika dışından oluşturulmuş cast ve çeşitli Afgan lehçelerinin ağırlıkta olduğu dili ile sağlanan etnik yoğunluk, hikayenin anlatımına sekte vurmuyor, yapmacık kalmıyor. Fakat finale doğru özellikle kaçma/kaçırma bölümünün oldu bittiye getirilmiş hissi uyandıran aceleciliği fazla fantastik kaçsa da, neticede ulaşmak istediği hedefe ulaşıp vicdani rahatlama sağlaması yönünden filmi rencide etmiyor. Küçük bir aşk hikayesi ve onun evliliğe uzayan süreci, Amerika’da yaşayan Afgan cemaatine kısa da olsa bir bakış, filmin dramatik yoğunluğuna etnik çeşni katıyor. Yönetmen Marc Forster, geniş vizyonu ve farklı türlerde çektiği filmleriyle gittikçe olgunlaşıyor. Tavır yönünden Ang Lee’nin bir sonraki kuşağına dahi edilebilecek yönetmen adaylarından biri. Çok güçlü oyuncularla çalıştıktan sonra The Kite Runner ile hiçbir gişe beklentisi olmaksızın tanınmamış, hatta oyuncu bile olmayan insanlarla çalıştıktan sonra yüksek bir bütçeyle yeni James Bond filmini çekmek, yapabileceklerini test eden kendi kendine bir meydan okuma gibi adeta. Başta çocuk oyuncular Ahmad Khan Mahmidzada ve Zekeria Ebrahimi (en çok da Mahmidzada) çok sevimli ama bir yandan da acıklı bir oyun sergiliyorlar. Bunun yanında baba rolüyle Abbas Kiarostami başyapıtı Ta'm e guilass’dan hatırlanacak mimar/oyuncu Homayoun Ershadi çok başarılı. Ayrıca filmin belki de uluslararası anlamda en meşhur oyuncusu olarak Amir’i Kabil’e gizlice sokan şoför Farid rolünde Fas asıllı Fransız oyuncu Saïd Taghmaoui’yi gösterebiliriz.

 

 

Forster’ın vazgeçemediği senarist David Benioff ile görüntü yönetmeni Roberto Schaefer yine iş başında. Ayrıca atmosferik melodileriyle usta müzisyen Alberto Iglesias’ı da unutmamak gerek. The Kite Runner çok duygusal bir dostluk epiği olabilecek iken, Marc Forster’in yavaş yavaş alışılmaya başlayan bağımsız, iddiasız tavrı nedeniyle kendi kendine yetmeyi daha yerinde bulan bir anlayışın son ürünü. Bunun bir sonraki ürününün James Bond olması sizi aldatmasın. Bu seçim şekli, bazı yönetmenler için biraz da bu meydan okuma tavrının bir ürünü…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder