Yönetmen: Kim Ki-duk
Oyuncular: Jung-woo Ha, Ji-Yeon Park, Hyeon-a Seong
Senaryo: Kim Ki-duk
Müzik: Hyung-woo Noh
Seh-hee ve Ji-woo yıllardır birlikte olan bir çifttir. Seh-hee, yüzünden sıkıldığını düşündüğü Ji-woo’ya artık yetmediği fikrine kapılınca, ortadan kaybolur. Ji-woo kırılmıştır, ancak bir süre sonra kız arkadaşının yokluğuna alışır. Bu arada Seh-hee yüzüne estetik ameliyat yaptırmıştır. Bir gün Ji-woo, adı See-hee olan bir garsonla tanışır ve ona âşık olur. Ne var ki, eski kız arkadaşı Seh-hee onunla tekrar bağlantı kurunca işler karışır.
Kendi tarzını oturtmuş, farklı türlerle flört halindeki filmlerine kendinden bir takım unsurlar eklemiş yönetmenlerin bu işleri için, sinema ve eleştiri çevrelerinde “X Sineması” ifadesi kullanımı yaygındır. Bu sinemacılar, kariyerlerine ekledikleri filmlerde gerek hikaye seçimleri, gerek yönetim anlayışları, gerekse vurgulamak ya da sadece dokunmak istedikleri sosyo-kültürel bakışları ile bunu hak elde etmişlerdir. Kendi sinemaları içinde değişik kulvarlara sıçrasalar bile, belli ilkelerini de oraya taşır, bu sayede elde ettikleri özgürlükleri ile kendilerine serbest oyun alanları yaratırlar. Kim Ki-duk da bu anlayışı oturtmuş bir yönetmen. Yani “Kim Ki-duk Sineması” diye bir sinemadan söz edilmekte.
Kim Ki-duk’un bir auteur, yani yazıp yönettiği filmleriyle kendine has bir yöntem geliştirmiş bir sinema adamı olduğu fikri, eleştirmenleri ikiye bölmüş durumda. Filmleri ile uluslar arası arenalarda kabul gören, festivallere davet edilen, hatta kimi zaman mainstream Güney Kore sinemasına ters gelen fazla derin estetik anlayışı yüzünden kendi sinemasına yabancılaşan Kim Ki-duk, temelde basit bir hikayeyi alıp, onu nasıl yıpratacağını, sonra şefkatle nasıl düzenleyeceğini, sonra tekrar nasıl yıpratacağını görmek için kendi tarzında oyunlar oynamayı seven bir yönetmen. Çıktığı içsel yolculuklar esnasında yanına temel insani kavramlardan bir veya birkaçını alıp, yarattığı karakterlerine yüklemesi her zaman doğrudan olmuyor. Bu yüklemeyi çoğunlukla dolaylı yoldan yapmayı sevdiği için, basit hikaye, sıradan tiplemeler, tanıdık mekanlar bir anda sıra dışı unsurlara bürünebiliyor. Kendi dramatik bileşenlerinden asla vazgeçmiyor. Çünkü ancak bu sayede özgür ve özgün olabiliyor. Basitliği, sessizliği, umursamazlığı, sıradanlığı, sıkıntılı ruh halini anlatmak için görselliğin tüm imkanlarını seferber eden anlatım çabası, sözün bittiği anlardaki dolaylı tavrı daha bir pekiştiriyor. Aslında o hoş görsellik içinde gördüğümüz şey, gayet ekonomik bir teslimiyet barındırıyor. Ne görüyorsak, ilk aklımıza gelen kavram ile o anı bağdaştırıyoruz. Oysa Kim Ki-duk, o kavramları kafamızda şiirsel sözcüklere dönüştürmek için, müziğin de yardımı ile derinleşiyor. Kavramsal çağrışımlar yapmak için titiz bir refleks ile diğer kavram alternatiflerini de sevimli/sakil yapısına buyur ediyor.
13. Kim Ki-duk filmi Time, özellikle son iki filmi Bin-Jip ve Hwal’da sessizliği seven, temposunu ağırlaştıran, meramını sakin ama alttan alta gergin bir şekilde anlatan üslubundan biraz farklı duruş sergiliyor. Görsel çekiciliğin söze gerek bırakmadığı pek çok sekansa sahip çeşitli filmlerinin minimalist yaklaşımı, Time ile biraz gölgede kalmış denebilir. Time’da da buna benzer anlar mevcut elbette. Ancak Kim Ki-duk’in çok sevdiği aşk olgusu ve onun suretlerini şiirsel bir sakinlikle yansıttığı filmlerinden farklı olarak Time biraz daha huysuz, mızmız ve komplike bir film. Hikayenin, daha çok üst sınıfa ait estetik operasyon meselesini, insani olduğu kadar kimi zaman tehlikeli olan kıskançlık duygusu ile birleştiren ustalığı, çeşitli katmanlara bölünüyor. Bu katlar arasındaki hassas dengenin ve geçişlerin sağlanabilmesi için ise daha fazla diyalog, daha fazla gerçeklik, daha fazla dramatik yaklaşımlar gerekiyor.
Kim Ki-duk, bu “daha fazla”ları kendi sineması ile harmanlayarak bir denge kurmayı deniyor. Söze ihtiyaç duyması, önceki görsel tercihlerinde onu biraz daha ekonomik davranmaya itse de, özellikle heykel parkında geçen sahnelerde sembolizm vurgularını ihmal etmiyor. Peşine takılmaya değer bir öykü içinde Time, kendi yolunu çizmeye çalışıyor. Ama Kim Ki-duk sinemasının katmanları arasında Time’ın yeri, filmin birkaç sahnesinde bilgisayar ekranından da görünen Bin-Jip’in, hele de Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring’in yakınında bir yer değil. Kendi sineması içinde sıçramalar yapan yönetmenin bu filmde anlatmak istediği hikaye ve onun sosyal yansımaları gereği, adı geçen filmlere nazaran biraz daha geveze ve aceleci olması gerekiyor.
Sevgilisi Ji-woo’yu hastalık derecesinde kıskanan Seh-hee’nin kendi tabiriyle sıkıcı yüzünden kurtulup, sıkıcı huyundan kurtulamaması onu zayıf bir kişilik haline getirse de, bu zayıflıkların aşkın kör gözüne zarar vermediği vurgusu önemli. Sevdiğimizin zayıf yönlerini göremememiz, gördükten sonra ise onlara alışıyor olmamız bizi karışık duygulara sevk ediyor. Bir yüze mi, yoksa bir ruha mı aşık oluyoruz? Ji-woo’nun farklı yüzlerle aşkının sınanması fikri çok zekice. Ama Seh-hee’nin dramı daha acıtan cinsten. Aşkın ve kıskançlığın bu denli saplantı haline getirilme şekli inandırıcı gelmeme tehlikesi taşıyor olabilir. Ama kent hayatının getirdiği yalnızlıkların ardından bireylerin zorlukla gerçek aşkı elde etmeleri, elde ettikleri bu aşkı zaman aşımına uğratmak istememeleri, bu sebeple modern çağın ve modern tıbbın sunduğu imkanlardan biri olan plastik cerrahi ile zamanı geri alma gücüne sahip olduklarını düşünmeleri hatalar zincirini beraberinde getiriyor.
Gerçek aşkı elde etmek için herkesin bir şansı var. Fakat insanoğlu bu şansı bulduğunda bile kendine sorun yaratmaktan vazgeçmiyor. Kendi yarattığı bu sorunları telafi etmek istediğinde ise belki daha büyüklerine davetiye çıkarıyor. Güzelliği satın almak veya sahip olduğu güzelliği sorgulayıp onu değiştirmek için estetik ameliyat geçirmeyi göze alan insanların bu doyumsuzluğu, yine biz insanlar tarafından kabul edilmiş güzelliğin göreceli bir kavram oluşu ile ne güzel bir tezat oluşturuyor.
Gerçek aşkı elde etmek için herkesin bir şansı var. Fakat insanoğlu bu şansı bulduğunda bile kendine sorun yaratmaktan vazgeçmiyor. Kendi yarattığı bu sorunları telafi etmek istediğinde ise belki daha büyüklerine davetiye çıkarıyor. Güzelliği satın almak veya sahip olduğu güzelliği sorgulayıp onu değiştirmek için estetik ameliyat geçirmeyi göze alan insanların bu doyumsuzluğu, yine biz insanlar tarafından kabul edilmiş güzelliğin göreceli bir kavram oluşu ile ne güzel bir tezat oluşturuyor.
Başrol oyuncuları Jeong Woo-ha ve Seong Hyeon-ha, çok iyi bir performans sergiliyorlar. İkisinin de yükseldiği bazı sahneler var ve bu sahneler filmin tansiyonunu da belirleyen etkenler. Daha çok oyuncu bakışlarının ve vücut dillerinin gücüne güvenen Kim Ki-duk, bu iki oyuncu ile sanırız tatmin olmuştur. Ama her filminde olduğu gibi, Time’da da başrol yine Kim Ki-duk’un. Özellikle aşkı ele aldığı yapımlarda, aşkın görünen yüzünün derinlerine inmeyi seven, karakterlerine özürler ve zaaflar yükleyerek, onları bir anda akla gelmesi ve içinden çıkması güç hikayelere dahil eden, filmlerinin ruhuna bütünüyle hakim bir yönetmen. Bu sıradanlıktan sıra dışına doğru sürüklenen hikayeler, dingin bir suda seyrederken, yormayan, kasmayan, filmin hassas dokusuna zarar vermeyen gerilim öğesi, sert ve yumuşak dokunuşlarıyla kendini belli ediyor. Her ne kadar, bazı filmlerinin akıcılığına daha farklı finallerin yakıştığını düşünsek de, işin başka bir görece boyutu da orada ortaya çıkıyor, her izleyen farklı şekilde yorumlayabiliyor.
Kim Ki-duk, insan ruhunun yolculuğu esnasında uğradığı önemli duraklardan birine daha uğruyor. Time, değişim sonucu değişen ve değişmeyenleri ameliyat masasına yatırıp, kendine özgü estetik darbeleriyle bize yaklaşık 100 dakikalık estetik ameliyatını sunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder