11 Ağustos 2020 Salı

The One I Love (2014)


Yönetmen: Charlie McDowell
Oyuncular: Mark Duplass, Elisabeth Moss, Ted Danson
Senaryo: Justin Lader
Müzik: Danny Bensi, Saunder Jurriaans

Senaryosunu Justin Lader'ın yazdığı, yönetmenliğini ünlü aktör Malcolm McDowell'ın oğlu Charlie McDowell'ın yaptığı The One I Love, her iki ismin de ilk uzun metrajı olarak 2010'ların en yaratıcı fikirlerinden biri. Bu fikirleri destekleyen, bağımsız yapımlara omuz veren Jay ve Mark Duplass kardeşlerin yürütücü yapımcılığını yaptıkları film, evliliklerinde sorunlar yaşayan Ethan ve Sophie çiftini mercek altına alıyor. Her ikisi de bu evliliği kurtarmak için ismini bilmediğimiz evlilik terapistine gidiyorlar ve terapist onları birkaç günlüğüne şehir dışındaki güzel bir eve gönderiyor. Birbirlerine hala aşık olup olmadıklarını anlamak, evliliklerini kurtarmak isteyen Ethan ve Sophie, kaldıkları evin yanındaki konuk evinde tuhaf şeylerin döndüğünü fark ediyorlar. Ethan oraya her girdiğinde Sophie'nin, Sophie de her girdiğinde Ethan'ın farklı bir versiyonuna rastlıyor. Yani konuk evinde de birer adet Ethan ve Sophie yaşıyor. İçeride sadece biri varken bu durum ortaya çıkıyor. Bu versiyonlar, gerçek kahramanlarımıza nazaran daha pozitif, uyumlu ve tutkulu olunca ilginç sahneler, replikler ve diyaloglarla dolu ilginç bir romantik komedi izlemeye başlıyoruz.

Senarist Justin Lader, böyle yaratıcı bir düzen kurduktan sonra yan gelip yatmayıp, iki kişilik bir hikayeyi katmanlandırmak için olayın fantastik boyutundan nemalanmayı tercih ediyor. Lader önce tamamen Ethan ve Sophie'nin etrafında şekillenecek, onların evlilik muhasebesi yapmalarını sağlayacak Woody Allen tarzı bir komedi dram patikasına gireceğini düşündürse de, ikinci bir Ethan & Sophie çiftiyle vizyonunu genişletip kendi kendine meydan okuma safhasına geçiyor. Fakat doğru bir tercihle bu Alacakaranlık Kuşağı malzemesini, ana yemeği olan "bir ilişkinin anatomisi" temasının yanına çok yakışan bir meze halinde sunuyor. Bu durumun mantıksal açıklamasıyla oyalanmayıp, hatta "farklı boyut", "varlık düzlemi", "kozmik sapma" gibi geçiştirmeler yaparak dikkate almayıp, elindekileri bu evliliğin yakalandığı hastalığın teşhisi için kullanmak istiyor. Asıl amaç, sevdiğimiz insanın evlilik öncesindeki veya evliliğin ilk yıllarındaki kopyasıyla tekrar karşılaşmış olsaydık şimdiki halimizle ne tür tepkiler verirdik fikri üzerine küçük beyin jimnastikleri yapmak. Böylece yıllandıkça yıpranan evlilik kurumu üzerine bir şeyler söylemek adına kendine özgür ve ilginç bir platform kuruyor.


Bu özgürlük dahilinde, ilk zamanlardaki gibi taze kalması beklenmeyen evliliklerini yoluna koymak için çaba gösteren Ethan ve Sophie'nin, ilk zamanlarını anımsatan kopyaları ile bu gizemli evde yaşadıklarından çok güzel tespitler çıkaran Justin Lader, filmi gereksiz diyaloglara boğmadan, kozmik sapma gibi şeylerle dağıtmadan, ince bir hüzünle destekleyerek yoluna devam ediyor. Çiftlerin cicim aylarıyla 10 yılı devirmiş dönemleri arasında sunulabilecek milyonlarca fark arasından kendine seçtikleriyle meselesini ekonomik biçimde anlatabilmesi, en az anlattıkları kadar anlatmadıklarıyla da seyirciyi içine çekebilmesi hayranlık verici. Lader, bitmiş veya bittiği düşünülen duyguların üzerine giden minimal ısrarcılığıyla Ethan ve Sophie'nin kopyalarını "öteki adam/kadın" konumuna getirerek absürt bir kıskançlık ölçüsü bile yakalıyor. Adeta eski resmine bakıp fiziksel olarak geçen yılların etkisini üzerinde hissederek üzülen insanoğlunun karşısına, aynı mantığın kanlı canlı versiyonlarını çıkararak psikolojik yönden benzer bir üzgünlük hali yaratıyor. Kadının/adamın karşısına rakip olarak yine aynı adamı/kadını çıkarma fikri, filme geniş bir vizyon sağlıyor. Ama Lader bu vizyonu kendi bağımsız yapılanması içinde arızalı, eksik, bir parça da donuk bırakarak saçma bir mükemmeliyetçilik peşinde koşmuyor. Bu da The One I Love'ı daha mütevazi ve değerli kılıyor.

Evliliğin nasıl zor bir sorumluluk olduğunu, bu zorluğu aşmanın en önemli yollarından birinin ilk zamanlardaki bağlılık, fedakarlık, sevgi halkalarının mümkün olduğunca zincirde tutulması gerektiğini çok yaratıcı bir fanteziyle servis eden The One I Love, yıllar geçtikçe kaybolmaya yüz tutan bu unsurlarla yüzleşme fırsatı sunan bir film. Yüzleşme gerçekten olağanüstü. Çünkü ilk yıllardaki doğruları, son zamanlarda yapılan hataları görmemizi en güçlü şekilde sağlayacak olan şeyin kişinin gerçek anlamda, kanlı canlı haliyle kendisiyle yüzleşmesi olduğunu daha güzel anlatabilecek çok fazla fikir yok. "Şu anki halinizle 17 veya 20 yaşınıza ne öğüt verirdiniz" türü bir anket sorusunun "şu anki halinizle evliliğinizin ilk yıllarına bakışınız ne olurdu" sorusuna evrilmiş ve bu evrim içindeki arızaların çoğunu görebilmiş bu güzel senaryo, içerdiğinin çok daha fazlasını seyirciye düşündürecek kapasitede bir kimliğe sahip. Mark Duplass ve Elisabeth Moss'un ikişer adet Ethan ve Sophie performanları arasında yakalanacak nüanslar da bu kimliğin ete kemiğe bürünmesinde basit bir aracılığın ötesinde seyrediyor. The One I Love, aşk, evlilik, bağlılık üzerine yaratıcı fikirlerden hareket noktası belirlemiş, bu yaratıcılığı mantık sınırları dışına taşırıp risk almış ve bu riski ironik biçimde ayakları yere basar hale sokmuş filmlerden haz alanlar için gizli hazinelerden biri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder