7 Şubat 2018 Çarşamba
Atomic Blonde (2017)
Yönetmen: David Leitch
Oyuncular: Charlize Theron, James McAvoy, John Goodman, Toby Jones, Roland Møller, Eddie Marsan, James Faulkner, Sofia Boutella, Bill Skarsgård, Jóhannes Haukur Jóhannesson, Til Schweiger
Senaryo: Kurt Johnstad, Antony Johnston, Sam Hart
Müzik: Tyler Bates
Kasım 1989'da Berlin'i ikiye ayıran duvarın yıkılması öncesinde Britanya gizli servisinde görevli olan MI6 ajanı Lorraine Broughton (Charlize Theron) başka bir ajanın öldürülmesini araştırmak üzere Berlin'e yollanır. Ölen ajan Doğu'daki kaynağından bir liste almıştır ve bu listede, iki tarafın çifte ajanlığını yapanlar deşifre edilmiştir. Fakat liste, ölen ajanın üzerinden çıkmaz. Berlin duvarının yıkıldığı gece ajan Broughton'ın üstü olan meslektaşı sokak ortasında vurularak öldürülür. Bunun üzerine Lorraine, Londra'ya dönerek başından geçenleri anlatır. Biz de bu flashbackler sayesinde yaşananları izlemeye başlarız. Tabii bu uzun skeçlerin bitiminde tekrar sorgu odasına döneriz. Antony Johnston'ın grafik roman serisi The Coldest City'den Kurt Johnstad'ın uyarladığı, Hollywood'un en tecrübeli dublörlerinden biri olan David Leitch'in yönettiği Atomic Blonde, Bourne serisi ile ivme kazanan, dönem dönem vasat örneklerle seyirciyi sınayan becerikli ajan maceralarından biri. Bana göre de o vasat örneklere dahil edilesi türden.
80'ler ruhunu, bol bol neon ışığı ve gayet iyi seçilmiş new wave, post-punk, synthpop şarkılarıyla hallettiğini sanan, halbuki dünya tarihinde önemli yeri olan Berlin Duvarı'nın yıkılma dönemi dekoru olmasa, günümüze yakın bir zaman diliminde bile sırıtmayacak filmdeki bu özensiz detaylandırmalar genele hakim görünüyor. Kendisiyle ilgili yazılarda sıklıkla John Wick adının telaffuz edilmesi, onu bir Jane Wick yapmıyor. Leitch bu tip pazarlama numaralarından mutlu mudur bilinmez. (Zaten bu filmde ilk John Wick filminin görüntü yönetmeni Jonathan Sela ile çalışmış.) Berlin, Budapeşte, Londra gibi lokasyonlar, kendisini takip eden ajanlardan kaçarken Lorraine'in sığındığı sinemada Tarkovsky'nin Stalker'ının gösteriliyor olması gibi göndermeler, James McAvoy, Eddie Marsan, Toby Jones, James Faulkner gibi kaliteli İngiliz oyuncular, Roland Møller, Bill Skarsgård, Sofia Boutella, Jóhannes Haukur Jóhannesson, Til Schweiger gibi uluslararası yan figürlerle filmini daha ilginç kılmaya çalışan Leitch, basit bir aksiyon olarak anılmamak için elinden geleni yapmış.
Leitch bu kaygılarını biçime de yansıtmak isteyerek, merdivenlerde başlayıp diğer dairelere sıçrayan 10 dakikalık plan sekanstan oluşan kavga sahnesinde olduğu gibi bazı farklar yaratmak istemiş. Aslında plan sekans olmadığını bilmemize rağmen keyif veren bu 10 dakika, belki de Atomic Blonde dendiği zaman aklımıza gelecek yegane an olacak. Lakin bir bütün olarak iz bırakabilmesi için çok daha fazlasına ihtiyacı vardı denebilir. Filmin en büyük yükünü taşıyan Charlize Theron, her ne kadar Mad Max: Fury Road gibi bir aksiyon operası ile bu kulvarda da müthiş işler çıkarabileceğini gösterse dahi, saha ajanı Lorraine Broughton olarak Furiosa'nın yarısı kadar bile etmiyor. Çünkü senaryo onu kimseye güvenmeyen, soğuk nevale, balmumu Charlize Theron olarak görmek istiyor. O da bu işi fazla ciddiye alıyor gibi görünmeyip, Leitch koreografileri dışında ödüllerle tescillenmiş performansını hasır altı ediyor. Geçmişine dair bilgilendirilmediğimiz, temelinde ne tip bir psikolojiye sahip olduğunu veya yeteneklerini bilmediğimiz Lorraine ile özdeşlik kurmak zor. Leitch, bize onun CV'sini vermeden işe almamızı istiyor. Bu kadar uğraşmasına rağmen çerezlik olmaktan kurtulamadığını, güvendiği twisti de iyi organize edemeyip erken ele verdiğini düşündüğüm Atomic Blonde, ruhsuzluğuyla kuru sıkı bir aksiyon olmaktan öteye gidemiyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder