5 Eylül 2012 Çarşamba

The Tall Man (2012)


Yönetmen: Pascal Laugier
Oyuncular: Jessica Biel, Stephen McHattie, Jodelle Ferland, Samantha Ferris, Colleen Wheeler, William B. Davis, Eve Harlow, Janet Wright, Teach Grant, Garwin Sanford, Jakob Davies
Senaryo: Pascal Laugier
Müzik: Todd Bryanton

Cold Rock adlı küçük maden kasabası, madenlerin kapatılması, işsizliğin ve sefaletin artması sonucu uzun zamandır ölü gibidir. Bu yetmiyormuş gibi, kasabalı tarafından “Tall Man” adı verilen gizemli bir adam çocukları kaçırmaktadır. Oğlu David ile birlikte yaşayan kasabanın hemşiresi Julia Denning (Jessica Biel) ise bunun sadece halk tarafından uydurulmuş yerel bir efsane olduğuna inanmaktadır. Ama bir gece Tall Man tarifine uyan gizemli biri Julia’nın evine girerek David’i kaçırır. Kaçıranın peşinden ısrarla giden Julia, David’i kurtarmayı başaramaz ve polis tarafından yaralı biçimde yolda bulunur. Julia’nın vazgeçmeye niyeti yoktur.

2008 yılında çektiği ve o yılın en çok beğendiğim filmlerinden olan Martyrs ile korku/gerilim sinemasına sert ve sarsıcı bir örnek sunan Pascal Laugier’in bu filmin arından yazıp yönettiği yeni filmi The Tall Man, bu kez yapımcıları arasında Amerika’nın da bulunduğu gizem yoğunluklu bir gerilim . Konu bakımından olmasa da Martyrs ile bazı ortak yönleri bulunmasına rağmen biraz da işin içine Amerikan muhafazakarlığının dahil oluşuyla onun kadar sert olmayan film, daha çok Laugier’in Martyrs’teki yöntemlerinden izler taşımakta. Aşina olunan bir gerilim kalıbıyla başlayan, ancak sürpriz kırılma noktalarının hikayeyi alıp bambaşka yerlere götürmesiyle baştan sona kadar (hatta son sahneye kadar) gizeminden ödün vermemeye çalışan bu tarz aslında seyircinin pek de yabancısı olmadığı bir şey. Sözkonusu Laugier olunca bu hikayede basit bir “çocukları kaçıran yerel efsane” öcüsünün farklı açılımlar içerdiği beklentisine girmek doğal. Önemli olan The Tall Man’in bu beklentilere ne ölçüde cevap verebildiği.


Yapım ekibinin çoğu, oyuncuları ve dili Amerikan bir film çekmesine rağmen Pascal Laugier, hikayesinin şekil değiştirdiği kırılma anları ve o anların fazla savrulmadan kendi rotasına girdiği senaryosuyla korku/gerilimden ziyade gizeme ağırlık veriyor. Fakat bunun ötesinde kaçırılan çocuklar özelinde çok önemli bir ikilem yaratmayı başarıyor. Bu ikilemden bahsetmek filmle ilgili birçok sürprizi bozacağı için her zaman olduğu gibi kıyılardan gitmek en iyisi. Yine de şunu söyleyebiliriz ki, yetişkinlerin bütün hatalarının, beceriksizliklerinin, ihmallerinin bedelini ödemek zorunda kalan çocukların hayatına sokulan öcülerin, cadıların, canavarların arkasına Laugier’in koyduğu gerçeklerden örülü bu dilemma, fikir olarak seyirciyi tam anlamıyla ikiye bölecek cinsten. Filmin gizemli yanına zarar vermemek adına gizli tuttuğum bu yaman çelişki bambaşka bir yazı konusu. İki taraftan bakıldığında da çok şey söylenecek ama kesin bir karara bağlanması güç bir münazara konusu.

Filmde Julia Denning’in dile getirdiği “döngü”nün çıkış bulamayan çaresizliği, potansiyeli olan, zeki, becerikli ve sevgi dolu çocukların zamanla hayata karşı zayıf kalmış ya da yenilmiş ebeveynlerine benzemek durumunda kalmasında, bunun önüne bir şekilde geçilmeye çalışıldığında ise insanların karşısına dağ gibi bürokratik engellerin çıkmasında kendini buluyor. Film “asıl sorun iyi veya kötü bir insan olmak değil, bununla nasıl başa çıktığınızdır” derken bunu sistem karşısında yenildiğini kabul ederek söylüyor. Yani birey olarak iyi veya kötü olmakla tam anlamıyla başa çıkamazken, ebeveyn olarak model olduğumuz çocuklarımıza bir şeyleri yüklerken hatalar yapıyoruz. Bunun sonucunda kendi çocuklarımızın geleceğini dahi çalabiliyoruz.


Tüm bu yoğun fikirleri bir şekilde bünyesinde barındıran ve bu ikilem içinde tarafını belirginleştirmiş The Tall Man, sadece film olarak bakıldığında ise boyundan büyük laflar eden ya da yeterince büyük oynayamayan bir yapıda. Ortaya sunduğu ve uzun müddet saklı tutmayı başardığı esrarı aydınlanmaya başlayınca da, iyi bir film oluşundan ziyade, yarattığı tartışmayla ve ütopiğe varan çözümleriyle kendini sorgulatıyor. Bu yüzden, bittikten sonra geriye bu tartışmayı seyircinin kucağına bırakan bir senaryodan başka pek bir şey de kalmıyor. Laugier’in başrol için Jessica Biel’i özellikle istediğini okumuştum. Biel de kendisinin yüzünü kara çıkarmıyor. Oyuncunun yüz hatları itibariyle Martyrs’te Lucie rolündeki Mylène Jampanoï’yi anımsatması da Laugier’in bu ısrarını bir parça açıklıyor bence. Tüm olumlu ve olumsuz yanlarını bir tarafa koyarsak The Tall Man, şahsen Martyrs sonrası Pascal Laugier’den beklediğim güçte bir film olmadı.

1 yorum:

  1. Gereğinden fazla "burjuva" bir bakış açısı vardı. çok rahatsız oldum açıkçası, çözüm önerisinden.

    YanıtlaSil