11 Kasım 2007 Pazar

Black Snake Moan (2006)



Yönetmen: Craig Brewer
Oyuncular: Samuel L. Jackson, Christina Ricci, S. Epatha Merkerson, Justin Timberlake, John Cothran Jr.
Senaryo: Craig Brewer
Müzik: Scott Bomar

Lazarus’un (Samuel L. Jackson), hayatının kadınını bulduğuna inanarak evlenmiş; blues şarkıları söylemeyi bırakmıştır. Karısı tarafından aldatılıp evliliği paramparça olunca, sadece hayallerini kaybetmez; ihanetin getirdiği aşağılanmada ruhunun da kaybolduğunu hisseder. Aradığı huzuru yeniden eski dostu gitarında ve blues şarkılarında bulmaya çalışır. Ta ki karşısına Rae (Christina Ricci) çıkıncaya kadar… Bilincini kaybedinceye kadar dövülen Rae, asfaltın kenarına yarı çıplak halde bırakılmıştır. Lazarus onu bulduğunda Rae ölmek üzeredir. Tanrı korkusuyla dopdolu olan orta yaşlı adamın, tekrar sağlığına kavuşturmaya çalıştığı bu genç kadının aslında kendi hayatını mahvetmiş bir sokak fahişesi olduğunu anlaması uzun sürmez. Üstelik anksiyete / endişe kaynaklı ruhsal rahatsızlığı vardır.

Çocukluğunda tecavüze uğrayan ve annesi tarafından terk edilen Rae, telefon defterindeki her erkek tarafından kullanılmış bir kadındır. Daha iyi bir yaşama kaçmak için son umutlarını Ronnie’ye (Justin Timberlake) bağlamıştır. Ancak Ronnie’nin askere gitmesi üzerine son umudu da söner. Uyuşturucu bağımlısı olan Rae’nin hayata tutunabilmek için bildiği tek yol, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için önüne çıkan her erkeğin her istediğini vermektir. Ta ki karşısına Lazarus çıkıncaya kadar. Lazarus, Rae’yi şeytani duygulardan arındırmaya karar vermiştir. Uygulayacağı yöntemle kendinde var olan çözümlenmemiş erkeksi intikam duygularını da dışavurmuş olacaktır. Genç kadını radyatöre zincirledikten sonra sıradışı metodlarını uygulamaya başlar. Rahip R.L. (John Cothran) bu duruma karşı çıkıp müdahale ederse de Lazarus ile Rae zor olanı başaracaklardır. Rae’nin kendine sakladığı duygularını açığa çıkartmayı başaran Lazarus, Rae’yi kurtararak kendisini özgürleştirmek istemiştir.


Hayatını da blues şekilde yaşayan çiftçi/müzisyen Lazarus ve onun karşısına çıkan, sevgilisini askere yollamış nemfoman Rae, tam da bir blues şarkısından fırlamış bir öyküyü yaşıyorlar adeta. Karısı tarafından aldatılmış, terkedilmiş Lazarus ne kadar uğraşsa da aşkını geri kazanamıyor. Bir sabah suratı dayaktan Çarşamba pazarına dönmüş halde yolda bulduğu Rae’yi evine götürmesi, Rae’nin rahatsızlığını çok geçmeden fark etmesi üzerine inanç sahibi olmasının da dengeleyiciliği ile onu zincirlemesi, hatta içine girdiğini düşündüğü şeytanı çıkarma gayreti, işte o tekdüze görünen blues ritimlerinin aslında ne kadar farklı tonlar içerdiğini ispat eden bir blues şarkısının renkliliğine benziyor. Bağımsız bir karaktere sahip olan filmin herhangi bir gişe müzikali bekleyenlerden çok, blues yelpazesiyle serinleme tecrübesi geçirmiş izleyici kitlesini daha fazla memnun edeceği kesin. Diğer türlü yavan gelebilir, haksız biçimde çamur bile atanlar çıkabilir. Bence, bluesy bir hikayeyi alıp, hikaye içinde küçük hayatlar anlatıp komedi-dram muğlaklığı yakalamış nadir Hollywood işlerinden biri.

Hem iyi bir filmi, hem de Craig Brewer adındaki yönetmeni. Black Snake Moan’un en beğendiğim özelliklerinden belki de en önemlisine değinmem gerek. Çok fazla örneği olmayan blues temalı bir filmde iki adet müthiş müzikal ana şahit olmayı pek beklemiyordum. İlki, Lazarus’un Rae’ye gitarıyla Kara Yılan hikayesini anlattığı bölüm ve yine Lazarus’un kasabanın kulübünde grubuyla sahneye çıkıp Alice Mae’yi, ardından Stack-O-Lee’yi söylediği fena halde gaza getiren müthiş sahne. Samuel L. Jackson, Craig Brewer, Alice Mae, hangisinin sayesinde olursa olsun kısa fakat büyülü bir andı benim için. Zaten yeterince iyi bulduğum filmi daha da renklendiren sahnelerdi.


Samuel L. Jackson’un gereksiz abur cubur merakına ara verdiği ve bana göre taa 98 yapımı The Negotiator’dan sonraki en dişe dokunur performansı sayılabilecek Lazarus rolü harika. Jackson, Lazarus’un sapına kadar blues bir adam olduğunu idrak ettirmede hiç sorun yaşamıyor. Söylediği türküler de cabası. Christina Ricci’ye ise bu film dahil, izlediğim hiçbir filminde inanmadım. Timberlake ne ise, Ricci de o benim gözümde. Kaldı ki Brewer, Timberlake'i tam olması gerektiği gibi kullanıp verim almış diyebiliriz. Yani bence Ricci kadar fukara durmamış sanki. Ricci’nin filmde kritik bir pozisyonda olması da dezavantaj gibi. Ama dedik ya, Craig Brewer artık yükselen bir değer ve neyi, kimi, nerede tutacağına, nasıl göstereceğine çok hakim. Ricci’nin yalancı ezikliğine, Rae’nin enteresan tasarımı ile cevap veriyor Brewer.. O tasarımın gücü karşısında sadece bedenen durmayı beceren Ricci’den de yağ çıkarmasını bilmiş. Filmin başında 1902 doğumlu blues efsanesi Son House’un bir sokak bilgesi edasıyla söyledikleri ışığında, blues müziğin en derininde, en dibinde sadece aşkın olduğunu, Black Snake Moan’un aşk anlayışına vakıf olduğumuzda ise bu aşkın birdenbire kucağımızda bulmadığımız, kirden, çamurdan altın haline getirdiğimiz kutsal bir duygu olması gerektiğini anlıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder