Yönetmen: Nicole Holofcener
Oyuncular: Julia Louis-Dreyfus, James Gandolfini, Toni Collette, Catherine Keener, Tracey Fairaway, Tavi Gevinson, Eve Hewson, Ben Falcone
Senaryo: Nicole Holofcener
Müzik: Marcelo Zarvos
Masözlük yapan Eva ile TV arşiv bölümünde çalışan Albert bir partide tanışır ve çıkmaya başlarlar. Her ikisi de boşanmıştır ve üniversiteye gitmeye hazırlanan kızları vardır. Eva, Albert ile tanıştığı aynı partide bir de şair olan Marienne ile tanışmış ve ona masaj yapmak için sözleşmiştir. Eva ve Albert ilişkilerinde çok uyumludur. Keza, Eva'nın Marienne ile arkadaşlığı da çok iyi gitmektedir. Ne var ki Marianne'in sürekli şikayet ettiği, evliliklerine dair olumsuz ayrıntılar anlattığı eski kocasının Albert olduğunu öğrenen Eva, iyi gitmekte olan ilişkisini sorgulamaya başlar. Sex and The City, Gilmore Girls, Six Feet Under gibi dizilerin bazı bölümlerini yönetmiş, dizi ağırlıklı yönetmenlik kariyerinin aralarına birkaç uzun metraj da eklemiş olan Nicole Holofcener'ın bu molalarından biri olan Enough Said, romantik komedinin olgun bir komedi ve dengeli bir dram ve romantizmle birleşmiş versiyonlarindan biri. Adı geçen tesadüf olmasa belki de vermek istediği pek çok duyguyu vermekte zorlanacak iken, bu tesadüften yarattığı çatışmayı çok iyi kullanan Holofcener, ilişkiler, evlilik, boşanma, ebeveynlik, ergenlik, iletişimsizlik gibi konulara ciddi olduğu kadar eğlenceli dokunuşlarda bulunuyor. Evlilik konusunda şansları yaver gitmemiş iki boşanmış yetişkinin ikinci bahar arayışları, çok rahat, sevimli ve gerçek diyaloglarla senaryoya yansıyor. Belli bir yaştan sonra sosyalleşmenin, kaliteli flörtün, tuhaf durumları zeki bir mizahla karşılamanın ustası olmuş Eva ve Albert ikilisinin randevuları ve ilişkilerinin ilerleyişi keyifli bir çok anı da beraberinde getiriyor.
Nicole Holofcener, ilişkiler konusunda belli ki çok dolmuş. Fakat bu doluluk, üzerimize boca edilen ve bir süre sonra dağılacak fikirler yığını şeklinde değil, doğru yer ve zaman bilinciyle ekonomik olarak seyirciye zerk ediliyor. Boşanmış ve boşanmamış eşlerin, yalnızlıklarına merhem niyetine çıkmaya başlayan dul yetişkinlerin, anne-kız, baba-kız ve yakın arkadaşların ilişkileri üzerine söyleyeceklerini dillendirmesi için klasik romantik komedi şablonundaki unsurlardan faydalanıyor Holofcener. Hatta Eva'nın bir yerine iki dert ortağı var: Psikolog arkadaşı Sarah (Toni Collette) ve kızı Ellen'ın arkadaşı Chloe. Biri yaşıtı, diğeri de kızının yaşıtı bu iki karakterin Eva'nın hem Albert ile, hem de kızı Ellen ile yaşadığı ikilemlerin sesi olmasını sağlaması, üstelik doğru notalara basmaları sayesinde senaryo neredeyse hiç teklemiyor. Öte yandan Eva'nın söz konusu tesadüfü fark etmesinin ardından Albert ile ilişkisi için çizdiği yol da senaryo açısından maden sayılabilecek fikirler taşıyor. Holofcener da bu fikirleri derleyip, uçuk kaçık çözümler üretmeden, ayakları yere basar şekilde rayına oturtuyor. Eski koca dedikodusu, o eski koca yeni ilişki öznesi olunca daha bir keyifle dinleniyor örneğin. Eva, eski eşler arasında gidip geldikçe ve bu bitmiş evliliğin detaylarını öğrendikçe yeni ilişkisini sorgulamaya, giderek de soğumaya başlıyor. İnsanların beraber olmaya başladığı insanları başkalarından duyma, onların fikirlerini alma ihtiyacı malum. Eva ise Albert ve Marianne sayesinde bu avantaja doğrudan sahip bir konumda buluyor kendini.
Filmin ana çatışması Eva, Albert ve Marianne üçgeninde olsa da, senaryo yan çatışmalarla kendini besleyen bir yapıya sahip. Hiçbiri diğerine ayak bağı olmuyor. Holofcener'ın senaryosu ve onu hayata geçiren karakterlerin seyirciyle kurduğu bağ o kadar sağlam ki, şahane bir kırılma anı olarak yüzleşme sahnesinde saniyeler içinde kendimizi her bir karakterin yerine koyabildiğimizi fark ediyoruz. Ucuz feminizm ve politik doğruculuk peşinde olmayan Holofcener, kadın erkek her iki tarafa da incelikli bir mizah ve duyarlılıkla yaklaşıyor. Temelde sırların ve yalanların kalp kıran etkilerine mercek tutuyor görünse de, mikroskoptan çok daha fazlası görünüyor. Mesela insanlara yüklenmiş bazı fiziksel ve ruhsal farklılıkların yine bazı insanlar tarafından sanki birer kusurmuş gibi algılanmasına karşı çıkıyor. Mesela her ebeveynin kendi çocukları için belirlediği doğruların farklılığını hatırlatıyor. Mesela bitmiş bir evliliğin taraflarının birbirlerine yine insan kalabileceklerinin altını çiziyor. Julia Louis-Dreyfus ve James Gandolfini'nin filmi kapıp götüren kimyaları, geri planda da Catherine Keener ve Toni Collette gibi usta oyuncuların destekleriyle dolu dolu 1,5 saat içinde duygudan duyguya geçiyoruz. Özellikle Haziran 2013'te hayata gözlerini yuman, The Sopranos ile bir efsane olmuş usta aktör James Gandolfini'nin son filmlerinden biri olmasının hüznü de filme ayrı bir değer katıyor. Son olarak 2010'lu yılların en iyi romantik komedi/dramlarından birini yazıp yönetmiş olan Nicole Holofcener'ın kimseyi kötülemeyen tarafsız bakış açısının çok mühim ve samimi olduğunu -gerçek hayatın tüm olumsuzluklarına karşın- ifade edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder