20 Ekim 2019 Pazar

Yesterday (2019)


Yönetmen: Danny Boyle
Oyuncular: Himesh Patel, Lily James, Joel Fry, Meera Syal, Sanjeev Bhaskar, Ed Sheeran, Kate McKinnon, Alexander Arnold, Karl Theobald, Sarah Lancashire, Justin Edwards
Senaryo: Jack Barth, Richard Curtis
Müzik: Daniel Pemberton

Jack Malik, küçük bir İngiliz kasabasında yaşayan, yarı zamanlı olarak bir süpermarkette çalışan ve ünlü olma hayalleri yavaş yavaş suya düşen bir şarkıcı ve söz yazarıdır. Ancak en zor anlarında bile çocukluğundan beri yanında olan en yakın arkadaşı Ellie onu desteklemeye devam eder. Tüm dünyada 12 saniyeliğine elektriklerin gittiği gizemli bir olay sırasında bisikletine otobüs çarpan Jack uyandığında çok tuhaf bir gerçekle karşılaşır: Dünyadaki kimse efsanevi The Beatles grubunun varlığından haberdar değildir. Önce şok olan, sonra bu durumdan faydalanmaya karar veren Jack gelmiş geçmiş en iyi müzik grubunun şarkılarını kendisi yazmış gibi söylemeye başlar. Çeşitli etkinliklerde bu şarkıları çalıp söyledikçe yavaş yavaş fark edilmeye başlar. Şarkılardan çok etkilenen ünlü İngiliz şarkıcı Ed Sheeran, dünya turnesi kapsamında Jack'i konserlerinin açılış şarkıcısı yapmak ister. Amerikalı hırslı bir menajer olan Debra’nın da yardımıyla şöhret basamaklarını hızla çıkar. Ancak yıldızı parladıkça şöhretle, vicdanıyla ve her zaman ona inanan Ellie ile sorunlar başlar. Four Weddings and A Funeral (1994), Notting Hill (1999), Bridget Jones's Diary (2001), Love Actually (2003), About Time (2013) gibi hit olmuş İngiliz romantik komedilerin senaristi Richard Curtis'in yazdığı, son filmleriyle sürekli hayal kırıklıkları yaratan Danny Boyle'un yönettiği Yesterday, bu son derece orijinal konunun hakkını tam anlamıyla veremeyen, kendi halinde bir "kendini iyi hisset" filmi olarak kalmayı tercih eden bir film.

Bir sabah uyandığınızda tüm zamanların en iyi grubu, en iyi şarkıcısı, yazarı, sanatçısı aslında hiç varolmamış olsaydı ne olurdu sorusunu ortaya atıp onu senaryolaştırmak beraberinde binlerce fikri getirebilir. Richard Curtis, bu eksiklik ne kadar büyük olursa fikirler o kadar renkli ve çeşitli olur diye düşünmüş olacak ki, çok doğru bir kararla The Beatles'ı dünya üzerinden silmeyi düşünmüş. Geçirdiği kaza sonrası, şarkıları birer marşa dönüşmüş, yüzlerce sanatçıya ilham vermiş, zamansızlığıyla hala da etkisini koruyan The Beatles'ın kimse tarafından bilinmediğini tesadüfen fark eden Jack'in bu şok süreci Curtis'in yaratıcı esprileriyle şenleniyor. Artık Google'da bulunamayan The Beatles, başka birinin zihninde tekrar ortaya çıkmaya başlıyor. Sözlerini tam hatırlayamadığı bazı şarkıları hatırlayabilmek için Jack'in, o şarkıların konusu olan mekanlara gidip hatırlamaya çalışması, Yesterday, Let It Be, The Long and Winding Road, I Want To Hold Your Hand, Hey Jude gibi neredeyse tüm dünyanın bildiği The Beatles klasiklerini ilk kez duyanların verdiği tepkiler, Jack'in bu şarkılarla önce yerel, sonra da genel dinleyici kitlesini genişleterek şöhrete ulaşmaya başlaması, bu yaratıcı konuyu merak eden seyircilerin beklentilerini karşılamakta zorlanmıyor. Yazdığı romantik komedilerle zamanın ruhunu yakalamayı iyi bilen Curtis, Yesterday'de de zekice göndermelerde, iğnelemelerde, eğer böyle bir şey yaşansaydı nasıl olurdu tespitlerinde bulunuyor. The Beatles gibi devasa bir gerçekliği bir anda kucağında bulan kurmaca Jack arasında bir kimya yaratmaya çalışıyor.

Ne var ki, yine yazdığı romantik komedilerde çok çekici aşk kıvılcımları çakan, çatışmalar yaratıp tekrar onları tatlıya bağlayan Richard Curtis, The Beatles'ın yeniden keşfi sürecinde fikirlerini rahatça hayata geçirse de, Jack ve Ellie arasındaki ilişkiyi elinde tutmakta, tuttuğu anda da onu biçimlendirmekte zorlanıyor. Haliyle ana konunun yanında seyretmesi icap eden bu aşk hikayesini ikinci planda bırakmak zorunda kalmasıyla çoğu zaman hakimiyeti elden kaçırıyor. Bunun farkına varmış ama toparlamaya zamanı kalmamış gibi de 90'lar klişelerine başvurup cepten yiyor. Final kavuşması öncesi yaratılan çatışma tatmin ve ikna edici sayılmaz. En azından 90'lar Richard Curtis'i için çok zayıf kalıyor. Kaldı ki sadece Jack ve Ellie ilişkisi değil, The Beatles şarkılarının yeniden diriltilmesi hikayesi de kendini bir sonuca ulaştırmıyor. Bu gizemli olay nereden çıkıyor, neden Jack seçiliyor, neden The Rolling Stones değil de The Beatles ortadan kayboluyor? Jack'e yüklenen "başkalarının yazdığı şarkılarla meşhur olan başarısız müzisyen" konulu vicdan muhasebesi de apar topar bir itirafla geçiştiriliyor. Belki de Groundhog Day'den sonra düşünülmüş en yaratıcı fantastik fikirlerden birine sahip olan Yesterday, kendini Groundhog Day gibi dağıtıp toparlayabilse, Phil ve Rita arasındaki ilişkiyi o fantastik fikre ustalıkla bağladığı gibi bağlayabilse şu anki konumundan çok farklı yorumlarla karşılanabilirdi.


The Beatles'ın hiç tanınmadığı bir dünya fikri, Yesterday'de anlatılanlardan çok daha fazlasını içinde barındırıyor. Mesele evrensel ölçekte The Beatles'ın yokluğuydu. Yerel ölçekte örneğin bu Barış Manço ve şarkılarının hiç bilinmediği alternatif bir evren olarak da tasarlanabilir. Üstelik Yesterday'de The Beatles yanında insanlar Coca Cola ve sigarayı da hiç bilmiyorlar. (Buradan bir mesaj çıkarmaya çalışmalı mıyız o da belli değil.) Onların yokluğundan da ayrı bir film çıkarılabilir mi bilinmez. Filmin vermeye çalıştığı en güzel mesaj, şarkıların gücü üzerine verilen olsa gerek. Jack ile birlikte iki kişi daha The Beatles'ı hatırlıyor. Ama o iki insan, şarkı söyleyemedikleri için o şarkıları bu alternatif gerçeklikte nasıl yaşatacaklarını bilemiyorlar. John Lennon bile bambaşka bir gerçeklikte yaşıyorken Jack'in ortaya çıkıp bir şekilde bu şarkıları bu dünyaya söylemesi gerektiğini düşünüyorlar. Dünyanın iyi şarkılardan mahrum kalmaması dileği çok kutsal bir dilek. Onları dünyaya sunanların da iyi olması gerekebileceği için Jack gibi temiz bir adamın seçilmiş kişi olmasının dışında başka anlamlara da ihtiyaç vardı. Sürekli aynı günü yaşamak veya bir anda değeri milyon dolarlarla ölçülen benzersiz bir müzik külliyatına tek başına sahip olmak bu tür film kahramanları için uydurulmuş sınavlar. Önemli olan bu sınavların gerçeklikle olan bağlantılarının doğru biçimlerde kurulması. Didaktik ve muhafazakar olunmayıp, bu imkansız nimetlerin insani duruşlara nasıl yansıdığını komik, dramatik, zeki ve kalıcı örneklendirmelerle anlatabilmek. Yesterday elinden geldiğince bunu yapıyor.

Yine de elinden gelen bundan daha fazlası olabilirdi. Sahip olduğu potansiyele bakarak, kalıbının filmi olamadığını söylemek yanlış olmaz. Filmin kendini konumlandırdığı bölgenin ana akım olmasının da pek bir önemi yok. Oysa böylesi fantastik konulara sahip olup da potansiyelinin hakkını veren Groundhog Day, Eternal Sunshine Of The Spotless Mind veya The Truman Show gibi çok güçlü yapımlardan biri olmaması için hiçbir neden yoktu. Bir anlamda tarihi bir fırsat tepildi. Zira bu saydığımız filmlerin benzerleri ya hiç yapılamadı, yapıldıysa da onların gölgesinden kurtulamadı. Onlar hep referans niteliğinde oldular. Artık filmlerinde herhangi bir yönetmenlik imzası olmayan, önüne gelen her şeyi yönetebilecek düzlükte bir adama dönüşen Danny Boyle'un tempolu anlatımı, sevimlilikten öteye gitmeyen Himesh Patel, Lily James, Joel Fry gibi şirin genç oyuncuların ışıkları, tabii türlü örnekleriyle The Beatles şarkılarının Himesh Patel yorumları Yesterday'i boynu bükük bir film yapmıyor elbette. Üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra Richard Curtis filmleri yanında Begin Again, Bend It Like Beckham, About A Boy gibi iyi hissettiren filmlerin bulunduğu DVD arşivlerinin içinde kendine yer bulacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder