21 Ekim 2015 Çarşamba

Citizenfour (2014)


Yönetmen: Laura Poitras

2013 yılının Ocak ayında, belgeselci Laura Poitras anonim bir kaynaktan gelen, karmaşık şekilde kodlanmış mailler alır. Bu maillerde ABD Ulusal Güvenlik Dairesi NSA’in sadece Amerika'yı değil bütün dünyayı ilgilendiren, illegal gözetleme ve dinleme yöntemleriyle milyonlarca kişiyi izlediğinden bahsedilmektedir. Beş ay sonra Poitras, Guardian muhabirleri olan Glenn Greenwald ve Ewen MacAskill ile beraber Hong Kong’a giderek bu mailleri gönderen, kimliği belirsiz kişiyle bir otel odasında buluşurlar. Bu kişi, üst seviyede CIA analizcisi, bilgisayar uzmanı ve eski NSA çalışanı Edward Snowden'dır. Poitras kamerasını bu otel odasına kurar ve Snowden'ın açıklamalarını kaydeder.

Bu çekimlerin yapıldığı sırada henüz bu sızıntıdan ve sızıntının kaynağı Snowden'dan kimsenin haberinin olmaması, belgeseli benzersiz bir konuma yerleştiriyor. Öyle ki, bir belgesel genellikle sebep ve sonuçlarıyla üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra arşiv görüntüleri ve olaya dahil kimselerin görüşmelerinden derlenen pasajlardan oluşurken, Citizenfour, üzerinden kısa bir süre geçmiş ve henüz sonuçlanmamış bir sürecin başlangıcını olayın birinci ağzından işleyen bir yapım. Bu yüzden Snowden'ın NSA’in bu yasal olmayan izlemelerinin detaylarını anlatırken içinde bulunduğu ruh haline sanki bir canlı yayın izler gibi tanık olmak bu benzersizliğin bir parçası. Snowden'ın soğukkanlı görünümünün şeffaflığı, çalan telefonlar ve oteldeki yangın alarmı tatbikatı sırasında gizlenmeye çalışılan tedirginliğin abartısız biçimde kameraya yansımasıyla belirginleşiyor. Poitras bu gerçekliği, Snowden'ın itiraflarıyla şekillenen çarpıcı gerçeklerle paralel götürerek ortaya müthiş bir politik / psikolojik gerilim çıkarıyor.


Gerek Edward Snowden'ın itiraflarında, gerekse Glenn Greenwald'ın özellikle Brezilya'da yaptığı açıklamalarda boyutları anlaşılabileceği üzere Amerikan istihbarat birimlerinin sadece kendi ülkesindekileri değil, başka ülkelerin istihbaratlarının da yardımlarıyla tüm dünyayı takip etme ihtiraslarının ifşa edilişi büyük önem taşıyor. Bugüne dek Amerika'nın soyunduğu dünya polisliği neticesinde öne sürülen türlü komplo teorilerinin doğruluk yüzdeleri de artıyor. Ama ulusal güvenlik adı altında saman altından yürütülen bu sular, içi boş kovaları doldurduğu için yaratılan algı operasyonları, Snowden'ı bir casus, bir vatan haini olarak yansıtmaya çalışıyor. Oysa belgeselde pek ayrıntılı olarak işlenmeyen, sadece kişisel vicdanına bağlanabilecek motivasyonları sayesinde dünya tarihinin en önemli bilgi sızıntılarından birine imza atan Snowden'ın bir kahraman olarak görülmesi kaçınılmaz.

Citizenfour, bazı Hollywood yapımlarının ve belgesellerinin o kendine muhalif görünümüyle ikili oynayıp dolaylı yoldan yine kendi propagandasını yapan tavrıyla karıştırılmaması gereken bir film. Snowden, yaygın ifadeyle bir "köstebek" ve kahraman profiline pek uymayan biçimde henüz deşifre olmadan Hong Kong’a kaçmış. Ülkesinde bu açıklamaları yapmaya kalksaydı, henüz şüpheli evresinde bir kalp krizi veya araba kazasında can vermesi muhtemeldi. Bununla birlikte casus olup olmadığı şimdilik bir gizem olsa da, vicdani sorumluluktan mı yoksa ajanlıktan mı bu sızıntıyı gerçekleştirdiği henüz bilinmese de, ifşa ettiği bilgilerin devasa boyutları sadece şüphelileri değil, bütün dünyayı ilgilendiren özel hayata, kişisel haklara, bireysel özgürlüklere müdahale ile alakalı olunca bunların önemi kalmıyor. Ortaya çıkmasını sağlayan kişilerin kendilerine sağlayacakları çıkarların da öyle. Ulusal güvenlik ve istihbarat konusunun bürokratik kanaldan yarattığı sorunlar ve çıkardığı savaşlar değişik isimler ve aktörlerle hala sürmekte. Bu izleme / dinleme paranoyasının sokaktaki halka kadar sirayet edecek olmasını hazmetmek, adil ve vicdan sahibi bir dünyada mümkün değil. İşte Edward Snowden'in -hangi amaçla yapmış olursa olsun- hazmedememesi de biraz olsun adalet ve vicdanın yaşadığı yönünde umut verici nitelikte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder