5 Ekim 2013 Cumartesi

God Bless Ozzy Osbourne (2011)


Yönetmenler: Mike Fleiss, Mike Piscitelli
Müzik: Michael Einziger

Mike Fleiss ve Mike Piscitelli’nin yönettiği God Bless Ozzy Osbourne, an itibariyle 65 yaşında olan ve heavy metal’in yaşayan efsanelerden biri kabul edilen Ozzy Osbourne’un hayat hikayesini konu alan bir belgesel. “Bu filmin yapımcıları, 2 yıldan fazla bir süre Ozzy Osbourne ile birliktelerdi, hepsi hayatta kalmayı başardı” cümlesiyle esprili şekilde başlayan film, Ozzy’nin özel hayatıyla müzik kariyerini harmanlayarak onun efsane tanımına farklı açılardan bakmaya çalışıyor. Gerçi belgeselin yapımcıları arasında ikinci karısı ve menajeri Sharon Osbourne ile oğlu Jack Osbourne’un da yer alması insanı tereddüte düşürmüyor değil. Ancak buna rağmen Ozzy hakkında tarafsız bir bakış geliştirilmesi gayet olumlu. Zira söz konusu Ozzy Osbourne olunca böyle bir tarafsızlığa ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.

Birmingham / İngiltere’de altı çocuğun dördüncüsü olarak bir işçi sınıfı ailesinde dünyaya gelen John Michael Osbourne’un çocukluğu, sorunlu gençliği ve aile yaşantısı filmde fazla uzatılmadan ele alınıyor. Hayranı olduğu The Beatles’ı duyar duymaz müzisyen olmaya karar vermesi ve sırf ekipmana sahip olduğu için solist arayan Black Sabbath’a dahil oluşuyla Ozzy için her şey başlıyor. İlk albüm Black Sabbath, özellikle de tüm zamanların en iyi heavy metal albümlerinden sayılan efsanevi ikinci albüm Paranoid çıkınca grup genç yaşta şöhretin ve paranın tadını alıyor. Bu durum beraberinde alkol ve uyuşturucu maddeleri de getirince sorunlar da ortaya çıkıyor. Bu dönem, filmde Black Sabbath’ın diğer saygın üyeleri Tony Iommi, Bill Ward ve Geezer Butler ile yapılan söyleşilerde samimi biçimde sandıktan çıkarılıyor. Ama kendini alkol ve uyuşturucuya en fazla kaptıran, yeni bir şeyler yapıp yola devam etme gücünü kendinde bulamayan Ozzy ile grubun ayrılması kaçınılmaz bir hal alıyor.


Yaklaşık 10 yıllık birlikteliğin ardından gruptan atılınca dibe vuran Ozzy’nin küllerinden doğmasında ona en büyük desteği menajeri Sharon sağlıyor. Blizzard Of Ozz (1980) ve Diary Of A Madman (1981) adlı ilk iki albümün büyük başarısıyla bu doğuş gerçekleşiyor. Tabii bu doğuşta Sharon kadar büyük pay sahibi (hatta bana, Sabbath üyelerine ve bazı ünlü müzisyenlere göre en büyük pay sahibi) olan kişi ise Ozzy’nin gitarist seçmelerinde keşfedilen Randy Rhodes oluyor. İlk iki Ozzy solo albümünde gitar çalmak dışında şarkı yazan, konserleri sololarıyla uçuran, aynı zamanda ona akıl hocalığı ve yarenlik yapan Rhodes’un henüz 25’inde bir uçak kazasında ölmesiyle sarsılan Ozzy için hayat devam ediyor. Akılalmaz çılgınlıklar yapan, 24 saat alkol alıp kokain çeken Ozzy’nin bu durumunu yine hayat arkadaşı Sharon özetliyor.

Hiçbir zaman kendine güveni olmayan, alkol ve uyuşturucu batağına saplanan, bu yüzden Black Sabbath’tan kovulan, ilk eşi Thelma’yı, ondan olan çocukları Jessica ve Louis’i, onu tekrar bir rockstar yapan gitaristi ve yakın dostu Randy Rhodes’u kaybeden Ozzy’nin türlü çılgınlıkları, birgün her şeyi kaybedecek olmanın verdiği boşvermişliğin bir sonucu. Kafası güzelken Sharon’ı öldürmeye teşebbüs edip hapiste hiçbir şey hatırlamaması, Tommy Lee’nin anlattığı otel odası çılgınlığı, güvercin olayı (ki bu mesele yıllarca civciv ezme şeklinde bize yansımıştı) bu kayboluşa çarpıcı örnekler. Tüm bunların farkında olan 60’lı yaşlarındaki Ozzy’nin pişmanlıkları gidenleri geri getirmiyor. “Daha 22 yaşımdayken param, şöhretim, her şeyim vardı, bana Rock Yıldızı kullanım kılavuzu vermediler” dese bile…


Belgesele konuşan Ozzy’nin eski eşinden olan çocukları, Sharon ve ondan olan Aimee, Kelly, Jack, herkes onun iyi bir baba olmadığı yönünde hemfikirler. Özellikle Jessica ve Louis’in anlattıkları Ozzy kadar bizim de yüreğimizi dağlıyor. Ozzy’nin bir rock efsanesi olmasının karşısına bu zayıflıklar konunca çelişkiler kafa karıştırıyor. Bu statüdeki insanların özel hayatlarıyla örnek bir kişilik olması gerekliliği elbette tartışılır. Birçoğu türlü çılgınlıklara imza atmıştır. Ancak Ozzy’nin özgüvensiz, sorumsuz kişiliğinden muzdarip olan çocuklarını ve onların baba eksikliğini dile getirişlerini gördükçe ortada efsane mefsane kalmıyor. Ozzy Osbourne’un belgeseli yapılmaya değecek bir karakter olup olmadığı bence tartışılır olsa da, özellikle içinde Black Sabbath’ın kuruluşuna yer verildiği için arşiv değeri taşıdığı söylenebilir. Ama kendisi henüz hayatta olduğu için ve bir müzik belgeseline bu kadar özel hayat sığdırıldığı için hem erken, hem de gereksiz buldum.

Belki Sam Dunn ve Scot McFadyen ikilisinin sihirli ellerinden daha çok malzeme çıkarabilirdi. Ama onların ya Ozzy’yi fazla tutmadıklarını, ya da benim gibi bu filmi erken, hatta gereksiz bulduklarını düşünüyorum. Oğlu Jack ve şimdilerde her açıdan temiz Ozzy’nin yaptığı resimlerden o ölünce iyi para kazanacağını düşündüğüm tilki Sharon öyle düşünmemişler. Hem Ozzy’nin kendilerini ihmal edişinden ötürü içlerini dökme fırsatı bulmuşlar, hem de onun rock arenasındaki itibarını herkese bir daha hatırlatarak hafıza tazelemek istemişler. Tüm zayıflıklarına karşın o Ozzy Osbourne’dur demek istemişler. Ama bilerek veya bilmeyerek marka değerinin her şey demek olmadığının altını çizmişler bir yerde. Şahsen içinde bu kadar geniş olmamakla birlikte Ozzy’nin de yer alacağı kapsamlı bir Black Sabbath belgeselini buna tercih ederdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder