Yönetmen: Paul Greengrass
Oyuncular: Matt Damon, Tommy Lee Jones, Alicia Vikander, Vincent Cassel, Julia Stiles, Riz Ahmed, Ato Essandoh, Scott Shepherd, Bill Camp
Senaryo: Paul Greengrass, Christopher Rouse
Müzik: David Buckley, John Powell
İlk üç Bourne filmi ile geçmişini arayan ve nihayet bazı soru işaretlerine rağmen bulan, bu esnada türlü ülkeler gezip, türlü badireler atlatıp bir sürü kötü adam haklayan Jason Bourne, arada neden çekildiği bilinmeyen The Bourne Legacy'yi saymazsak dördüncü filmle geri döndü. Robert Ludlum'un yarattığı son derece becerikli, ama bu becerilerinin kaynağını bilmeyen ve bu yüzden gizli teşkilatlar açısından yok edilmesi gereken bir tehlike arz eden Bourne karakteri, ilk kez 2002'de Doug Liman yönetiminde hayatımıza girmişti. O filmin başarısı, sonraki iki filmde de tekrarlanan formüllerin de temelini oluşturuyordu. Ama o formülleri uygulayanın bu defa Paul Greengrass olması, seriye yeni bir bakış eklemiş oldu. İlk Bourne'un çekildiği yıl Bloody Sunday adlı gerçek olaylara dayalı güçlü bir politik dram yönetmiş olan Greengrass'ın, Bourne gibi bir serinin hakkını verip veremeyeceği merak konusuydu. O ise, arka arkaya iki güçlü film ile cevap verdi. Greengrass, Bourne dışında yönettiği United 93, Green Zone veya Captain Phillips gibi politik aksiyonlara imza atsa da, adı daha çok Bourne serisiyle anıldı. Dördüncü film ise "Greengrass yoksa ben de yokum" diyen Matt Damon'ı tekrar JB olarak geri döndürmüş oldu.
Greengrass - Damon ikilisini yeni bir Bourne filminde tekrar görmek heyecan verse de, genel intiba ne yazık ki serinin en zayıf halkası olduğu yönünde. Gerçekten de, Bourne'un kaç kovala döngüsüne hapsolmuş bir karakter olarak betimlenmesi, artık sevenleri arasında bile homurtular yükselmesine neden oluyor. Tabii ki hiçkimse Bourne'u sisteme hizmet eden, Ortadoğu'da kıç tekmeleyen bir saha ajanı veya Washington'da bir masa başı memuru olarak görmek istemez. Ama dünyanın çeşitli bölgelerinde kimi zaman kaçan, kimi zaman kovalanan konumundaki Bourne'u yeterince işlemiş bir üçlemenin üstüne bir dördüncüsü, hem de hiç yenilik içermeyen, üstelik bu kaçma kovalamanın anasını ağlatan bir dördüncüsü için seriye değil, tamamen gişeye hizmet yorumunu çok görmem. Zira ortada miadını tamamlamış bir JB formülü var. O da dünyanın neresinde olursan ol, Amerikan istihbaratındaki o dev ekrandan biri senin izini bulsun, saniyeler içinde orada bulunan timleri üzerine salsın, sen kaç, onlar kovalasın, bazen de sen kovala, arada bir flashbacklerle geçmişin hesabını sor, finale doğru tansiyonu yükseltip, filmin tetikçisine ve ana kötü adamına haddini bildir. Yakın dövüş ve uzun araba takip sahnelerini unutma.
Bourne'u yine, yeniden yakalama işini üstlenen klişe üçlü ise bu defa şu isimlerden oluşmakta: operasyonun başında Robert Dewey (Oscarlı Tommy Lee Jones), CIA içinden Bourne'a yavaş yavaş sempati duymaya başlayan zeki ajan Heather Lee (Oscarlı Alicia Vikander) ve bir numaralı tetikçi, aynı zamanda Bourne ile geçmişten husumeti bulunan Asset (gönüllerin Oscarlısı Vincent Cassel). Evet, iyi oyuncular ama bir Bourne filminde temelde aynı kişileri farklı oyuncular canlandırdığından herhangi bir performans sivrilmesinden söz etmek güç. Matt Damon ise neredeyse sadece Jason Bourne olarak tanınacak kadar özümsendi. O da bu karakterin üzerine yapışması istemiyor. Bu yüzden devam filmi gelir mi bilinmez. Heyecan, aksiyon, derin devlet ifşaları falan iyi de, Vegas'ın altını üstüne getiren uzun final bölümünden de anlayabileceğimiz gibi, artık Bourne efsanesi geçmişin güzel hatırı için durmalı. Durmayacaksa da bir şekilde Tony Gilroy da projeye dahil olmalı. Öbür türlü durmak bilmeyen takip sahnelerinden ibaret dizi dizi Bourne filmlerimiz olacak ve kimse ilk üç film dışındakileri hatırlamayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder