2 Aralık 2012 Pazar

Looper (2012)


Yönetmen: Rian Johnson
Oyuncular: Joseph Gordon-Levitt, Bruce Willis, Emily Blunt, Jeff Daniels, Paul Dano, Noah Segan, Piper Perabo, Pierce Gagnon, Garret Dillahunt, Qing Xu
Senaryo: Rian Johnson
Müzik: Nathan Johnson

İlk filmi Brick ile 40’lı, 50’li yıllar polisiyesini 2000’ler lisesine başarıyla uygulayan, sonrasında çektiği sağlam kadrolu The Brothers Bloom ile yüksek beklentileri pek karşılayamadığı düşünülen bir yapıma imza atan Rian Johnson’ın yeni filmi Looper, bu defa post apokaliptik bir dünyada geçen aksiyon/dram olarak son şeklini almış. Orijinal konusu itibariyle yaratıcı potansiyele sahip bir bilim kurgu olmasına rağmen, Johnson belki de yine bilinçli olarak bu türü törpüleyip daha mütevazi bir hale sokmaya çalışmış. Zamanda yolculuk temasının 1001 türlü halinden birini genel anlamda iyi işlediği, bu tip filmlerin doğasında olan mantık hatalarının gölgesinde hikayesinin hakkını verdiği de söylenebilir. Ne var ki genelden özele indiğimiz anlarda birtakım eksikliklerin göze batması da kaçınılmaz. Ancak bunların bazılarını filmin orijinal yapısına, bazılarını da seyircilerin algısına havale etmek uygun olacaktır.

Zaman makinesinin henüz icat edilmediği 2044 yılında geçen Looper, bu makinenin icat edilip yasadışı hale geldiği 30 yıl sonrasıyla kurduğu bağlantıyla omurgasını oluşturuyor. Makinenin bir şekilde 30 yıl sonra mafyanın eline geçmesi ve infaz edilecek kişilerin bu makineyle geçmişe gönderilerek “Looper” adı verilen paralı tetikçiler tarafından öldürülüp yakılması fikri, mafyanın ceset enflasyonundan kurtulmak için bulduğu zorlama bir çözüm gibi dururken, temelde filmin oluşturmaya çalıştığı kurgusal çevre düzenine hizmet etmekte. Zamanda yolculuk yasadışı olduğundan, bu tetikçilerin işverenleri onlarla ilişiklerini kesmek istediklerinde onlara kendi yaşlı hallerini öldürterek tüm kanıtları yok etmek isterler. İşin en can alıcı dramatik yanı burada başlar ki, kendi yaşlılığını öldürüp “döngüyü kapatan” tetikçi, kazandığı altın ve gümüş külçelerle emekliliğinin tadını çıkarmaya hazırdır. İşte Johnson’ın kader karşıtı bir çözüm olarak ileri sürdüğü bu döngü kapatma kavramı, onu film esnasında karşılaşacağı çeşitli mantık hatalarından ve kafa karışıklıklarından da korumakta.


Rian Johnson, tasarladığı gelecekteki kimi detaylarla günümüz alışkanlıklarının şekil değiştirişine zekice göndermeler yapıyor. Örneğin bugünün pahalı teknolojik araçlarıyla hatunlara hava atma modasının yerini telekinezi becerileri almış. İnsanlar ağız ya da burun yoluyla değil, göz damlalarıyla kafayı bulmakta. Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde hala yasal olan bireysel silah kullanımı gelecekte de caddeleri Teksas’a çevirmekte. (Öte yandan sınıf farklılığı ve yoksulluk 2044’te hala yerli yerinde duruyor.) Johnson, artık kendi tarzı haline getirmek için uğraştığı hazır kalıplar üzerinden klişelerle oynama huyunu sürdürüyor. Tetikçilerden biri olan Paul Dano’nun canlandırdığı Seth’in kendi yaşlı halini öldüremeyip elinden kaçırmasıyla mafyanın paniklemesi, daha sonra onu sakladığı anlaşılınca emekliliğinden olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Joe’nun onu elevermesi bize farklı bir açıdan gördüğümüz sıradışı bir işkence sahnesi sunuyor örneğin. Döngü kapatma sırası Joe’ya geldiğinde ise, yaşlı kurt Joe ustalıkla onu etkisiz hale getirip kaçmayı başarıyor ki, Seth’in başına gelenlerden sonra bu defa Joe’lar için başlayan insan avı bir anda heyecanı katlıyor.

Özellikle iki Joe’nun kafede buluştukları sahnedeki kimi zaman esprili, zekice, suyu çıkarılmamış ve tadında bırakılmış diyaloglarından da anlaşılacağı üzere, Rian Johnson zamanda yolculuğun şematik ve matematik detaylarına inmek istemiyor. Belki onlar için de kendine has çözümleri olurdu bilemeyiz. Bunun yerine anıların ihtimallere dönüştüğü, bu ihtimallerin netleşme / bulanıklaşma sonucu kaderin değişmeyen katılığından ziyade müdahale edilebilir seçeneklere dönüştüğü karmaşık bir döngünün aynı bedende iki farklı kuşağa olan etkilerini mercek altına almayı daha cazip buluyor. Film tam bu minvalde ilerleyecek diye beklerken, her iki Joe’nun hayatında yer bulan kadınların biraz daha ön saflara sürülmesiyle, hatta bu kadınlardan Sara ve oğlu Cid’in filmin ikinci yarısını kaplamasıyla başka bir şeye dönüşüyor. Şahsen bu dönüşümden memnun olmadığımı belirtmeliyim. Çünkü iki Joe’nun kendi kaderlerini / döngülerini kendilerinin belirleyiş yolunda önlerine çıkabilecek böylesi farklı bir dramın bazı hasarlar yaratması kaçınılmaz.


Bu noktada özellikle zamanda yolculuk düzeneğini gelecekte kendi himayesine alıp kötü emellerine alet eden The Rainmaker unsurunun gerekli flashbacklerle desteklenmeyişi, belki de Rian Johnson’ın farklı bir evrendeki kendi Kayser Söze’sini yaratamamasına yol açıyor. Üstelik bu sayede yaşlı Joe’nun kendi geleceğini tekrar kazanma gayreti gereksiz bir zalimliğe dönüşüyor. Böylelikle genç Joe’nun fedakarlığı ile yaşlı Joe’nun bencilliği tam olarak yerine oturmuyor. Yine de Johnson’ın böylesi bir ikilem yaratmayı başardığı, empati karışıklığı sağlayıp seyirciyi bu ikileme ortak edebildiği için tebrik etmek gerek. Bildiğimiz Bruce Willis ile makyajından ötürü yadırgadığımız Joseph Gordon-Levitt’in oyunları benim için sürpriz içermezken, saf İngiliz Emily Blunt’ı maço Amerikan aksanıyla ve bence yer yer üzerinde eğreti duran Sara halleriyle görmek pek cazip değildi. Sonuç olarak ortada sevaplarıyla günahlarıyla farklı bir yapım var. Zamanda yolculuk öyle bir konu ki, onu hakkıyla işleyebilmek için ya mütevazi olup çemberi daraltmak, ya da genişletip çok daha büyük bütçelerle ve çok daha kapsamlı senaryolarla detaylandırmak gerekiyor. Belki de Looper her iki tavrı da takınmak istemesinden dolayı farklı, aynı zamanda arızalı bir film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder