28 Şubat 2023 Salı

Amador (2010)

 
Yönetmen: Fernando León de Aranoa
Oyuncular: Magaly Solier, Celso Bugallo, Pietro Sibille, Fanny de Castro, Sonia Almarcha
Senaryo: Fernando León de Aranoa
Müzik: Lucio Godoy

Geçimini sınırdan çaldığı çiçekleri satarak kazanan partneri Nelson ile arası pek iyi olmayan Marcela, ona bir veda mektubu yazarak terk eder. Ama aynı gün hamile olduğunu öğrenince geri döner. Ne yapacağını bilemediği için durumunu herkesten gizler. Ekonomik ve sosyal açıdan zor durumda bir göçmen kadın olarak karşısına bir fırsat çıkması halinde çalışmak ister. O fırsat da çok geçmeden çıkar. Yazın bir ay boyunca, yatalak durumdaki Amador’un bakıcılığını yapması için onun kızı Yolanda tarafından işe alınır. Bu bir ay süresince şehir dışında olacak olan Yolanda ve ailesi yokken gündüzleri Amador'un her şeyiyle ilgilenmek durumunda olan Marcela, başlarda soğuk davranan ama gittikçe ona alışan Amador'un rutinlerine alışır. Fakat bir gün yaşlı adam yatağında ölünce, tıpkı hamileliği gibi, Amador'un ölümünü de herkesten saklar. İşini ve çok ihtiyacı olduğu maaşını kaybedeceğini düşünerek sanki hiç ölmemiş gibi her gün eve gelip bu rutini sürdürür. Fernando León de Aranoa'nın yazıp yönettiği Amador, başarıyla kendi ayakları üstünde durabilen dokunaklı bir dram. Aranoa, az ama öz çektiği filmlerle İspanyol sinemasına renk katan senarist/yönetmenlerden biri olarak bu 6. uzun metrajında da bu dokunaklılığını sürdürüyor.

Fernando León de Aranoa, özellikle Los lunes al sol'da üç karakter üzerinden ele aldığı iş, emek, geçim derdi, sınıf farkı gibi meselelerden kopmadan, bu defa Marcela adlı genç bir göçmen kadını merkezine alarak dokunaklı bir hikaye kurguluyor. Bakıcılığını yaptığı hasta ve yaşlı Amador ile Marcela arasında hızlı ama sindirilebilen şekilde hasta - bakıcı, biraz da baba - kız ilişkisini soğuk başlayan, giderek ısınan minvalde işleyebiliyor. Ekibiyle beraber sınırdan çaldığı çiçekleri Madrid'de satarak geçimini sağlamaya çalışan partneri Nelson'un rahatlığının tersine, borçlarını, bir de üstüne beklenmedik hamileliğini düşünen Marcela hiç rahat değil. Göründüğü gibi soğuk ve huysuz olmadığını anladığımız Amador'un filme kattığı yapboz, deniz kızı gibi metaforları çok iyi kullanan yönetmen, Marcela ve Amador'un birbirlerinden pek çok şey öğrenecekleri bir dram süreci izleyeceğimizi düşündürdükten sonra rotasını değiştirip Marcela'yı yalnız bırakıyor. Tabii bu öğrenme sürecini de kısa ama etkili biçimde gösteriyor. Amador'un ölümünden sonra da bu öğrenme, paylaşma sürecini bi şekilde devam ettiriyor. Fakat asıl meselesinin, zor hayat şartlarında bulduğu bir işi kaybetmemek gibi masum bir amaç uğruna bu ölümü, aynı zamanda Nelson'un çocuğuna uygun bir baba olup olmadığından emin olmaması yüzünden de hamileliğini gizlemesiyle yaşanacak olaylar olduğu anlaşılıyor.

Bu kadar sırrın Marcela'nın omuzlarına ağır geleceğini düşünen Aranoa, haftada bir gün Amador'u ziyaret eden yaşlı seks işçisi Puri'yi oyuna dahil ederek kendine verimli bir kanal daha açıyor. Böylelikle duygularını, sırlarını ifade etme fırsatı bulan Marcela'nın hüznüne ortak oluşumuz daha da pekişiyor. Maaşını kaybetmek gibi bir bencillikle bu ölumü gerekli yerlere bildirmeyen, sanki Amador hiç ölmemiş gibi bakıcılık işine, normal hayatına tedirginlikle de olsa devam eden Marcela'nın aslında bir rutine, farklı bir çevreye, yalnızlığını paylaşacak birilerine tutunma ihtiyacı çok daha görünür hale geliyor. Öleceğini bilen ve kendi boşalttığı yeri Marcela'nın karnındaki bebeğe bıraktığını söyleyen, pencereden gördüğü tekerlekli sandalyede bacakları örtülü güzel kadının bir deniz kızı olduğunu iddia eden, Tanrı'nın insanlardan gizlenmek için bulutların arkasına saklandığına inanan, hayatının son günlerinde bile yapboz ile uğraşan Amador'un bıraktığı bu detayların Marcela'ya yansımaları da filmin dramatik örgüsünde kendine güzel yerler buluyorlar. Özellikle yapboz imgesi, üç dokunaklı sahneyle anlamını kuvvetlendiriyor. Parçalarla bütüne ulaşmamızla o bütünün parçalara ayrılması arasındaki tezatlığı, parçaları birleştirerek ulaştığımız gerçekliklerin bizi yeniden parçalara bölebileceği gerçeği bu sahnelerde zeki ve dengeli bir şiirsellikle ifade ediliyor. Aranoa, incelikle karıştırdığı hikayesini, ardında bir hüzün tortusu bırakarak yine incelikle çözüme ulaştırıyor. Madeinusa ve La teta asustada gibi yapımlarla dikkat çeken Perulu oyuncu Magaly Solier'in abartısız, duru ama nerede farklılaşacağını bilen oyunu da filmin kalitesini yükseltiyor.

14 Şubat 2023 Salı

Petra (2018)

 

Yönetmen: Jaime Rosales
Oyuncular: Bárbara Lennie, Alex Brendemühl, Joan Botey, Marisa Paredes, Petra Martínez, Carme Pla, Oriol Pla, Chema del Barco, 
Senaryo: Michel Gaztambide, Clara Roquet, Jaime Rosales
Müzik: Kristian Eidnes Andersen

Michel Gaztambide, Clara Roquet ve Jaime Rosales'in senaryosunu yazdığı, festivallerin sevdiği yönetmenlerden biri olan Katalan yönetmen Jaime Rosales'in yönettiği Petra, filme adını veren genç ressam Petra'nın, sanatçılara her zamanki ortamlarının dışında yaşama ve çalışma fırsatı vererek onlara derinlemesine düşünmeleri, araştırmaları veya iş üretmeleri için zaman tanıyan bir " Konuk Sanatçı Programı" dahilinde çok ünlü, güçlü, zengin ve acımasız bir sanatçı olan Jeume Navarro'nun kırsaldaki büyük evine gelmesiyle başlar. Birkaç günlüğüne eve yerleşen Petra, önce evi çekip çeviren Teresa, sonra da Jaume'un eşi Marisa ve oğlu Lucas ile tanışır. Bir süre sonra Lucas ile yakınlaşır gibi olsa da kendini geri çeker. Çünkü aslında Petra'nın oraya gelme sebebi başkadır. Petra, Jeume Navarro'nun hiç tanımadığı babası olduğunu düşünmektedir. İhanet, şantaj, sırlar ve yalanlarla dolu bir Yunan trajedisinin ortasına düşen Petra'nın gerçeği bulabilmesi için önünde çetin sınavlar vardır. Yedi bölüme ayrılmış ve oluş sırasına göre dizilmemiş halde izlediğimiz film, bu bölümlere verdiği cümle şeklindeki isimlerle ne izleyeceğimizi de söyleyerek ilginç bir yöntem belirliyor. Bazıları bölümlerle alakalı spoiler tatsızlığı yaşatsa da, ne olduğundan ziyade nasıl olduğunun altını daha fazla çizmeye çalışan stilize bir yapım var karşımızda.

Film bölümlere ayrılmamış şekilde kronolojik olarak anlatılsaydı belki şu halinden biraz daha sıradan görünebilirdi. Bölümlere ayrılmış şekilde kronolojik olarak anlatılsaydı da öyle olurdu muhtemelen. Bölüm bölüm işlenmiş olmasının ve bazı yerlerde kronolojinin bozulmasının en önemli amacı çarpıcı bir etki bırakmak. Örneğin bir bölümde yaşanan trajediden sonraki bölümde o trajedinin çok öncesine dönülmesi, sonu bilinerek izlense de, o sona varana dek yaşananları, sırları, yalanları, başka detayları göstererek belli bir tazelemede bulunuyor. Sanatçı programına katılan normal bir ressam olarak gördüğümüz Petra'yı, daha sonra önümüze çıkan annesiyle olan bir bölümde gördüğümüzde bu programa neden katıldığını anlıyoruz. Bu geri dönüşler, adı konmuş flashbackler filmi kurgusal yönden farklılaştırdığı gibi, sebep-sonuç yer değiştirmeleri sayesinde insanların hayatlarının nasıl da ufak ayrıntılarla değişebileceğinin çıkarımlarını yapmamızı sağlayabiliyor. Elbette kendi hayatlarımızda bu çıkarımların farkındayız. Fakat bunları yıllara yayılan ve birçok insanı derinden etkileyen bir film senaryosunda gördüğümüzde, bize hissettirdikleri şeylerin olasılıkları üzerine daha yaklaşık düşünme biçimleri üretiyoruz. İlişkilerdeki toksik yönleri, güvenli alanları, empati ve antipati kurulacak bölgeleri netleştirebiliyoruz.

Yönetmen Jaime Rosales, entrika, sır, yalan ve bunların trajik sonuçlarından oluşan bir filmin kulağa hızlı, sert, yükselmiş gelmesinin tam tersine sakin ve düşük tempoda ilerliyor. Kamerası soldan sağa, sağdan sola dönerken bile çok yavaş hareket ediyor, bazen de karakterlerin durup düşünürkenki ruh hallerini sindirtmek için hareketsizce onların yüzünde bekliyor. Yüzlere yapılan ani kesmeler olmadığı için diyaloglar olağan seyrinde ilerlerken bu yavaş kamera hareketleri yüzünden karakterlerin birbirlerinin cümlelerine verdikleri ilk tepkileri kaçırabiliyoruz. Yine de bu stil filme zarardan çok estetik katıyor. Senaryonun birtakım pembe dizi formülleri içermesi de bu estetik sayesinde ikinci planda kalıyor. Bunun yanında final bölümünde izlediğimiz şok bir sahnenin altyapısı oluşturulmamış. Yani seyirci için oluşturulmuş ama yan karakterlerden biri olan eylemin baş aktörünün neticelendirdiği bu şoka giden yolun taşları iyi döşenmemiş diyebiliriz. Bir yan karakteri ihmal edip sonra da ona kritik bir sahne yazarsanız bu eylem sorgulanır. Büyük bir çoğunluğu Katalonya'nın Girona bölgesinde çekilen filmin prodüksyon ve mekan tasarımları da filmin içinde bulunduğu farklı ruh hallerine istinaden kimi zaman sanatsal bir yoğunluğa, kimi zaman da tekinsiz bir soğukluğa işaret ediyor. İspanyol sinemasının en gözde oyuncularından biri olan Bárbara Lennie'nin, üzerinde filmin dramatik ağırlığını en fazla taşıyan Petra'ya hayat verişi de yine ustalıklı. Oyuncu, salt etkileyici bakışlarının gücüne yaslanmayıp tecrübesinin getirdiği ikna yeteneklerini yine sergiliyor. Artılarının çokluğu sebebiyle Petra, 2018'in en çarpıcı İspanyol yapımlarından biri olarak görülmeyi hak ediyor.

11 Şubat 2023 Cumartesi

Miracol (2021)

 
Yönetmen: Bogdan George Apetri
Oyuncular: Ioana Bugarin, Emanuel Parvu, Cezar Antal, Ovidiu Crisan, Valeriu Andriuta, Valentin Popescu, Ana Ularu
Senaryo: Bogdan George Apetri

Bogdan George Apetri'nin yazıp yönettiği Miracol, Rumen Yeni Dalgası'nın çarpıcı örneklerinden birisi. Bir arkadaşının yardımıyla gizlice manastırdan çıkan genç rahibe Cristina şehir merkezindeki hastaneye gitmek için kendisini bekleyen taksiye biner. Yolda rahibe kıyafetini değiştirmek için taksi şoföründen bir yerde durmasını ister. Hastaneye varınca da jinekoloji polikliniğine gider. Çünkü hamiledir. Orada ne olduğunu görmeyiz. Daha sonra ilk olarak karakola gidip bir polis şefini, ardından gittiği bir evde de kapıyı açan kadına Dr. Ivan diye yalana çevirdiği birini sorar. Ama iki yerde de aradığını bulamaz. Biraz dolaştıktan sonra kendisini bırakan taksi şoförünün onu almasını beklemeden başka bir taksiyle manastıra dönmeye karar verir. Ama bu kararın onun için hayati önemde olduğunun farkında değildir. Apetri, ülkesinin yeni dalgasının hemen hemen tüm özelliklerini taşıyan filminde sabit planlı uzun sahneleri doğal akışına bırakarak ve diyaloglarla sürükleyerek biçimsel açıdan bu uzunluğu hissettirmemeyi başaran bir üslup benimsiyor. Takside geçen Cristina, şoför ve Dr. Ivan üçlüsünün takside, Dedektif Marius ve yardımcısı Misu'nun arabada geçen, Cristina'nın bindiği ikinci taksideki sahneleri diyalogların yeşerttiği bu üslubun çok güçlü örnekleri. Tabii bunun gibi birkaç sahne daha var ama sürpriz bozmamak için onları filmi görmemiş olanlara saklayalım.

Apetri bu gibi karakterlerini konuşturduğu, üstelik çoğu da araba sahnelerinde sabitlediği kameraya konuşturduğu sahnelerin dışında sessiz kaldığı sahneleriyle de güçlü bir sindirim sağlıyor. Mesela bebeğin babasının kim olduğu, hastaneden sonra neden söz knusu yerlere gittiği, filmin Dedektif Marius'u merkez aldığı andan itibaren onun soğukkanlılığı ile mücadele veren kişiliğinin filmdeki fonksiyonu gibi bize açık açık söylenmeyen parçaları yorumlama fırsatı bulduğumuz bu sessiz anlar da yeni dalganın karakteristiklerinden. Kırılma anı diyebileceğimiz bölümden sonra yaşanan trajedinin de etkisiyle din, adalet, suç başlıklarının sinir uçlarını daha da belirginleştiren film, kelimenin tam anlamıyla "şaşırtıcı" bir final yaparak temsil ettiği ya da etmeye çalıştığı ne kadar başlık varsa hepsinin ağırlığını seyircinin omuzlarında hissetmesini sağlıyor. Kısa filmlerinin ardından 2010 yılında çektiği ilk uzun metrajı Periferic ile çok sayıda ödüle uzanan Bogdan George Apetri'nin üçüncü filmi Miracol, din kavramından ziyade ahlak kavramının insanca yaşayabilmek için belirleyici bir unsur olduğunu kah uzaktan, kah yakından okuyan bir yapım. Genç oyuncu Ioana Bugarin'in Cristina rolüyle dikkat çektiği film, yapısal olarak keyif veren, ancak gerçekçi polisiye yönüyle hazmı zor bir deneyim.

5 Şubat 2023 Pazar

Madre (2019)

 
Yönetmen: Rodrigo Sorogoyen
Oyuncular: Marta Nieto, Jules Porier, Alex Brendemühl, Anne Consigny, Frédéric Pierrot, Raúl Prieto
Senaryo: Isabel Peña, Rodrigo Sorogoyen
Müzik: Olivier Arson

Babasıyla birlikte Fransa'da tatildeki 6 yaşındaki Iván bir gün İspanya'da bulunan annesi Elena'yı telefonla arayarak sahilde tek başına olduğunu söyler. Babası ortada yoktur ve hava karamak üzeredir. Üstelik bir adam ona doğru yaklaşmaktadır. Tüm bunları küçük çocuğun telefondaki sesinden duyarız. Şarjı da bitince çaresiz Elena ne yapacağını bilemez. Bu olayın üstünden 10 yıl geçmiştir. Elena oğlunun kaybolduğu sahildeki bir kafede çalışmaktadır. Bir gün oğlunun 16 yaşındaki haline çok benzettiği Jean ile tanışır. Birlikte vakit geçirmeye başlayan Elena ve Jean arasında güçlü bir bağ oluşmaya başlar. Ama bu bağ hem Elena'nın erkek arkadaşı Joseba ile, hem de Jean'ın ailesiyle olan ilişkilerini çok kötü etkileyecektir. Rodrigo Sorogoyen'in 2017 yılında çektiği 17 dakikalık aynı adı taşıyan kısa filminden Isabel Peña ile senaryosunu yazıp yönettiği Madre, yaklaşık 15 dakikalık kesintisiz plandan oluşan bu kısa filmle açılıyor. Iván ve Elena'nın telefon konuşmasındaki heyecan ve gerilimin sağladığı anlatı, hiç görmediğimiz hattın öbür ucundaki Iván'ın içinde bulunduğu durumun vahametini mükemmele yakın bir şekilde çiziyor. Bu kısa filmi 10 yıl sonrasına taşıyarak uzun metrajına başlayan Sorogoyen, Elena'nın kayıp, yas, suçluluk ve ümit ile yoğrulmuş yeni hayatına bakıyor.

10 yıl önce Iván'ın kaybolduğu Fransız sahilinde bulunan bir kafede çalışan, evini bu sayfiye yerine taşıyarak erkek arkadaşı Joseba ile yeni bir başlangıç yapan Elena, zaten buraya yerleşmiş olmasıyla oğlunu bulma ümidini hiç kaybetmemiş. Boş zamanlarında sahilde yürüyüşler yapıyor, hala büyük bir iç sıkıntısı yaşıyor. Bir gün tesadüfen plajda gördüğü 16 yaşlarındaki Jean'ı, Iván'ın o yaşlarda olması muhtemel haline benzetince, üstelik Jean da annesi yaşındaki Elena'dan hoşlanmaya başlayınca sağlam sac ayaklarına sahip bir dram zinciri oluşmaya başlıyor. 2019 yılında en iyi kısa film kategorisinde Oscar adaylığı alan, bunun dışında çeşitli festivallerden 40 kadar ödül kazanan Madre kısa filminin üzerindeki gizemi kaldıracağı yönünde endişelerle muhatap olan Rodrigo Sorogoyen, kısa filmini uzun metraja dönüştürürken. üzerinden 10 yıl geçmiş "Iván'a ne oldu" sorusunu kurcalamaktan ziyade, Elena'nın Iván sonrası bu kayıpla nasıl başa çıkmaya çalıştığına odaklanıyor. Fakat belli ki Elena bu kaybı aşamadığı, kendine bir düzen kurmasına rağmen hep yüreğinde o acıyla yaşadığı gibi, içindeki umudu da yitirmemiş bir biçimde karşımıza çıkıyor. Sorogoyen, yaz tatili için ailesiyle beraber yazlık evlerine gelen Jean'ı oyuna sokarak hem Elena'nın, hem de seyircinin kafasına şüphe tohumları ekiyor. Kısa sürede Elena'nın Jean'a, Jean'ın da Elena'ya bakışından, birbirlerinden kopamaz hale gelişlerinden de çok güçlü bir gerilim yaratarak filmini salt dram kalıbına hapsetmiyor.

Sorogoyen, Elena'nın dalgalı ruh halini vazgeçilmez bir aygıt haline getirerek onu istediği yöne çekmeyi, onun mantıklı mantıksız her davranışını sağlam bir zemine oturtmayı başarıyor. Bunu yaparken yer yer sinir uçlarıyla oynasa da "ama o zamanında talihsiz bir biçimde oğlunu kaybetti" bahanesi hep hazırda bekliyor. Bu bahaneyi olası senaryo dalgalanmalarına havale etmeden, o kaybın hassasiyetini yadsımadan, ama bir yandan da evladına veda bile edememiş bir annenin acısını sorgulayıp sorgulamayacağımızı merak eden testler de önümüze sürüyor. Açılıştaki kısa filmin gücüne yaslanmadığını göstermek istercesine birtakım uzun planlarla biçim olarak da filmini önemsiyor. Bunlardan en etkileyicisi de Elena'nın Iván'ı sahilde yalnız bırakan eski kocasıyla yıllar sonra bir kafede buluştuğu yaklaşık 10 dakikalık tek plan sahne. O sahne ki, diyalog olarak girişi, gelişmesi ve sonucu, kamera hareketi, sabitliği, konumu, ışığı, her şeyiyle kendi başına güçlü bir kısa film adeta. 2019 Venedik Film Festivali'nin Horizons bölümünden en iyi film ödülü yanında başrol oyuncusu Marta Nieto ile en iyi kadın oyuncu ödülü kazanan Madre, bestseller bir roman uyarlaması bile sayılabilecek seviye ve olgunluğa sahip bir film. Que Dios nos perdone ve El reino gibi suç dramlarındaki becerisine ek olarak çok iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunu da gösteren Rodrigo Sorogoyen, başıyla, gövdesiyle, finaliyle 2019 yılının en etkileyici dramlarından birine adını gururla yazdırıyor.