31 Ağustos 2019 Cumartesi

John Wick: Chapter 3 - Parabellum (2019)


Yönetmen: Chad Stahelski
Oyuncular: Keanu Reeves, Ian McShane, Laurence Fishburne, Halle Berry, Lance Reddick, Asia Kate Dillon, Mark Dacascos, Anjelica Huston, Saïd Taghmaoui, Jerome Flynn, Yayan Ruhian, Cecep Arif Rahman, Sergio Delavicci
Senaryo: Derek Kolstad, Shay Hatten, Chris Collins, Marc Abrams
Müzik: Tyler Bates, Joel J. Richard

2017'deki Chapter 2, John Wick'in Continental Hotel'de İtalyan mafya ailelerinden birinin veliahtı, aynı zamanda Yüksek Şura üyesi olan Santino D'Antonio'yu öldürmesiyle sonuçlanmış, bu büyük kural ihlali neticesinde John Wick'in kalemi kırılmıştı. Buna göre üyeliği iptal edilecek, tüm hizmetlerden men edilecek ve diğer üyelerle iletişimi kesilecekti. Başına ise 14 milyon dolar ödül konmuştu. John Wick ile eskiden gelen bir dostluğu olan otel yöneticisi Winston ona 1 saatlik kaçış süresi verince kendisi için güvenli New York'tan kaçıp sistemden çıkmak için bir "geçit" aramaya başlayan kahramanımız, saat dolunca peşine düşen ödül avcılarından kurtulup gizemli bir sanat okulunun yöneticisinin yardımıyla Kazablanka'ya kaçmayı planlıyor. Bütün bunlar, hala gizemi çözülmemiş John Wick evreninin tuhaf prosedürleri olarak karşımıza çıkıyor. John'un bu çıkmazdan kurtulmak için ödemesi gereken bedellere uzanan yolculuğu yeni karakterlere ve tabii ki bol aksiyona zemin hazırlıyor. Fütüristik mekanlar, karakterler ve organizasyonlarla dolu bu evren çözüldükçe daha da dallanıp budaklanıyor.

Yönetmenliğe bu seri ile adım atan profesyonel dublör Chad Stahelski yine John Wick 3: Parabellum'um koltuğunda. Tasarlanması üstün zeka gerektirmeyen bu karakteri ve yaşadığı geniş suç dünyasını yaratan, ilk iki filmi de tek başına yazan Derek Kolstad ise bu defa üç senaristten yardım almış. Evren genişledikçe idare edilecek kalemlerin çoğalmasıyla filme mizah veya dram takviyelerinin yapılması kolektif bir çalışma gerektirebiliyor. John ile çalkantılı bir geçmişi olduğunu anladığımız Sofia, John'un yardım ve yataklık edenleri cezalandırması için üst makamlardan gönderilen Yargıç, onun tuttuğu acımasız shinobi (Uzakdoğulu paralı suikastçiler) ordusu, Fas çöllerinde konuşlanmış Yüksek Şura yetkilisi "Elder" gibi farklı karakterleri evrene monte eden, farklı kulvarlar açıp hepsini aksiyonla donatan Stahelski - Kolstad ikilisi, uzun aksiyon sekaslarıyla tür meraklılarını yarı yolda bırakmayacak tüm önlemleri alıyorlar. Tabii bu aksiyon anları uzadıkça çoğu öldürme şekillerinin birbirine benzediğini, haliyle kamera hareketlerinin ve dublörlük ihtiyaçlarının bir süre sonra belli kalıplar dışına çıkamadığının farkına varabiliyoruz. Yine de atlar, motosikletler, kesici ve vurucu silahlarla (hatta bir kitapla bile) türlü aksiyon fikirleri havada uçuşuyor.

Her koşulda takım elbisesinden ödün vermeyen John Wick'in çizgi roman ve western geleneklerinden beslenen yalnız kahraman tiplemesinin bu minvalde bir seyirliğin öznesi olması seriyi üç filme ulaştırdı. Gerçi artık tümüyle yalnız da sayılmaz. 2021 için Chapter 4 anons edildi bile. Bunun yanında The Continental adıyla bir dizi projesi de duyuruldu ki, bu devasa organizasyonun geçmişi ve detaylarının oturtulması açısından gayet iyi bir fikir. Bu dizide rol almasa da (belki sonradan konuk olur) Keanu Reeves'in daha uzun süre John Wick'in ekmeğini yiyeceği kesin görünüyor. Zira şu sıralar onun dışında elle tutulur bir filmi yok. Ian McShane ve Laurence Fishburne gibi usta isimlere Halle Berry, Anjelica Huston, Saïd Taghmaoui gibilerinin konuk olarak eklendiği filmde B sınıfı aksiyonlarıyla ünlü Mark Dacascos'u, özellikle de son yılların aksiyon bombası The Raid filmlerinde zevkle izlediğimiz Endonezyalı dövüş sanatları ustaları ve dublörleri olan Yayan Ruhian ve Cecep Arif Rahman'ı görüyoruz. Ancak yargıç rolünde izlediğimiz, Orange Is The New Black ve Billions dizilerinde oynamış Asia Kate Dillon'ın ise yeterince tehditkar bir duruş sergileyip sergilemediği tartışılır. Finaliyle 4. filmde yine ortalığın karışacağı sinyallerini veren Parabellum, seriye zeval vermeyen bir devam halkası.

23 Ağustos 2019 Cuma

Coherence (2013)


Yönetmen: James Ward Byrkit
Oyuncular: Emily Baldoni, Maury Sterling, Nicholas Brendon, Lorene Scafaria, Elizabeth Gracen, Hugo Armstrong, Lauren Maher, Alex Manugian
Senaryo: James Ward Byrkit
Müzik: Kristin Øhrn Dyrud

James Ward Byrkit'in senaryosunu yazıp yönettiği Coherence, "Miller" adlı bir kuyrukluyıldızın dünyanın yakınından geçtiği bir gece dört çiftten oluşan 8 arkadaşın akşam yemeği buluşmasının yavaş yavaş gizemli olaylarla çığırından çıkmaya başlamasını anlatan bir film. Coherence, bir storyboard sanatçısı olan Byrkit'in ilk uzun metrajı ve 2013'ten beri başka filmi de yok. Zeki olduğu kadar giderek karmaşıklaşan senaryosuyla tam bir kısır döngü yaratan, düşük bütçesiyle uzun metraj Alacakaranlık Kuşağı etkisi taşıyan film, karakterlerin evde buluşup yemeğe oturdukları ilk 15 dakikadan sonra adım adım eteğindeki gizemleri dökmeye başlıyor. Elektriklerin kesilmesi, kapının bilinmeyen biri tarafından çalınması, dışarı çıktıklarında biraz ilerdeki bir ev dışında tüm muhitin elektriksiz kaldığını görmeleri, içlerinden iki kişinin o eve gitmeleri, içinde alakasız objelerin bulunduğu beyaz bir kutuyla dönmeleri gibi bir an olsun soru üretmekten vaz geçmeyen senaryo, kendi kendini sürekli yenileyen bir yapıya sahip. Büyük çoğunluğu tek mekanda geçen filmlerin olmazsa olmazı bu yenilenme hali, Coherence'in en güçlü yanını oluşturuyor.

Yemek başladığında dünyaya yakın kuyrukluyıldızların insanlar üzerindeki etkilerinden, doğaüstü olaylardan bahsederlerken kendi başlarına da bunların gelebileceğini akıllarına getirmeyen, ama kısa sürede o konuşmaların ısıttığı havaya giren karakterler, haklarında bilgi sahibi olmadan bile kısa sürede benimsetiliyor. Zira tek mekanın seyirciye sağladığı özdeşlik kurma hali, çok bilinmeyenli olaylar zinciriyle birlikte gitgide güçleniyor. Hikayenin merkezindeki Emily, onun erkek arkadaşı Kevin, Kevin'in eski sevgilisi Laurie, Laurie'nin erkek arkadaşı Amir şeklinde karışık bir ilişki durumunu, bunun yanında diğer karakterler arasındaki başka ilişki sırlarını da bu esrarengiz olaylar zincirine halka yapan senaryo, yarattığı bu çift taraflı gerilim ile içinden çıkılması güç bir zihin trafiği meydana getiriyor. Bir sonraki hamleler asla kestirilemiyor. Böylece bu gizeme teslim olmaktan, boyutları farklılık gösteren ipuçlarından ümitsizce teoriler üretmeye çalışmaktan başka bir şey kalmıyor. Hatta teori üretmeye dahi mecal bırakmayan film, merak içinde sonunu getirmemizi talep ediyor.

Byrkit, sırlarla dolu senaryosuna bilimsel anlamda koltuk çıkmak için de hazırlığını yapmış. Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger tarafından 1935'te ortaya atılan, genellikle kuantum mekaniği ve Kopenhag Yorumu'yla ilgili bir paradoks olarak bilinen düşünce deneyi "Schrödinger'in Kedisi" ile de bağlantı kurmamız yönünde teşvik ediliyoruz. Ancak bu talep, paradoksal bir efor gerektirdiğinden, o yoğunluğu paralel evren dinamikleriyle yorumlamaya çalışmak, olaylar zincirini biraz daha hafifletip dengelememizi sağlıyor. Ne şekilde açıldığı bilinmeyen bir geçit sayesinde boyut/evren değiştirme fantezisi çok sayıda kitaba, filme konu olmuş, güçlü bir ilham malzemesi sağlamıştır. Coherence de bu malzemeden zeki varyasyonlar türetmiş filmlerden biri. Hatta iyi bir roman uyarlaması havası bile mevcut. Düşük bütçe, tanınmamış oyuncular herhangi bir dezavantaj yaratmıyorsa bunda kanlı canlı senaryonun payı büyük. James Ward Byrkit'in bu filmden başka bir uzun metraj yazıp yönetmemiş olması da ayrıca şaşırtıcı. Oysa Another Earth ve I Origins gibi düşük bütçeli bilim kurgu/dram vizyonuna sahip filmler çekmiş Mike Cahill'e benzer bir kariyer yapabilirdi.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Pájaros de verano (Birds Of Passage) (2018)


Yönetmen: Cristina Gallego, Ciro Guerra
Oyuncular: José Acosta, Carmiña Martínez, Natalia Reyes, Jhon Narváez, Greider Meza, José Vicente, Juan Bautista Martínez
Senaryo: Maria Camila Arias, Jacques Toulemonde Vidal, Cristina Gallego, Ciro Guerra
Müzik: Leonardo Heiblum

2015 yılında gezgin Theodor Koch-Grünberg'in günlüklerini dayanarak senaryosunu yazdığı ve yönettiği El abrazo de la serpiente (Embrace Of The Serpent) ile haklı bir beğeni toplayan Kolombiyalı sinemacı Ciro Guerra'nın, yine o filmde yapımcılardan biri olarak görev yapmış Cristina Gallego ile birlikte yönettiği bir sonraki filmi Pájaros de verano (Bird Of Passage), 1960 ve 1980 yılları arasında Kolombiya'nın kuzeyindeki Guajira bölgesinde yaşanan gerçek olaylardan ilham alınmış bir film. Bu bölgede yaşamını sürdüren Wayuu yerlilerinin gelenek görenekleriyle süslü bir açılış yapan film, evlilik çağına gelmiş güzel Zaida'nın taliplerinin giriştiği maddi ve manevi mücadeleden enstantaneler sunuyor. Bu taliplerden Rapayet, azmi ve girişkenliğiyle Zaida'nın annesi Úrsula'nın başlık parası için istediklerini temin ederek muradına eriyor. Ama asıl mesele Rapayet'in bunu temin ederken adım adım girdiği yol. Ticaretle uğraşan genç adam, yakın arkadaşı Moisés sayesinde uyuşturucu trafiğine adım atıyor. Azim ve girişkenlik, ticari zekayla birleşince Rapayet ve Moisés yavaş yavaş büyümeye, bu piyasada söz sahibi olmaya başlıyorlar.

Tabii uyuşturucu ticaretinin olduğu yerde zamanla silahlar, egolar, ihanetler, rakipler ve cinayetler de türüyor. Dönemin uyuşturucu trafiğinde türeyen bu bileşenler alışık olduğumuz suç filmlerinin kaba rotasını izlese de, ağır tempo, yerli yüzlerden doğal performanslar, Kolombiya kırsalının otantik lokasyonları ve geleneklere bağlı hassas dengeleriyle farklı bir suç dramı inşa ediliyor. El abrazo de la serpiente'de ülkesinin eski tarihinde görkemli bir pastoral yolculuğa çıkan Ciro Guerra, bu defa 1960 - 1980 yılları arasındaki ülkesi Kolombiya'nın pastoral geçmişine 5 perdelik bir yolculuk tertipliyor. Tarihsel gerçekliklerin günümüz ile olan bağlarını, ne derece değiştiklerini ve aynı kaldıklarını görmemizi sağlıyor. İnsanın para ve güç karşısında saflığını yitiriş, özellikle anne Úrsula vasıtasıyla törelere bağlılığın güç karşısında riyakarlığa evriliş süreci su gibi kendi yolunu buluyor. Filmin ilk perdesindeki naif folklorik atmosfer, beşinci perdede yerini silahlara, kan ve gözyaşına bırakıyor. Suça dayalı kapitalizmin keşfiyle yıllardır oturtulmuş köy geleneklerin menfaatler uğruna hiçe sayılması, dost ailelerin bile birbirine düşmeleri, Kolombiya özelinde günümüz toplumlarının suç kökenleri hakkında fikirler veriyor.

Pájaros de verano, kendi halinde bir köylü genç olan Rapayet'in suç dünyasındaki yükselişi ve trajik çöküşü olarak özetlenebilir. Tüm çalışkanlığına, girişimciliğine, iyi niyetine, dürüstlüğüne rağmen içine girdiği işin tekinsizliği nedeniyle bedeller ödemek, olmadığı bir şeye dönüşmek zorunda kalması dersi de çıkarılabilir. Bu haliyle de izleyene çekici gelmeyebilir. Ama Ciro Guerra'yı El abrazo de la serpiente'den tanıyan seyirciler, yönetmenin bu hikayeleri ele alışındaki kültürel zenginliği tatmışlar ise Pájaros de verano'dan da zevk almaları kuvvetle muhtemel. Guerra'nın El abrazo de la serpiente'de de beraber çalıştığı görüntü yönetmeni David Gallego yine becerisini konuşturmak suretiyle bu coğrafyanın dönemsel motiflerini perdeye başarıyla yansıtıyor. Rapayet rolündeki José Acosta gibi çoğu oyuncunun ilk veya ikinci filmi olması, zaten çoğu karakterin oyuncu dahi olmamaları filmin gerçekliğini arttırmaya yarıyor. Bu tarzından ödün vermemesini dilediğimiz Ciro Guerra ise Johnny Depp ve Robert Pattinson'ın başrollerini paylaştığı İtalya/ABD ortak yapımı yeni filmi Waiting For The Barbarians ile İngilizce filmler dünyasına adım atmış olsa da beklentileri arttırmaya devam ediyor.

2 Ağustos 2019 Cuma

Werk ohne Autor (Never Look Away) (2018)


Yönetmen: Florian Henckel von Donnersmarck
Oyuncular: Tom Schilling, Sebastian Koch, Paula Beer, Saskia Rosendahl, Oliver Masucci, Hanno Koffler, Ina Weisse, Jörg Schüttauf, Franz Pätzold, David Schütter, Rainer Bock, Evgeniy Sidikhin, Jeanette Hain, Cai Cohrs
Senaryo: Florian Henckel von Donnersmarck
Müzik: Max Richter

Nazi rejimi altında bir çocukluk, komünizm gölgesinde bir gençlik geçiren Kurt Barnert adında bir sanatçıyı merkezine alan Never Look Away, 2006 tarihli ilk uzun metrajı Das Leben der Anderen (The Lives Of Others) ile Almanya adına Oscar ve BAFTA dahil pekçok ödül kazanan, ama ardından Hollywood'a The Tourist adlı kötü bir sipariş filmi çeken Florian Henckel von Donnersmarck'ın yazıp yönettiği tarihi bir dram. The Tourist sonrası ülkesine yine benzer formüllerle dönen, yine iki dalda Oscar adaylığı alan Donnersmarck, bu defa uzun, yoğun ama kendini tamamlayamayan bir filme imza atıyor. The Lives Of Others'da 80'li yıllar Doğu Berlin'indeki baskıcı siyasi ortamı, çok güçlü bir dönüşüm hikayesi eşliğinde sanat çevresiyle karşı karşıya getiren yönetmen, Never Look Away ile tarihi çerçevesini 1930'lu yıllardan 1960'lı yıllar arasında genişleterek yine siyaset-sanat dengeleri üzerine farklı dramatik yapılar kurmaya çalışıyor. Temelde Kurt'ün çocukluğundan orta yaşlarına kadar olan zaman diliminde yaşadıklarını, yetenekli bir sanatçı olarak onun sanatsal gelişimi etrafında şekillendiren senaryo, kurmaya çalıştığı bu yapılar arasında güçlükler yaşıyor. En önemlisi de, sıkça potansiyelinin hakkını veremiyor.

Genç ve güzel teyzesi Elisabeth ile Dresden'de dönem zihniyetinin farklı sanat disiplinlerine bakışını özetleyen "Yozlaşmış Sanat Sergisi" adında bir modern sanat müzesini gezerken tanımaya başladığımız küçük Kurt'ün hikayesi, aslında ondan rol çalarak Elisabeth'in trajik hikayesi olarak ilk yarım saate damgasını vuruyor. Filme adını veren "asla gözlerini kaçırma" cümlesi de, Kurt'ün özgür bir bakış açısı geliştirmesi, cesur olması yönünde öğüt veren teyzesi Elisabeth'e ait. Kurt'ün ergenliğini pas geçip, sadece o dönemdeki nazi ordusunun savaşta yenilişini ve Rus kuvvetlerinin Almanya hakimiyetini betimleyen Donnersmarck, bu defa da hikaye ile bağlantılı Profesör Carl Seeband'e yoğunlaşıyor. Nazi ordusunun üstün ırk oluşturma politikasının bir uzantısı olarak zihnen ve bedenen hastalıklı Alman vatandaşlarını kısırlaştırma, toplumdan izole etme programının önemli isimlerinden jinekolog Seeband'i de Elisabeth ile bağlantılı olarak belli bir süre izledikten sonra Tom Schilling'in canlandırdığı Kurt Barnert'e, yani filmin sadedine gelmemiz yaklaşık 1 saati buluyor. Tabii Elisabeth, özellikle de Seeband bu sadedin önemli parçaları. Kurt'ün Ellie ile olan aşkı, sonra onun çalkantılı bir siyasi iklimde sanatsal arayışları, Düsseldorf'taki sanat okulu maceraları derken Donnersmarck için idare edilmesi gereken trafik yoğunlaşmaya başlıyor.


Donnersmarck, elindeki malzemeyi organize ederken bir yandan Oscar kılavuzu hazırlıyor, bir yandan da ödül normlarına dair ezberleri bozmaya yönelik hamlelerde bulunuyor (ya da derli toplu bir kurgu oluşturamıyor.) Örneğin modern sanata yönelik kurulan zengin evren hakkında sağlam argümanlar sunacak diye beklerken, dönüp dolaşıp "sen bu değilsin" nasihatine hapsoluyor. Sanatçı tıkanıklığı yaşayan Kurt'ün, kendi sanatı adına gerçekte ne yapmak istediğini bir gazete fotoğrafı sayesinde fark etmesine ikna olsak bile, neden üstün ırk oluşturma programının başındaki Dr. Kroll'un pozunun tetikleyici olduğu havada kalıyor. Tarzını bulduktan sonra teyzesi Elisabeth'ten de ilham alması kaçınılmaz. Ancak tıpkı Elisabeth gibi trajik bir yan hikayesi olan babası Johann yerine Seeband'i tuvale taşımasını, üstelik tesadüfün iğne deliği bir kolaj ile hiç bilmediği geçmişteki bir yaraya tuz basmasını koyabileceğimiz bir gerçeklik bulmakta zorlanabiliyoruz. Sıradan altı rakam ve ikramiye kazanan altı rakam karşılaştırması, Profesör Antonius van Verten'in hayatın anlamını keçe ve yağ ile keşfetme hikayesi, Kurt ve Ellie ilişkisinin Yeşilçam melodramlarını aratmayan tesadüfü ve dahası bu zorlanmaya katkı sağlıyor.

Never Look Away, içerdiği dönemleri çok iyi etüd etmiş tertemiz prodüksyonu, özen gösterilmiş sanat yönetimiyle görkemli bir yapım. Üç saatlik süresini de ömür törpüsüne dönüştürmüyor. Ancak senaryo ve kurgudaki bu aksaklıklar/eksiklikler, odak noktalarına yönelik operasyonların yetersizliği, önemli sorumluluğa sahip Tom Schilling'in sıklıkla tutuk görünen performansı gibi sebeplerden ötürü dört dörtlük olamıyor. Elisabeth'in "gözlerini kaçırma" tavsiyesinin film ile kurduğu özdeşliği, Kurt'ün sanatsal kendini buluşu ile tanımlayacaksak o noktada da vurucu sayılmaz. The Lives Of Others'ın idealist yazarı Georg Dreyman rolünde izlediğimiz usta oyuncu Sebastian Koch, güzeller güzeli Paula Beer, yüzü ve performansıyla kimi zaman Margot Robbie'yi anımsatan, kendisinden ayrı bir film çıkarılabilecek Elisabeth rolüyle Saskia Rosendahl filmin diğer kozları. Ne var ki tüm kozlarına rağmen, 2000'li yılların en etkileyici dönüşüm hikayelerinden biri olan The Lives Of Others kadar kendine sahip çıkan bir film değil.