Yönetmen: Barbra Streisand
Oyuncular: Barbra Streisand, Mandy Patinkin, Amy Irving, Nehemiah Persoff, Steven Hill, Allan Corduner
Senaryo: Jack Rosenthal, Barbra Streisand
Müzik: Michel Legrand
9-10 yaşlarında anne-baba ile misafirliğe gittiğimizde oraya gelmiş olan diğer çocuklarla birlikte oradan oraya koşturup ortalığı tarumar edince çaresiz tüm çocukları televizyonlu bir odaya tıkıştırıp “hadi burada oynayın” derlerdi büyükler. Televizyonun çekim gücü muazzamdı ve en hiperaktifini bile muma çevirebiliyordu. O kan ter içinde tıkışmalardan birinde TRT1’de oynayan, hemen hemen yarısında izlemeye başladığımız bir filmdi Yentl. O anı hatırlamamın sebebi Barbara Streisand’dır. Yanlış anlaşılmasın. İyi filmlerde kayda değer performanslara imza atmış olmasına karşın, hayranı olduğum bir oyuncu değildir. Hatta kimi zaman gerek kendisini, gerek sesini itici bulduğum bile olmuştur. Benim Yentl’ı asıl hatırlama sebebim, ekranda gördüğüm erkeğin, film ilerledikçe aslında bir kadın olduğunu fark etmemdi. Sarsıcı bir deneyimdi. İlk kez uzun saçlı bir erkek gördüğüm andaki şaşkınlığımın neredeyse iki katıydı. Bizi o odaya tıkan ebeveynlerimiz, kabaca bir genç kızın erkek kılığına girmesini, o haliyle başka bir erkeğe aşık olmasını, buna rağmen başka bir kadınla evlenmesini işleyen bir filmi izlememizi ne derece tercih ederlerdi? Kanal değiştirme gibi bir şansımız olmadığından, televizyonun önüne sübhaneke boncuğu gibi dizilip ağzımız bir karış açık izlemiştik. Hoş, TV’de ne olursa olsun öyle izlerdik ya!
Yıllar sonra birgün yine denk gelmişti. Barbara Streisand’ın filmde bağıra çağıra söylediği şarkıların bu kez kulağımı epey bir tırmaladığını fark ettim. Daha olgun bir bakış açısıyla filmi incelediğimizde o zamanlar Streisand’ın gerçekte kadın olduğuna nasıl kanmışız diye düşündüm. Belki o meşhur burnudur bizi yanıltan. Yentl, belli amaçlar uğruna farklı cinsin kimliğine bürünmeyi konu almış filmlerin olmazsa olmaz yöntemlerini kullanan, araya kimi zaman fenalıklar getiren şarkılar serpiştiren, ikna kabiliyeti tartışılır, güçlü sayılabilecek hikayesini hakkıyla işleyemediğini düşündüğüm bir film. Tabi benim için öyle. Sevenleri olduğunu gözlerimle gördüm. Bunu anlamak güç değil. Zira Yentl, sırf cinsiyeti yüzünden seksist zihniyetin kurbanı olmayı reddedip, zincirlerini kırmaya niyetlenen, onun hem yahudi hem de bir kadın olma itilmişliğine erkek bedeniyle baş kaldırmasına saygı duyan bir kesimin başucu filmlerinden biridir. Ama gerçekten yaşanmış öyle bir hayat hikayesi var ki, Yentl solda sıfır kalır. Tıp dünyasında Dr. James Barry olarak bilinen gizemli bir kadının akılalmaz hikayesi.
Dr. James Barry, İngiltere’de tıp okuyan ilk kadındı. Ama adından da anlaşılacağı gibi bunu bir kadın olarak yapmadı. 71 yaşında ölene dek kadın olduğunu gizlemeyi başardı. Gerçek adı Miranda olan Barry bazı kayıtlara göre 1700’lü yılların sonunda Londra’da doğmuştu. Varlıklı bir soydan geliyordu. O yıllarda kızların tıp okuması yasaktı. Hakkında bilinen gerçeklerden biri, 1800’lerin başında tıp öğrencisi olarak Edinburgh Üniversitesi’ne girmiş olmasıydı. Sınıf arkadaşları, onun kısa boyu ve hiç sakal çıkmayan yüzüyle alay ederler, ama hiçbiri onun bir kız olabileceğini akıllarından geçirmezlerdi. James 20 yaşında mezun olduğunda, bunu başaran en genç öğrenci olmuştu. Londra Hastanesi’nde çalıştı, cerrahi okudu, orduya bile girdi ve orada sıhhiye asistanı oldu. Ordunun fizik testlerinden nasıl geçtiği ise hala bir muamma. İngiltere ve onun kolonilerinde hatırı sayılır başarılarıyla ünlenmeye başladı. Hindistan, Güney Afrika, Malta ve Jamaika’ya gitti. Katı kuralları ve her zaman hastalarını önde tutan tavrı yüzünden çalıştığı yerlerde büyük takdir kazandığı gibi, başbelası olarak da görüldü ve düşmanlar edindi.
Etrafında büyük hayranlık uyandıran başarılara imza atsa da, Dr. Barry tuhaf bir kişilikti. Mesela hep kapalı kapılar ardında giyinirdi. Erkek subaylarla kaldığı odada soyunup giyinmeden önce onların odadan çıkmalarını rica ederdi. 60’lı yaşlarında general oldu ve Kanada’ya taşındı. Orada da askerlerin yaşam şartlarını iyileştirme yönünde çalışmalarda bulundu. Daha sonra şiddetli grip yüzünden yatağa düştü. Emekli olmak için İngiltere’ye döndü ve orada ölene dek yalnız yaşadı. Ölümünden sonra bir ordu doktoru Dr. Barry’nin aslında bir kadın olduğunu fark etti. Ölümüne kadar sakladığı bu sır artık açığa çıkınca ordu da şok oldu. Fakat ordu, onun kadın olduğu yönünde bir açıklamada bulunmadığı gibi, Barry’yi erkek gibi bir törenle defnetti. Böylece hayatının tüm sırları da onunla birlikte gömülmüş oldu.
Bu inanılmaz hayat hikayesi daha önce filme alındı mı bilemiyorum. Yentl gibi filmlere esin kaynağı olabileceğini düşündüğüm bu hayat tarzını kabullenip, onunla yaşamaya karar veren kadınların ruh halini anlayabilmek için toplumların ve kültürlerin kadınlara karşı takındıkları katı tutuma ve elverişsiz şartlara da bakmak önemli. Erkekleri veya kadınları karşı tarafa geçmeye ve hayatlarının rolünü oynamaya iten şartlara bakmak. Babasından Tevrat eğitimi alan Yentl, babası ölünce eğitimine devam etmek isteyip, kızlara yasak bir okula girmek isteyince ve tek çarenin erkek kılığına girmek olduğunu anlayınca Dr. Barry’nin, hatta Mulan’ın amacına benzer bir dürtü ile hareket ediyor. Bu tip cinsiyet değişimlerini çok kullanan Shakespeare’in Hamlet’i, Virginia Woolf’un Orlando’su gibi edebi eserler bu dürtünün ilk ürünlerinden sayılabilir. Onun dışında Marlene Dietrich’in Morocco’su, Greta Garbo’nun Queen Christina’sı, Julie Andrews’ün Victor Victoria’sı da perdeye yansımış iyi örneklerden sayılmakta. Boys Don’t Cry’da Hillary Swank’in ve 1975 yılında çekilen Köçek’te bu kez bizden Müjde Ar’ın getirdiği sert yorumlarla, bu karmaşık ama her şeye rağmen insani tutumun izlerini sürmek mümkün.
Bir kadın (Hadass), bir erkek (Avigdor) ve Yentl arasında yaşanan karışık bir aşk üçgeninin ele alınış biçimi, sıra dışı bir evliliğin getirdiği manevralar ve gerçeğin ortaya çıktığı son bölüm, Yentl’ı yeterince cazip kılıyor. Barbara Streisand-Mandy Patinkin-Amy Irving üçlüsünün performansları da (Streisand’ın erkek taklidi (!) yaptığı çoğu sahne dışında) ne uzalır, ne kısalır nitelikte. Zaten Streisand, Funny Girl ile kendini kanıtlamış bir oyuncu olabilir. Ben onu hep Funny Girl ile hatırlar, Funny Girl ile severim. Diğer türlü hatırladığım Streisand ise aygın baygın aşk şarkılarının Sezen Cumhur kıvamında dinlenilesi şarkıcısıdır. Klişe olmasına karşın hüzünlü bir mutlu son, tam da Yentl gibi bir filmin ihtiyacını karşılamış. Kaldı ki, bakış açımıza göre mutlu veya mutsuz son ile filme alışmış bulunan bedenlerimizin vedası da her zaman hüzünlüdür. Yentl, alışılması kolay bir film ve onun vedası da bahsettiğimiz hüzün zerreciklerini üzerinize serpebilir. Hani derler ya, “mendillerinizi hazırlayın” diye, işte mendil bu filmden sonra ya akan gözyaşlarınızı silmek için, ya da üzerinize sıçramış o hüzün zerreciklerini silmeniz için işe yarayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder