Yönetmen: Robert Rodriguez, Ethan Maniquis
Oyuncular: Danny Trejo, Robert De Niro, Jessica Alba, Steven Seagal, Michelle Rodriguez, Jeff Fahey, Cheech Marin, Don Johnson, Lindsay Lohan
Senaryo: Robert Rodriguez, Álvaro Rodríguez
Müzik: John Debney, Carl Thiel
Robert Rodriguez’in “grindhouse” abukluklarını izlemeye devam ediyoruz. Şahsen benim derdim, birçoğu kültleşmiş grindhouse filmler değil, bu adamın ısrarla grindhouse filmler çektiğini iddia etmesi, adeta Tarantino ile beraber bu filmlere sahip çıkan bir hayırsever sinemacı imajı yaratmaya çalışması. Bu filmlere vefalı davranmak başka, onların aynısını çekmeye çabalayarak sıvamak başka. Tarantino da vefasını her filminde gösteriyor. Ama Tarantino’nun yönetmen kimliğini oluşturan bu filmlere olan bağlılığı, körü körüne içi boş taklitlerden ziyade, geçmişi özgün senaryolarla kendi vizyonuna uyarlayarak hikâyesine akış sağlamak şeklinde beliriyor. Rodriguez’in Tarantino ile yan yana anılmasının sebebi iki yönetmenin bu filmlere çocuksu bir romantiklikle bağlı olmaları, hatta bunu Grindhouse projesiyle ortak pratiğe dökmeleri. Oysa bana göre Tarantino’yu Rodriguez ile karşılaştırmak, bu pratiğin bize oynadığı bir oyun.
İkisi arasındaki entelektüel birikim, geçmişi özümseyiş, onu kendi filtrelerinden süzüş, oyuncu performanslarına verdiği önem ve kendine ait bir hikâyeye bu birikimi aktarış farkı o kadar belli ki. Gerçi bu fark, Death Proof’ta tamamen ortadan kalkmış, biraz da Rodriguez’e ayak uydurma gereksizliğine meyletmişti sanki. Sin City’ye dokunulmazlık vererek (ki ondaki olağanüstü çizgi roman dokusu, filmin ana ekseninden çok daha ön plândaydı) Rodriguez’i bir Jackie Brown çekerken düşünemiyorum mesela. O da öyle düşünmemizi istemiyordur muhtemelen. 70’li yılların Tarantino’da bıraktığı blaxploitation ruhu, Elmore Leonard hınzırlığı ve az-öz oyuncu kadrosunun oyunculuklarını öne çıkarıcı diyalogları, doğaçlamaları aynı vefa duygusuyla bütünleştiren sinema tavrı Rodriguez’i çok aşan bir durum.
Sahte fragmandan uzun metraja dönüşen Machete karakterinin bir gün Rodriguez tarafından mutlaka çekileceğini biliyorduk çoğumuz. Zaten fragmanı görür görmez Rodriguez fanatikleri adamı bir an olsun rahat bırakmamışlar. İstek film gibi olmuş Machete biraz da... Yalnız bu kez Rodriguez filmin altını kaçak göçmen sorunu ve işadamları, politikacılar ve uyuşturucu baronlarının bu sorun üzerinden nemalanan zincirleme çıkar ilişkileri ile doldurmak istemiş. Köklerine bağlılığını politik duyarlılık adı altında kör gözlere parmak (hatta bazen yumruk!) mesajlarla bütünleştirerek kanatlardan bindirme yapmış. Göçmenlere ve sınır güvenliğine yönelik sert bir kampanya başlatan aşırı milliyetçi senatör John McLaughlin’in (İngiliz gitar ustasının kulaklarını çınlatmak için mi bu ismi bulmuş Rodriguez diyeceğim ama tanıdığını bile sanmıyorum!) göçmenlere olan nefretini bir anda terörizme karşı omuz omuza durumuna çevirebilecek kadar hızlı akan mesajlar bunlar.
Ama mesela Meksikalı göçmenler hakkında “bu insanları evimize alıyoruz, çocuklarımıza bakıyorlar, arabalarımızı park ediyorlar ama onları ülkemize almıyoruz. Bu size de saçma gelmiyor mu?” repliğini Booth’un korumalarından birine söyleterek beyaz Amerikalının fikir yelpazesini eşitliyor kendince. Tarantino’nun başta Hitler olmak üzere tüm üst düzey nazileri patlıcan gibi közlediği Inglorious Basterds’e karşılık Rodriguez de bulaşıkçısından temizlikçisine, tamircisinden amelesine tüm latin göçmenleri toplayarak (aralarına Shé kod adlı, militandan çok Victoria mankenlerini andıran duruşuyla Michelle Rodriguez’i de sıkıştırarak) kendi ütopik devrimini gerçekleştiriyor. Neymiş: “Biz sınırı geçmedik, sınır bizi geçti!” Güzel bir reklâm kampanyası ve cıngıl ile gayet iyi gider bir aforizma. İyi de bunu söyleyen bir başka Victoria güzeli, göçmen bürosu polisi Jessica Alba olunca insan bir hoş oluyor. Bu kadın değil miydi rozetini gariban Meksikalılara göstererek onları zabıta görmüş seyyar satıcı gibi kendinden kaçıran? Meğer ne kadar devrimci ruhluymuş bu hususta. Aklının başına gelmesi için Machete’nin döşünde güzellik uykusuna yatması gerekiyormuş anlaşılan.
Machete aksiyon, kan, çıplaklık, kelle paça bağırsak, absürtlük görmek isteyen seyirci için müthiş bir eğlencelik kabul. Zaten Rodriguez’in öncelikli hedefi de bu adamın biyografisini anlatmak değil. Olaylar başdöndürücü bir hızla gerçekleşiyor. Tutup “filmin şurası şöyle, burası acayip, mantık nerede” demek, filmin kendisi kadar tuhaf bir yaklaşım olur. Fakat Rodriguez kendi beceriksizliklerini de bu başdöndürücü hız içinde yaşıyor. Neymiş: “Machete mesaj çekmez!”. Tamam güzel, çekmesin, yakışır. Bunu söylettikten sonra ona mesaj çektirme! Kamerayla, CD’lerle arası iyi madem, “yanlış Meksikalıya bulaştın” mesajını havuzda üçlü yaparken araya sıkıştırıver örneğin. Hem adamını saf duruma da düşürmemiş olursun belki. (Havuzda âlem yapınca nasıl saf olunuyorsa artık!).
Bu ve buna benzer pek çok ayrıntı, madem oturduk izliyoruz, bizim istediğimiz gibi olsun rahatlığıyla göze batmış sinekler olabilir. Lindsay Lohan’ı rahibe kostümü ile savaş alanında ateş ederken gördükten sonra olaydan kopmuşum. Filmde nelere kafayı takmış olabileceğim fazla ciddiye alınmasın bu yüzden. Künyede bir süre sonra sayamadığım Rodriguez aşiretinin kendi eğlencelerini mesaj kaygılı bir sinema filmi olarak sunmalarından öte bir şeyler arıyorum sanırım. Bir de eski havasını yitirmiş Steven Seagal, Don Johnson, Lindsay Lohan hatta Robert De Niro gibi oyunculara gişe beklentisi yüksek bir filmde görünme şansı sunmuş ki, ne kadar hayırsever bir yönetmen olduğunu da varın siz anlayın.
Pimp My Ride’a bağlayıp Alamo kuşatmasını tersten okumaya çalışarak bir nevi intikam alan finalin ardından “Machete Kills, pek yakında!” şakası aklıma Manowar’ı getirmedi değil. Devamı gelir mi gelir. En çok da 66 yaşındaki Danny Trejo’ya itibar sağlar. Gerçi çok sevdiğim Trejo’nun Machete gibi bir itibara, hele de bu itibarı Rodriguez’in sağlıyor olmasına gönlüm razı değil. Belki yine bir halk kahramanı olarak ve kesinlikle daha ciddi ve daha destansı bir yapımla bu hak kendisine teslim edilmeliydi diye düşünüyorum. Neticede Kudret Karadağ, Çetin Başaran, İhsan Gedik, Cevdet Özalaş, Sönmez Yıkılmaz gibi yıllarını o setten bu sete giderek geçirmiş bir adam. Bizimkiler hiçbir zaman onun gibi bir eli Michelle Rodriguez'de öbür eli Jessica Alba'da film çekemedi. Bari bu kez çirkinler kazansın.
Söz açılmışken, her ne kadar göremesek de Trejo’nun bu kadar çok hatunla temaslarda bulunmasını bünyesine sindirememiş yorumlara da çirkinlerin çekiciliği hakkında kadın zevklerinin kaygan zeminlerini hatırlatmak gerekir. Kaldı ki Trejo karizmatik değil diyen çarpılır. Hem kendisi bunu daha mantıklı bir ortamda da ispatlamıştı. (Bkz. SherryBaby). Her şeye rağmen bir hamlede beş kafa uçuruşunu, kendi deştiği bir bağırsaktan tutunarak bir alt kattaki kötülerin üzerine fırlayışını görünce gözlerim dolmadı değil. Yukarıdaki bir fikrimi kısmen değiştirdim. Trejo, sadece filmin miti, sadece bir isim ve sadece o ismi dolduruş yönünden Machete olarak gerçek bir saygıyı hak ediyor. Ama ona bunu verecek kişi Rodriguez’den daha dişli biri olmalıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder