13 Ekim 2010 Çarşamba

State Of Grace (1990)


Yönetmen: Phil Joanou
Oyuncular: Sean Penn, Ed Harris, Gary Oldman, Robin Wright, John Turturro, Burgess Meredith, John C. Reilly, Joe Viterelli
Senaryo: Dennis McIntyre
Müzik: Ennio Morricone

Sinema bizi mafya olgusuna kötü alıştırdı. Önceden sadece İtalya’da mafya var diye bilirdik. Meğerse durum ulusal boyutlardaymış. Tabi ki bu çocuksu cehaleti de sinema sayesinde aştık. Mario Puzo’nun antolojisi, bize İtalyan mafyasının hemen hemen tüm ritüellerini öğretmiş, racon konusunda da tüm ulusal mafyalara örnek teşkil etmiştir. Gelenek göreneklere sıkıca bağlı olmalarına rağmen, ihanet ve gammaz konusunda ana babalarını, kardeşlerini bile tanımazlar. Hatta sadist bir davranış biçimiyle, öldürecekleri insanla iki tek atar, muhabbet ederler ve ardından ocağına inciri dikerler. Dürüstlük timsali Frank ismi çok popülerdir. Soyağaçları o kadar komplikedir ki, kim kimin amcası, kimin kime borcu var, kimden sonra kim işin başına geçecek sorlarını onlardan başkası yanıtlayamaz. Scorsese Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra bunları cevaplamak işi daha da kolaylaştırır. The O.C. gençleri bile Godfather’dan alıntılar yaptıktan sonra, bizim çocuklar Kurtlar Vadisi’ne inmiş ne fark eder. Amaç her halükarda kız tavlamak değil mi?

Ulusal mafyalar da temelde İtalyan öğretisine bağlı kalarak zamanla kendi iş bağlantıları, işkence, burundan getirme, haraç toplama, meydan okuma vb. yöntemleri konusunda yaratıcılıklarda bulundular. İtalyan, Rus, Japon, Türk, İngiliz, Kolombiya, Macar mafyaları hakkında az çok bilgimiz var ama mesela Belçika, Kuala Lumpur, Azerbaycan, Antartika’da durum nasıl acaba? Oralarda yoktur bu işler demeyin inanmam. İnsanın olduğu yerde her şey vardır. Neyse bizim işimiz İrlanda mafyası ile... İrlanda deyince aklıma yemyeşil alanlar, U2, James Joyce, "İçimizdeki İrlandalılar, IRA, George Best ve tatil beldelerimizdeki yemyeşil tişörtler giyen insanlarla dolu Irish Pub’lar geliyor. Her ne kadar İtalyan abilerinin alt devresi olsalar da Hell’s Kitchen’da onların da bir mafyası olduğunu öğrendiğimiz State Of Grace, racona uygun, çok klas bir macera/dram. Güzel senaryosunu Dennis McIntyre’ın yazdığı, yönetmenliğini Phil Joanou’nun yaptığı film, her ne kadar bu arkadaşları çok iyi tanımıyorsak da sırtını zaten başka unsurlarla çoktan sağlama almış durumda. Sean Penn, Gary Oldman, Ed Haris, Robin Wright Penn gibi kurşun geçirmez bir kadrodan beklentiler yüksek olacaktır. Sean Penn vakasına değinmek, esasen Woody Allen vakası gibi sonraya bırakmayı düşündüğüm bir hassasiyet içeriyor. Adı geçen 4 isim de bu filmde “bir oyuncu üzerine düşeni nasıl yapar”ın cevabını faiziyle veriyorlar. Ama zalimce bu dördü arasında bir sıralama yapmam gerektiğini hissediyorum. Çünkü bu filmde Gary Oldman var.


1958 doğumlu olan Leonard Gary Oldman, Londra’da dünyaya geldi. Evi terk eden babasından sonra annesi ve iki kızkardeşi ile büyüdü. Tezgahtarlık yaptı. Uma Thurman’la evlenip boşandı, Isabella Rosselini ile çıktı. Şimdi Donya Fiorentino ile evli ve iki çocuğu var. Konuşma ve drama eğitimi aldı. Birçok ödül almasına rağmen hiç Oscar’ı yok ve bu umurunda bile değil. Gary Oldman benim en sevdiğim aktörler sıralamasında tek haneli bir konumda bulunur her zaman. Sıra bir an önce ona gelsin diye çok uğraştım ve işte o an geldi. Çevirdiği onca filmde canlandırdığı yoz polis, muhabbet tellalı, kelle avcısı savcı, şapşal kovboy, tutkulu rahip, entelektüel cüce, bilim adamı, başkanı kaçıran terörist, gelecek zaman tüccarı ve daha nice rol ile birlikte Ludwig Van Beethoven, Sex Pistols solisti Sid Vicious, Kennedy suikasti zanlısı Lee Harvey Oswald, Kont Dracula gibi tarihi karakterlere hayat veren aktör, belki de bir oyuncunun hayal edebileceği en geniş yelpazeye sahip. Bir de De Niro’ya bukalemun derler.

Bu inanılmaz metamorfoza çabucak uyum sağlaması, konsantrasyonu, iş disiplini ve etrafında yarattığı buğu ile oyuncuyum diyen herkesin birlikte oynamaya can attığı bir sanat abidesidir Gary Oldman. Filmlerine baktığımızda onun için öncelikli olanın film değil, tamamen kendi üstleneceği rolün öneminin öncelikli olduğunu görürüz. Leon, True Romance, Dracula, JFK, Immortal Beloved, Tiptoes, Air Force One, The Scarlet Letter gibi filmlerdeki performansı benim unutulmazlarım arasındadır. Friends dizisinin bir bölümünde ve Guns n’ Roses’ın Since I Don’t Have You klibinde de oynamışlığı, 97’de Nil By Mouth isimli ilk ve tek filmini yönetmişliği vardır. Bu kadar geniş perspektife sahip kaç aktör var şu yeryüzünde. Sean Penn bile resmen ağzı açık izliyor Oldman’ın kimi sahnelerini. Ama bunun yanında kendine öyle bir pozisyon edinmiş ki, onunla çalışmak isteyen devasa şirketlerin yanında, bağımsız birçok şirkete de yakın durmakta. Dediğimiz gibi onun için önemli olan ne alacağı para, ne tanınmış firmalar, ne de beraber oynayacağı oyuncular. Varsa yoksa canlandıracağı karakter. Bu karakter ne kadar farklı olursa onun için o kadar cazip. Bu adam kesinlikle bir başyapıt.


Terry Noonan (Sean Penn), Boston Polis Departmanı tarafından Hell’s Kitchen’daki İrlanda mafyasına ait faaliyetleri çökertmek için içeri sızdırılmış bir polistir. Sızacağı mafyanın başında Frankie Flannery (Ed Harris) ve onun hırçın kardeşi Jackie (Gary Oldman) vardır ve bu insanlar Terry’nin beraber büyüdüğü insanlardır. Özellikle Jackie ile kankadırlar. Üstelik Terry, Frankie ve Jackie’nin kızkardeşleri güzeller güzeli Kathleen (Robin Wright Penn)’in ilk aşkıdır ve aralarında yarım kalmış bir ilişki vardır. Bu içinden çıkılması çılgınca durum giderek Terry için daha da zorlaşır. Terry, amiri Nick (John Turturro) tarafından bu mafyayı çökertmesi konusunda baskı görmektedir. Jackie ve Terry’nin etrafa sürekli borç takan arkadaşları Stevie (John C. Reilly), başını İtalyan mafyasının önde gelen ismi Borelli’nin adamları ile derde sokunca devreye giren Jackie, abisi Frankie ile Borelli’nin ilişkilerini de zora sokmaya başlar.

Klişe gözükmesine rağmen karışık ilişkileri çok akıcı bir üslupla işleyen film, kolunuzdan tutup, baştan sona alıp götürüyor. Her oyuncunun kendine ait enfes oyunculuk gösterileri var. Ama Oldman’ın canlandırdığı manik depresif Jackie için ne denebilir. Hangi sahnesinden bahsetmeli? Özellikle sinirden deliye döndüğü sahnelerde sanki yeryüzünde Gary Oldman diye bir yerine Jackie Flannery isminde bir gangster yaşıyor. Oldman’ı kimi rollerinde izlemek başlıbaşına tedirgin edici bir tecrübe. Jackie’de bunlardan birisi. Adam hem rolünün gereklerini tam bir transla yerine getiriken, karambolde içki-sigara tüketimine de özendiriyor insanı. Ona yaptığı her şey yakışıyor. Her duruşu “şimdi ne yapacak acaba”lara gebe. Bu tutumu sinemada yücelten her aktöre Oldman’da olduğu gibi saygı duyuyorum. “Stop” sesini duyduğunda kendine gelmesinin zor olduğuna eminim.

State Of Grace, tüm bu mafya keşmekeşinin arasında arkadaşlığı ve gerçek aşkın ebatlarını da irdeleyen bir film. Adı sanı pek duyulmamış Phil Joanou, elindeki iştah kabartan malzemeyi çok ölçülü bir şekilde, şımarmadan kullanmış ve güzel enstantaneler yakalamış. Hikâyeden kopmadığı gibi, karakterlerin sahip olduğu potansiyeli de, yine onların yardımıyla geliştirmiş. John Woo benzeri izlemesi lezzetli ve kanlı bir finalle de işini bitirmiş. Heaven’s Prisoners filmini de görmüştüm ama onun gücü State Of Grace ile yarışacak düzeyde değildi. Filmografisinde U2: Rattle &Hum’a rastlayınca çok sevindim. Çünkü bu benim bir ara icabına bakmam gereken U2 meselesine kaynak teşkil edebilir. O albümü de çok sevmemin bununla ilişkisi kuvvetlidir. U2 da İrlanda’nın gülüdür. Bono ise…. Neyse…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder