Oyuncular: Ken Takakura, Shinobu Terajima, Kiichi Nakai, Ken Nakamoto, Jiamin Li, Jiang Wen, Lin Qiu, Zhenbo Yang
Senaryo: Bin Wang, Yimou Zhang, Jingzhi Zou
Müzik: Wenjing Guo
Bir babanın ilgisine veya ilgisizliğine uğramış oğulların tüm hayatlarına kalıcı etkileri olduğunu görüyoruz. Baba-oğul ilişkisi, belli bir yaşa kadar normal seyrindedir. Ama oğul büyüdükçe, model aldığı babasının kuşağını sorgulamaya başlar. Çünkü baba, büyümekte olan oğluna artık eskisi gibi açık bir sevgiyle değil de, daha kontrollü, daha içe dönük, daha öğretici, ve bunun getirdiği didaktik sıkıcılıkla yaklaşmaya başlar. Belki de yetişkin birer erkek olarak bir çoğumuz bu yüzden babamızla en son ne zaman sarıldığımızı veya güle eğlene bir şeyler yaptığımızı hatırlamayız. Yine bazılarımız bunu babamızın bizi artık eskisi gibi önemsemediği “yanlış” düşüncesine bağlar. Oysa baba bir sığınak, bir yetkili merci, bir destektir. Baba, bırakın 18 yaşı, 25-30’da bile bir sosyal garanti abidesidir. Birçok kesimde baba, oğluna iş bulan, onu evlendiren, ona sosyal güvence sağlayan bir sigortadır. Oğul ise bunun rahatlığıyla boşvermişliğinin tüm olası negatif faturalarını sadece babasına keser. O yaşlı adam, artık oğlunu kucağına alıp sevemese bile, onu herkesin içinde övüp yüceltmeyi zaman zaman kendi olgunluğuna uygun göremese bile, onu çok sevdiği gerçeğini içinde taşır. Hem onu anlayabilmenin en etkili yolu, birgün o evladın baba olmasıdır. Baba olunca, çocuk veya ergen iken, o kimi zaman katı bulduğumuz, bizi asla anlamadığını düşünerek kızdığımız babamıza dönüştüğümüzü görmek hayatın tuhaf oyunlarından biridir. Ve belki o zaman yaşadığımız aydınlanma, bizi derin bir anlayışa, sorgulamaya, hoşgörüye iter.
70’li yaşlarındaki hali vakti yerinde Takata, Japonya’da balıkçılık yapmaktadır. Bir gün, uzun zamandır küs olduğu oğlunun eşi Rie, Takata’ya ulaşarak ona oğlunun kanser hastası olduğunu söyler. Dargınlığın kalkması durumunda onun sağlığına faydası olabileceği düşüncesiyle onu hastaneye davet eder. Takata üzüntü ve karışık duygularla hastaneye gider. Ama oğul Ken-ichi babasını görmeyi reddeder. Bir süre sonra gelini Rie, uzakdoğu halk dansları uzmanı olan eşinin Çin’in Yunnan bölgesinde çekmekte olduğu halk operası belgeseli ve belgeseldeki halk şarkıcısı ile ilgili yarım kalan çalışmasının kasetini Takata’ya gönderir. Ken-ichi, Çin’in geleneksel maskeli operalarından en iyisi sayılan “Binlerce Kilometrelik Yalnız Seyahat” i ve bu operayı en iyi seslendiren şarkıcı Li Jiamin’i filme almıştır. Şarkıcının bu operayı söylemek için bir sene sonrasına randevu vermesini izleyen baba Takata, ilk başta pek ilgisini çekmese de, kanser olan oğluyla ikinci bir şans elde edeceğini umarak oğlunun yarım kalan işini bitirmek üzere Çin’e doğru yola çıkar. Amacı Li Jiamin’in performansıyla “Binlerce Kilometrelik Yalnız Seyahat” i filme çekip hasta yatağındaki oğluna izlettirmektir.
Takata Çin’e vardığında bazı sorunlarla karşılaşır. İlk olarak Japonca bilmeyen saf tercüman Lingo’ya, Jasmine isimli bir tercüman bularak dil sorununu çözmek ister. Bunun yanında şarkıcı Li Jiamin hapse düşmüştür. Sıkıntılı bürokrasiyi zar zor aşarak Li Jiamin’i bulur, her şeyi hazırlar. Ama şarkıcı, hapse düştükten sonra göremediği küçük oğlu Yang Yang’ı aklından çıkaramamakta, şarkı söyleyememektedir. Takata’nın oğluna gösterebileceği bir performans elde etmesinin tek yolu, Yunnan’a gidip küçük Yang Yang’ı bulmaktır.
Takata’nın belki de oğlu için son kez bir şeyler yapma fırsatı elde etmesi, bu uğurda kilometreleri, bürokrasiyi, terslikleri aşmaya çalışması ve hesapta olmayan bir başka baba-oğul dramına tanık olması gerçekten çok dokunaklı unsurlarla işleniyor. Çin’in tarihsel dokusuna ayrı bir itina gösteren, o hissiyatı adeta görünmeyen bir oyuncu gibi kanlı canlı hale getirebilen Zhang Yimou, ağır ama sürükleyici temposuyla film süresince dolduruşa getirdiği, yükledikçe yüklediği izleyeni sona yaklaştıkça öyle bir boşaltıyor ki, buruşuk bir surat, ıslak gözler, buruk bir kalp, bitkin düşmüş bir huzur zaten söze gerek bırakmıyor. Taş kalpli olmaktan korkanların kendilerini test etmeleri için iyi bir fırsat olabilir. Zaten baba (veya adayı) olan herkese özel reçete olarak yazılmalı veya izlenmesi yönünde kanun hükmünde kararname çıkarılmalı. Filmdeki iki baba-oğul hikayesi, özellikle babalar açısından hüzün dağı eteklerinden hiç inmiyor. Farklı kesimden ve kültürden iki babanın, yine farklı insani açılardan tanık olduğumuz ortak olan tek özellikleri ise sevgi. Her ikisi de, Zhang Yimou’nun, aşka dair destansı ağıtlarını, babalar-oğullar yönünden ele aldığında da aynı görkemi elde edebileceğinin ispatı. Köyü ve kenti temsil eden bu iki baba, evlat sözkonusu olduğunda “dünya”yı ve “insan”ı yansıtıyor.
Zhang Yimou çektiği filmlere hayallerini, rüyalarını, gerçeklerini, emeğini, yüreğini koymaktan çekinmeyen fantastik bir yönetmen. İster epik tarihi filmler, ister bunun gibi modern zaman dramları yazıp-yönetsin, aynı yoğunluğu, içtenliği, sürekliliği yakalıyor. Görselliğe çok fazla arka çıktığı bir gerçek. Ama bazı işgüzar çağdaşlarının sırf görsellikle boşluk doldurmaya çalışmalarından farklı olarak, hikâyesine de en az onun kadar değer veriyor. Kendi filmini çekerken onun içinde yaşıyor adeta. Efsanevi atmosferler, masalsı sekanslar, rengârenk kostümler, inanılan oyuncular ve kalabalık figürasyonlar kullanmak, bunları tutkulu müzikleri ve kendine özgü romansı ile birleştirmek için gerekli erdemlere haiz. Mükemmeliyetçi yönetim ve organize kabiliyeti sayesinde, tüm dünyayı ilgilendiren önemli aktiviteler için akla gelen birkaç isimden biri oluyor.
Riding Alone For Thousands Of Miles, Çin’in maskeli opera geleneği veya Yang Yang’ın yaşadığı köy ve köylüler gibi folklorik motifleri, günümüz teknolojisi ile aynı filmde buluşturmayı kusursuz şekilde başaran bir film. Geleneksel öğeleri işleme yönünden eline, sadece yüzünü yıkaması için su dökülebilecek Zhang Yimou’nun, teknoloji ve insan ilişkileri arasındaki tartışmalı çizgiyi kendi dokunaklı yöntemleri ile aşması çok profesyonelce. Filmin duygu yüklü pek çok durağı mevcut. Hele bunlardan ikisi var ki samimiliğini, kırılganlığını ve yoğunluğunu teknolojiye borçlu. Bu sahneler, o son teknoloji ürünü makinelerin arasından insan yüreğine sızmayı başaran insancıl ruhun, bir babanın ciğerini nasıl dağlayacağını bilen sahnelerden.
Hong Kong, Japonya, Çin ortak yapımı Riding Alone For Thousands Of Miles, Zhang Yimou'nun en iyi filmlerinden biri. Aslında bu da saçma bir cümle oldu. Onun iyi olmayan filmi var mı ki? En kötü diyebileceğinizin derinlerinde bile mutlaka biryerlere dokunan anlar vardır. Bir film bir insanı nasıl ağlatabilir diye düşündüğüm, anlam veremediğim anlar olmuştu. Yaşlanma belirtileri mi, doğru zamanlama mı bilinmez, ama kesin olan Zhang Yimou'nun insan ruhunu iyi tanıyan, hangi bam tellerine basacağını bilen bir sinema adamı olduğu.
Merhaba,
YanıtlaSilUzakdoğu sinemasına var olan ilgim, bu sayfalarda yorumladığınız filmlerle katlanarak artıyor. Çok güzel ve doyurucu bir yazı olmuş. Filmi edinip izleyebilmeyi çok isterdim.
Teşekkürler,