Yönetmenler: Sam Dunn, Scot McFadyen
Senaryo: Sam Dunn, Scot McFadyen
2005’de Metal: A Headbanger's Journey isimli muhteşem belgesele imza atıp, Hard Rock ve Heavy Metal müziğin doğumundan bu günlere gelişini çeşitli başlıklarda ele alarak zihinleri aydınlatan antropolog Sam Dunn ile Scot McFadyen, bu kez gönül verdikleri müziğin Brezilya, Çin, Japonya, Hindistan, Endonezya, İran, İsrail gibi uzak ve orta doğu coğrafyasındaki etkilerini incelemek üzere yollara düşüyorlar. Global Metal, batı kaynaklı bir türün öteki dünyayı nasıl etkisi altına aldığından ziyade, bu tür içinde kendi kimliklerini keşfeden, sansürler, kültürel/sosyal/dini baskılar, savaşlar, önyargılarla batıya nazaran kat kat sorunlar yaşayan, bu müziği dinleme ve icra etme savaşı veren farklı dil, din ve kültürlere sahip metalcilerin nasıl aynı dilden konuşabildiklerine dair yine olağanüstü bir devam belgeseli.
Pele, futbol ve sambadan sonra milli bir sembol haline gelmiş Sepultura’nın Brezilya için öneminden, Bollywood’un gölgesinde filizlenmeye çalışan metal müziğin yerel düğünler ile aynı düğün salonlarında, aynı anda farklı sahnelerde icra edildiği Hindistan’dan, komünizmin bu müziğin önüne koyduğu bariyerlerin en fazla hissedildiği, öte yandan ucuzcu pazarı sayesinde tüm albümlere ulaşılabilen Çin’in “MIDI Okul” projesinden, “yahudi insanlara değil, onların sistemlerine karşıyız” diyen Müslüman Endonezya’nın dini bütün metalcilerinin bu müzik sayesinde edindikleri farklı bakış açılarından, İsrail’in kozmopolitan yapısının metal müziğin yurtsuzluğuyla örtüşmesinden, Marilyn Manson’ı bile kıskandıracak kadar androjin heavy metal kitlesini bağrına basmış Japonya’nın bu müziği farklı sahipleniş biçiminden, İran’dan, Suudi Arabistan’dan, Lübnan’dan, Mısır’dan, Dubai’den, çoğunlukla Doğu’nun doğusundan ve bilmediğimiz doğrularından yükselen bir çığlık Global Metal…
Metal 2005’ten farklı olarak bu kez uzmanların yorumları yerine Max Cavalera, Lars Ulrich (söz konusu doğulu gençlerin MP3 indirmesi olduğunda kendisini bu denli hoşgörülü bulmak güzel!), Marty Freidman, Bruce Dickinson, Tom Araya gibi ünlü simaların görüşlerine/anılarına başvuruluyor. Fakat ağırlıklı olarak bu ülkelerin yerel müzik yazarları, müzisyenleri ve hayranlarıyla yapılan röportajlar, belgeselin amacını en iyi biçimde yerine getiren çarpıcı anları oluşturmakta. Dunn ve McFadyen binlerce kilometre katederek sokaklarda, tapınaklarda, Çin Seddi’nde, düğün salonlarında, Cuma namazında, karaoke barlarda, yeraltında ve kalabalığın terlerinin havada büyük bir buhar tabakası oluşturduğu devasa konser arenalarında Heavy Metal’in birleştirici gücünün izini sürüyor. Aslında metalin sadece bir çıkış noktası olduğunun, esasen insan evladının özünde birbirinden hiç farklı olmadığının altını da çiziyor. Politik, psikolojik, sosyal, kültürel çıkarımlarda bulunuyor. Orphaned Land, Sex Machineguns, Demonic Resurrection, Tengkorak gibi ilginç grupların varlığına dikkat çekiyor. Üstelik bunu gittiği yerlerden kolajladığı enfes görüntüler ve onların fonuna yerleştirdiği yerel müziklerle harika bir belgesel estetiğiyle yapıyor. Yine çok derin bir hoşgörü yakalamayı başarıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder