Yönetmen: Marc Webb
Oyuncular: Joseph Gordon-Levitt, Zooey Deschanel, Geoffrey Arend, Chloe Moretz, Matthew Gray Gubler, Clark Gregg, Patricia Belcher
Senaryo: Scott Neustadter, Michael H. Weber
Müzik: Mychael Danna, Rob Simonsen
(500) Days Of Summer, Tom ve Summer arasında geçen oldukça basit bir ilişki öyküsünden start alıp, o ilişkiyi yine basit kurgu oyunlarıyla ileri geri hareket ettirerek, ama kendi şimdiki zamanına sadık biçimde yürüten romantik bir film. Romantik komedi janrına dahil edilmesine rağmen, özellikle son derece vasat örneklerle kesat bir sezon geçiren romantik komedi yapımları arasında bariz şekilde sivrilen bir film aynı zamanda. “Romantik” kelimesinin yanına “komedi” eklentisi yapmaya eğilimli çevrelerce haksız bir sınıflandırmaya tâbi tutulması bazı önyargılara yol açabilir. Oysa filmin romantik yoğunluğu çok daha baskın. Peki bu basitliğine rağmen (500) Days Of Summer’ı bu fakirlik arasında sivrilten unsurlar neler?
Senaryo bazında filmin ilgiyi canlı tutmaya yönelik önemli kozları var. Tom ve Summer’ın herkesin kendinden ve kendi ilişkilerinden parçalar bulabileceği ölçüde yakın, ama diğer yandan erkek ve kadın doğasına ait kentli mantalitelerin çatışmasıyla flulaşan ölçüde de uzak ilişkisi, nereye sürükleneceği belirsiz bir çekicilik yaratabiliyor. Tom ve Summer’ı kabaca tanımak için çok fazla zaman harcamıyoruz. Fakat onları böyle bir ilişki içinde de tanımak gerekiyor. Bu gereklilikleri üst üste bindirmek yerine 500 güne yayılmış ileri geri hamlelerle daha farklı bir dil yaratılıyor. Elbette bu gelgitlerin, ikisi arasındaki gelgitlerle örtüşmesi de kaçınılmaz. İkilinin basit sevgi-nefret ilişkisi bu sayede karmaşıklaşmıyor. Birgün elele Ikea’da turlarlarken görüp, ileri sarıp Tom’un ayrılık sonrası bunalımlı günlerine dönüyor, sonra tekrar geri gidip evcilik oynadıkları anları izliyoruz. Ama burada akışı karmaşıklaştırmayan şey, filmin bir yandan 500 güne kronolojik bağlılığını koparmayan yapısı. Geri dönüşler, ileri sarmalar bu akışa zarar vermediği gibi, bilindik romantik (komedi) akışından farklı bir orijinallik de sağlıyor.
Filmin ele aldığı ilişki türü, romantik yapımlar için olmazsa olmaz bağlılık/özgürlük, kader/tesadüf, sevgi/nefret zıtlıklarının kadın ve erkek bünyesinde bulduğu karşılıklar ve çatışmalar olarak özetlenebilir. Yüzeysel bakıldığında duygusal Tom ve taş kalpli Summer tanımlamaları pekâlâ farklı senaryolarda yer değiştirmiş şekilde önümüze gelmişti. Fakat ilişkiyi partneri kadar ciddiye almayanın kadın olması, erkek olmasından hem farklı, hem de bilindik anlamlar taşıyor. Erkeğin çapkın ve maço duruşu böyle bir duyarsızlığı rahatça kaldırabilir ve üstüne uydurabilirken, burada Summer’ın Tom’a karşı davrandığı şekliyle tutarsız ve bireysel yaklaşımı kadını daha gizemli, daha sorgulanması gerekli hale getiriyor. Çünkü sorgulandığı vakit, altından çıkacakların ilginçliği, erkeğin tutarsız ve bireysel olma gerekçelerinden daha merak edilir olabiliyor.
Cinsiyetlere yönelik önyargılar doğrultusunda erkeğin kadın, kadının da erkek tarifleri değişiklik gösterir. “Erkek kadar katı” veya “kadın gibi duygusal” benzeri kalıplaşmış fikirler üzerinde oynamaya çalışan senaryosuyla Scott Neustadter ve Michael H. Weber ikilisi (ki bu senaryo ikisinin de ilk denemesi) yepyeni formüller bulmuyor. Tam tersi, gözümüzün önündekini sevimli olduğu kadar hüzünlü ayrıntılarla bezeyip, iki romantik komedi kahramanı aracılığıyla yorum farkı sunuyor. Fakat bu sunuş, 500 günlük bir ilişkinin anatomisini biçimsel olarak yaptığı gibi, sosyal ve psikolojik ağırlığını da (fazla göstermese de) hissettiren orijinallikler taşıyor. İleri-geri kurgunun yarattığı zindelik, Tom’un Summer ile ilgili sevdiği ayrıntıların bir süre sonra nefret ettiği özelliklere dönüşmesi örneğindeki gibi mizahî, ama gerçekçi sonuçlar yaratıyor. Hele Summer’ın verdiği partide Beklentiler/Gerçek olarak ikiye bölünen sahnenin gerek kurgu estetiği, gerekse dramatik yoğunluğu (Regina Spektor’un şahane parçası Hero’nun da yardımlarıyla) filmin belki de en mühim kırılma noktalarından birini oluşturan tarifi zor bir hüzün ile sonuçlanıyor.
Kadın ve erkek, filmi izleyenlerin Tom ve Summer ilişkisine tam mânâsıyla objektif bakabilmeleri güç görünebilir. Bir ilişkinin yıpranması için mutlaka üçüncü bir kişi, amansız bir hastalık, sınıfsal bir farklılık veya incir çekirdeğini doldurmayacak kadar basit bahaneler öne sürülmesi gerekmiyor. Her ne kadar bazı ortak zevklere sahip görünseler de, aralarındaki uyumun ömür boyu süreceğinin garantisi yok. İlişkilerin yıpranma süreci de elindekilerle yetinmeyip bu uyumdan daha fazlasını beklemek, sonra beklemekten yorulup girişimde bulunmak suretiyle başlıyor. Böylece (500) Days Of Summer, bir ilişkiyi yıpratan en önemli etkenlerden birini daha hatırlatıyor: Aşk! Çünkü genelde aşk, ilişkinin en ileri seviyesi olarak görünür. Ciddidir, sabittir, dönüm noktasıdır ve sorumluluk gerektirir. Bu yüzden özgürlüğüne çok fazla düşkün olanların önündeki en önemli tehlikelerden biridir aynı zamanda.
Fakat öte yandan öngörülemez ve söz geçirilemez oluşu, Summer gibi kadınların bile kalkanlarını düşürebilir. İlişkilerde kendini akıntıya bırakmış çoğu kimse Tom gibi sahip olduğu ilişkinin bir yerlere varmasını ister. Ama sahiplenilmek istemeyen Summer karakterindeki kadınlar için bu durum bir acizlik göstergesi olduğundan, Tom’un sevdiği kadını sahiplenmesinin doğallığı ile Summer’ın özgürlükçü doğallığı çatışıyor. Diğer yandan zaten ilişkiye kendi kurallarıyla başlamış olan Summer ile, bu kez romantizmini özgür bırakmış Tom’un çatışması da doğal. Bu kadar çatışmanın üzerine gelen aşkın arıza yaratması da öyle. Bu yüzden Summer gerçekleri yaşarken, Tom beklentilerine çok fazla bağlı ve bu sebeple gerçekler ona acı veriyor. Nedenine anlam veremediği bu gerçekler, istifa konuşmasında olduğu gibi insanların birbirleriyle konuşmak yerine kart yazmalarının tuhaflığı ile bir yan bağ kurabiliyor.
Kuralcılığın, duygusallığın, çatışmanın cinsiyeti yok elbette. Summer-Tom ilişkisinde Summer’ın antipatik ve duygusuz, Tom’un sempatik ve duygulu tarafları temsil ediyor görünmesi aldatıcı olabilir. Burada seksist genellemelerin ve yanılsamaların, seyirciyi kolaylıkla taraf seçmeye sevketmesi mümkün. Birçok toplumda seçme avantajına sahip kadınların ilişkiye yön verme dominantlığı, erkeği biraz daha duygusal ve kırılgan bir figür haline getiriyor. Kaldı ki Summer antipatik ve duygusuz da sayılmaz. Sadece biriyle beraberken, o kişinin doğru insan olup olmadığı hakkında kafası karışık insanlardan biri olması, esas oğlan Tom’un Summer için doğru insan olduğuna şartlandırılmış romantik izleyici için kabullenmesi zor bir durum yaratıyor. Çok katı görünse de ilişkiye prensiplerle başlayan Summer, bu sayede kendini akıntıya kaptırmadan kontrollü bir şekilde yüzdüğünü düşünürken, bir kafede Dorian Gray okuduğu sırada aşkın gelip kendisini bulabileceğini tahmin bile edemeyecek kadar hazırlıksız aslında. Bu hazırlıksız olma hâli, bağlılıklara karşı mesafeli bireyler için aşkın en çekici unsurlarından biri aynı zamanda.
Summer gibi aşk karşıtı görünen bir kadının bile kafasında bilerek veya bilmeyerek oluşturduğu bir aşk tarifi var. İşte hazırlıksız, plânsız, kendini hayatın akışına bırakmış bir kadının/erkeğin kendi kafasında belli bir tarifi olmayan bu aşkın ne zaman kendisini bulacağına dair oluşan çekici belirsizlik, kişiler hâli hazırda bir ilişki içinde olsa dahi, o ilişkiyi bile geri plâna atacak kadar güçlü olabiliyor. Burada tartışmaya açık olan, o belirsizliğin çekiciliğine kapılınca insanların birbirlerini tüketmeye meyilli birer bireye dönüşebilmeleri. Hayatlarında başka biri olduğunu bile söyleyememeleri. Sadece aşk değil, her türlü duygularını doğrudan dile getirmek yerine Tom gibi kart cümlelerinin veya Summer gibi olayları akışına bırakan suskunluğun ardına sığınmayı tercih etmeleri.
Joseph Gordon-Levitt ve Zooey Deschanel, canlandırdıkları roller için çok uygunlar. “Summer - Autumn” kontrastı, Tom’un akıl danıştığı ortaokul öğrencisi Rachel, Uzakdoğu yapımlarında görmeye alışık olduğumuz karaoke sahneleri, belgesel taklidi yapılan anlar, Bergman ve The Graduate göndermeleri gibi hoşluklar, filmin hüzünlü yapısını gevşetmiyor. Özelden genele ulaşabilen doğallıkta kadın/erkek çözümlemelerini hafif ve kırılgan yollardan hissettirmeyi başarabilen keyifli bir film (500) Days Of Summer... Neustadter - Weber imzalı senaryo küçük ama etkileyici dokunuşlarla kalplerde yolunu buluyor. Erkenden Spiderman moduna giren, ama sanki daha mütevazi yapımlara yatkınmış izlenimi uyandıran Marc Webb ise bu ilk filmiyle umut saçıyor.
çok güzel bir yazı, filmle ilgili (pek de hoş olmayan) fikirlerimi yeni baştan gözden geçirmeme neden oldu, bir kez daha izlesem mi bile dedim.
YanıtlaSil