29 Mayıs 2010 Cumartesi

Anvil! The Story Of Anvil (2008)


Yönetmen: Sacha Gervasi
Karakterler: Steve 'Lips' Kudlow, Robb Reiner, Kevin Goocher, Glenn Gyorffy, Nigel Hudson, Tiziana Arrigoni, Chris Tsangarides, William Howell
Müzik: David Norland

Slayer, Metallica, Anthrax ve Megadeth gibi grupların ortalığı kasıp kavurduğu dönemde onlarla aynı sahneyi paylaşan Kanadalı bir grup daha olduğunu henüz filmin başında görünce, üstelik Lars Ulrich’in, Slash’in, Tom Araya’nın, Lemmy’nin, Scott Ian’ın bu grubu yere göğe sığdıramayan yorumlarına rastlayınca Spinal Tap benzeri bir “mockumentary” izleyeceğimi sanmıştım. Oysa Anvil! The Story Of Anvil, 1978’de Toronto’da kurulmuş, stüdyo, konser, şu, bu derken o zamandan bugüne 14 albüme adını yazdırmış gerçek bir heavy metal grubu olan Anvil hakkında bir belgeselmiş. Grubu kuran Steve "Lips" Kudlow (gitar, vokal) ve Robb Reiner’ın (davul) arkadaşı olan Sacha Gervasi tarafından çekilen belgesel, ikilinin en son çıkan This Is Thirteen albümü öncesi yeni müzisyenlerle tekrar bir araya gelme, turneye çıkma ve albümü yapma dönemini anlatıyor. Ama bu hikâye, bildiğimiz ya da tahmin ettiğimiz anlamda yeniden diriliş öykülerinden biraz farklı olarak samimiyetin, hüznün ve azmin tüm zorluklarla olan mücadelesini gayet sade biçimde ele alıyor.

Bir catering firmasında çalışan Lips ile, orada burada vakit öldüren Reiner’ın yıllar sonra yeniden müzik yapma kapısının aralanması üzerine, o kapıyı ardına kadar açmak için her türlü fedakârlığı ve sefaleti göze almalarının anlamı seyirciye çok kolay geçiyor. Her insanın inandığı, sevdiği, hayatına anlam katan uğraşlarının bir kenara atılması üzerine etkileyici bir dram sunuyor Gervasi. Hâlâ birçok sadık hayrana sahip grubun beceriksiz menejerleri Tiziana’nın organizasyonunda çıktıkları Avrupa turnesinde yaşananlar, bir zamanların fırtına metalcilerinin düştükleri durumu acınası bir gerçekliğe büründürüyor.
 
 
Büyük statlar yerine küçük klüplerde sahne alan, ama paralarını bir türlü alamayan, binecekleri trende yer bulamayan, lüks oteller yerine istasyonlarda sabahlayan bir grubun turnesinden söz ediyoruz. Yine de eski günlerine dönebilme umudu kazandıkları bu sözde turneden sonra tekrar aile yaşamlarına ve sıkıcı rutinlerine geri dönmeleri, onlara yeni bir albüm çıkarma yönünde gaz verince, tıpkı yeni yetme gruplar gibi sil baştan yapıyorlar. Demolarını dinleyen ve eskiden beraber çalıştıkları ünlü rock prodüktörü Chris Tsangarides’in albüm yapma teklifleri onları heyecanlandırsa da, bu iş için para bulmak da onlara kalıyor. Lips’in kızkardeşinden aldığı birkaç bin dolarla yaptıkları albümü, yapımcı şirketlere yine kendileri elden dağıtıyorlar.

Yaptıkları müzik artık demode sayılsa da, This Is Thirteen istedikleri gibi çok satmasa da bu belgesel Anvil’i ve onu oluşturan Lips - Reiner dostluğunun gücünü, bilen bilmeyen herkese gösteriyor. İlerleyen yaşlarına rağmen içlerindeki rock tutkusunun kendilerini götürdükleri yerde artık daha fazla tanınıyor ve saygı görüyorlar. Albüm öncesi Lips ve Reiner’ın stres yüzünden ayrılma noktasına gelmeleri biraz kurgusal ve zorlama görünse de, onların sahip oldukları tutku belgeselin her anına işlemiş görünüyor. Bu sadece müzikal anlamda bir yeniden varolma çabasının ötesinde, iki sıkı dostun ortak inancı doğrultusunda hayata sarılmalarının, hayatlarının anlamını bulmalarının öyküsü. Bu yıl içinde çıkacak Juggernaut Of Justice albümleri de bu yüzden merakla bekleniyor. Belgesel biterken Slash’in yaptığı çok güzel bir yorum var: “Milyonlarca albüm satan tonlarca grup var. Ama kaç tanesi 30 yıl boyunca beraber kalabilmiş? The Rolling Stones var, The Who var… Bir de Anvil!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder